Tarih

Bin Yıl Önce DNA Testi

Bilim adamları, Dünya’nın 8 milyon 700 bin canlı türüne ev sahipliği yaptığını ve bunların her birinin bir hücre hafızasına sahip olduğunu ifade ederler. DNA adı verilen ve molekülleri şifrelerle kodlanan Hazret-i Allah’ın kudretinin eseri olan bu muhteşem düzen, canlıların genetik arşivi, kütüphanesi, bilgi deposu hükmündedir. Mikroskopla bile görülemeyen bu sınırsız bilgiler, kendilerini kopyalayarak üreme hücreleriyle hayatın sırlarını nesilden nesile aktarırlar.

İnsan vücudunun haritasını da içinde taşıyan bu eşsiz moleküller, ancak 19. asırda Avrupalı fen bilginlerinin dikkatini çeker. Teknolojiyle beraber bu sarmal yapı hakkında daha teferruatlı bilgilere ulaşıldığı günümüzde DNA’lar üzerinde değişik araştırmalar ve keşifler yapılmaya devam ediyor. Fakat bundan tam 1000 yıl evvel İslam dünyasında, DNA usulünün kullanıldığını öğrenmek bizleri hayretler içinde bırakıyor.

16.asır Osmanlı tarihçisi ve şairi Süheylî Ahmed bin Hemdem Kethüdâ’nın Acâibü’l-Meâsir ve Garâibü’n-Nevâdir (Nevâdir-i Süheylî) isimli bir eseri vardır. Sultan Dördüncü Murad devrinde kaleme alınan eserde, Türk-İslam tarihinden seçilmiş ve daha önce pek bilinmeyen tarihî hikâyeler yer alır. Müellif, bilhâssa Emevî ve Abbasî devrinde yaşanan ibretlik hikâyeleri, hadise örgüsü ve sebep-sonuç içinde anlatır. Hikâyeleri güvenilir kaynaklardan aldığını belirtir, hatta birçok hikâyenin başında ilgili eseri yahut anlatanı ismen zikreder. Süheylî, eserinde büyük tarihçi İbn Havkal’dan da dikkate şayan bir hikâye nakleder.

10. asırda Abbasiler devrinde yaşayan Bağdatlı İbni Havkal, 943-977 yılları arasında İslâm memleketlerinde seyahatlerde bulunur. Çeşitli ülkelerden bahseden eserleri okuyup öğrendiklerini, tüccar ve seyyahlardan dinlediği hatıralarla zenginleştirerek Sûretü’l-arz isimli eserini telif eder.

İbn Havkal, bugün tıp literatüründe yer almayan, Avrupalıların daha 19. asırda keşfetmeye başladığı DNA testlerini aslında Müslümanların teorik olarak tam sınırlarını çizmemiş olsalar da, pratikte 1000 sene evvel kullandıklarını gösteren şu acayip hikâyeyi nakleder:

Zengin bir tüccar, kölelerinden birini küçük yaşta yanına alır. Onun eğitimiyle ilgilenir ve malının mülkünün denetimini de ona verir. Köle, ticaret işini epeyce öğrenir. Öyle ki artık mal alım ve satım işlerine sürekli o bakar. Tüccarın henüz büluğ çağına ermemiş bir de oğlu vardır.

Günün birinde tüccar bu fâni dünyadan göçüp gider. Malının taksimi ve mirasının paylaştırılması hususunda köleyle oğul arasında anlaşmazlık çıkar. Çocuk, varis olarak kendisini görüyor, köle de yıllarca sahibinin yanında yetiştiği için veraset hakkının kendisinde olduğunu söyleyerek oğulluk davası güdüyordu. Sonunda mesele, kadıya intikâl eder. Her ikisi de durumlarını gösterir belgeleri mahkemeye iletirler. Kadı işin içinden bir türlü çıkamaz. O şehrin akıllı ve adaletli bir valisi vardır ki, çözülmesi güç olan davalar bu valiye getirilir, onun vereceği hükme göre hareket edilirdi. Köle ile çocuğun davasını da ona getirdiler. Vali bir meclis kurdurdu. Davacılar davalarını etraflıca anlattılar.

Vali, küçük çocuğu çağırtıp, “Sen babanın mezarını bilir misin?” diye sordu. Çocuk, “Ben falanca yerde misafirdim, babamın vefat ettiğini haber alır almaz geldim. Mezarının yerini sorduğumda bana bir yer göstererek ‘İşte burası’ dediler.” diye cevap verdi. Bunun üzerine vali, evlatlık davası güden köleye, “Peki sen babanın mezarını bilir misin?” diye sordu. Köle, “Tabii ki bilirim. Kendi ellerimle gömdüm.” dedi. Bunun üzerine vali, “Git bana babanın kemiklerinden bir parça getir.” dedi.

Köle denileni yaptı, mezardan çıkardığı bir kemiği huzura getirdi. Vali bir hekim getirilmesini istedi. Köleden kan alıp kemiğin üstüne damlattı. Kölenin kanı, kemiğin sağına ya da soluna akıyor, bir türlü üstünde durmuyordu. Sonunda tamamı aktı ve kemiğin üstünde hiç kan kalmadı. Daha sonra küçük çocuktan kan aldılar. Kanın tamamı kemiğe sirayet etti, kemik kanın tamamını emdi, bir damlası bile boşa gitmedi. Vali, “İşte tüccarın gerçek çocuğu budur. Miras bunun hakkıdır.” diyerek bütün malı mülkü o çocuğa teslim ettirdi. Köleyi de hak etmediği malı sahiplendiği için cezalandırdı.

En Yeniler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu