Seyahat

Her Şeye Rağmen Mutlu Ülke Kenya

Gözlerinizi Kapatın ve Hayal Edin...

Dünya’nın her yerindeki bütün güzellikleri göremeyiz, bunu biliyoruz. Ama siyah tendeki simsiyah gözlerdeki mutluluğu bütün dünyanın güzelliğine de değişmeyiz, değişemeyiz. Işıldayan gözlerle parıldayan kalplere girmeye gidiyoruz.

Kenya’ya indiğimizde saat gece 03.30 idi. Hava pamuk gibi. İki dakika bu yumuşak havanın tadını çıkaralım değil mi?

Ama olmaz.

Zihin boş durmuyor ve hemen olumsuzluklara yöneliyor. Gecesi böyleyse gündüzü nasıldır acaba, diyoruz. Sonra kalabalığın peşine düşerek yol alıyoruz. Böyle seyahatlerde en sıkıcı şey, şüphesiz havaalanlarından geçiş seremonisidir. Gereksiz bir tedirginlik bütün bedeninizi sarar. Atmosferiniz değişir. Elleriniz terlemeye başlar, ne yapacağız, geçebilecek miyiz acaba, diye kuruntu yaparsınız. Hâlbuki bilirsiniz, geçeceksiniz. Fakat evhamdan mıdır, ismini koyamadığımız başka bir durumdan mıdır bilemiyoruz; bu yersiz tedirginlik, birkaç dakika da olsa yaşanıyor.

Havaalanından geçiş operasyonumuzu başarılı bir şekilde tamamlayıp muzaffer kumandan edasında dışarıya doğru süzülürken bizi bekleyen rehberimizi fark ediyoruz. Yüzünde tanıdık, bildik bir tebessüm hâkim. Bu tebessümü, dünyanın neresine giderseniz gidin; tanırsınız, bilirsiniz.

Nairobi’de bir gece

Jomo Kenyatta Havaalanı’nı geride bırakarak Nairobi’ye yöneliyoruz. Bir gece vakti araç içerisinde ilerlerken nerede olduğunuzun pek önemi olmuyor. Yabancılık çekmiyorsunuz. Trafiğin sağdan akışını saymazsak memleket atmosferine mutabık şeyler görmeniz mümkün. Mesela, belli aralıklarla kurulan benzin istasyonları, dinlenme tesisleri…

Bütün bunları geride bırakarak konaklayacağımız yere varıyoruz. İstirahate çekilip sabah yeni güne uyanacağız. Karanlık kıtanın incilerine “merhaba” diyeceğiz.

Gözlerimizi kapamadan önce düşüncelere dalıyoruz. Nerelere gideceğiz, ne soracağız, nasıl gezeceğiz, nelere dikkat edip nelerden sakınacağız? Zihnimizi kemiren bu sorularla kaygı eşiğinin üst seviyelerindeyken nihayet uykuya dalıyoruz.

Coğrafya-hayat ilişkisi

Coğrafyanın insan üzerindeki şekillendirici etkisini bilirsiniz. İşte Kenya’da bu etkiyi sonuna kadar hissediyorsunuz. Nairobi’deki ilk günün sabahında biraz hayret, biraz seyret, biraz da keşfet merakıyla sokağa çıkıyoruz. Her yerde bir telaş görülüyor. Kalabalıklar içerisinde koşuşturan insanlar, bir hengâme, gürültü, patırtı ve yoğun trafik çilesi…

Nairobi demek Kenya demek, Kenya demek Nairobi demektir, diyor mihmandarımız ve ekliyor: Bu da kargaşa demek. Kargaşalı kalabalıkların arasından süzüle süzüle hayvanat bahçesine gidiyoruz. Coğrafyanın insan üzerindeki güçlü tesirini orada bir kez daha anlıyoruz. Öğretmenler,  öğrencilerini hayvanat bahçesine getirmişler. Küçük siyah inciler; timsahların, zebraların, zürafaların, deve kuşlarının hayatın bir parçası olduğunu henüz o yaşta ve eğitim-öğretim hayatlarının daha başlarında öğrenmiş oluyorlar.

Hayvanat bahçesinin görevli personeli yavru bir timsahı alıp geliyor. Bizim de tutmamızı, korkmamamız gerektiğini söylüyor. İlk başta cesaret edemesek de rehberimizin ön ayak olmasıyla dokunuyoruz yavru timsahcığa.  Belgesellerde ve kitaplarda gördüğümüz timsahların ağızlarını açmalarını, diş temizliği için kuşlara fırsat vermelerini bizzat müşahede ediyoruz. Uyuyan timsahları, ucuna torba bağlanmış bir sopayı yukarıdan sarkıtarak uyandırmaya çalışıyoruz. Arada korkuyoruz, irkiliyoruz tabii. Rahat bıraksana hayvanı, ne diye uyandırıyorsun ki? Zürafalara elimizden yem vermek istiyoruz; ama ortada zürafa göremiyoruz. Hayvanat bahçesinin görevlisi, elinde alüminyum bir kova ile sesler çıkarıp zürafaları çağırmaya çalışıyor. Fakat hayvanlar uzakta görünmelerine rağmen davete aldırış etmiyorlar. Fakat görevli de pes etmiyor. Yaklaşık 20 dakika boyunca aynı taktikle çağırmaya devam ediyor.

En nihayetinde geliyor zürafalar ve onları ellerimizle besliyoruz. Tabii, yine tedirgin olarak.

Nairobi turumuz kısa sürüyor. Çünkü rehberimiz burada akşam altıdan sonra hayatın ciddi riskler taşıdığını ve geri dönmemiz gerektiğini söylüyor. Nairobi, güvenlik açısından dünyanın en problemli şehirlerinden birisiymiş. Dolayısıyla akşam vakitlerinde sokakta olmanın çok büyük tehlikelere sebep olacağını üzülerek öğreniyoruz ve geri dönüyoruz.

Mombasa’ya giderken

Derler ki “İnsan; en iyi, trende düşünür.” Çünkü tren yolculuğu sakindir, sessizdir. En azından biz öyle biliyoruz.

Umumi manzarayı etraflıca görürsünüz. Sinenize ferahlık çöker. Hatta Gustave Flaubert’in dediği gibi “Seyahat etmek sizi mütevazı biri yapar. Dünya’da ne kadar küçük bir yer işgal ettiğinizi görürsünüz.”

Nairobi’den Mombasa’ya tren yolculuğumuz, dünyada küçük bir yer işgal ettiğimizi hatırlatsa da düşünme kısmında aynı derecede muvaffak olduğumuzu söyleyemeyiz. Çünkü siyah incilerin, beyaz dişleriyle sergiledikleri aydınlık gülüşler buna fırsat veremezdi. Nitekim vermedi de. Altı saatlik tren yolculuğunda düşünecek mecalimiz kalmamıştı. Öyle gürültülü bir yolculuktu ki hayat şartları çok zor olan bu insanları, hayret ve ibretle izledik. Bilirsiniz, ağlanacak halimize gülmek, diye bir tabir vardır bizde; işte orada bunu yaşadık.

Kara kıtanın mütebessim simaları, müthiş mutluluk yaşıyorlardı. Biz ise düşünemiyorduk.

Varın siz mutlu olun!

Biz düşünemeyelim.

Trendeki bizden davranışlar

Ekseriyeti Hıristiyan olan Kenya’da, Ramazan-ı şerif ayında oruç tutarken yaptığımız tren yolculuğunda hiçbir yiyecek içecek servisine dâhil olmadık. Fakat iftar saati yaklaştığında orucumuzu açmak için yanımızdaki birkaç parçayı çıkarıp trendeki görevliden çay ve su ricasında bulunduk.

Sabahtan beri herkesin yediği içtiği servisin, akşamüzeri olduğu için kapandığını üzülerek öğrendik. İlk anda tepkimiz, sessizlik oldu. Müslümanlığın yalnızlığı, garipliği ve aynı zamanda herkesten farklı olan asilliği karşısında bir kez daha gururluyduk.

Biz görevli personele karşı şaşkınlığımızı ve biraz da sinirimizi kontrol altında tutmaya çalışırken; yanımızda anaç ruhlu bir teyzemiz yüksek seda ile çıkıştı. Personele sitem ederek öfkeli bir ses tonuyla diyordu ki: “Bu insanlar Müslüman! Yolculuk boyunca hiçbir şey yiyip içmediler. İbadetlerini yapıyorlar. Şimdi onlara bir bardak çay getirmeyi çok mu görüyorsunuz? Derhal bu insanların ihtiyaçlarını getireceksiniz.”

Afrikalı teyze, öyle güzel savunuyordu ki bizi, adeta kuş gibi hafifletmişti kimsesizliğimizi.

O anaç ruhu hissetmemek elde değildi.

Sanki Kenya’da değil de Konya’daydık.

Sanki trende değil de sıkış tıkış bir halk otobüsündeydik.

Sanki teyze, kara kıtanın yabancı bir teyzesi değil de mahallemizin Şaziye teyzesiydi.

Hakkımızı sonuna kadar savunan ve söke söke alan bu teyzemizin kanatları altında o kadar bahtiyardık ki artık çay gelmese de olurdu.

Ve Mombasa

Bir akşam vakti geldik güzel Mombasa’ya. Burası gerçekten anlattıkları kadar hoş bir yer. Bilhassa kalacağımız yere vardığımızda çatı katına çıkıp bir bardak çay içerken hissettiğimiz o hava, bambaşkaydı. Buna benzer bir atmosferi daha önce Alanya’da yakalamıştık. Ancak okyanus hışırtılarının arasında, ılık ılık esen rüzgâr eşliğinde iksir-i âzamı; çayı yudumlamak, tam manasıyla fevkaladeydi.

Mombasa, güçlü kaleleri bulunan, tarihi geçmişe sahip bir liman şehri. Birkaç eski limanı ziyaret ettik. Tuktuk sesleri eşliğinde gittiğimiz bu dar sokaklarda, tuktukların da varlığını daha iyi anladık. Normal otomobillerin giremeyeceği yerlere rahatlıkla girip çıkabilen bu araçlar Kenya’nın dar sokakları için vazgeçilemez.

Mombasa sokaklarında bir şey daha dikkatimizi çekiyor: Kapılar… Burada ciddi bir kapı işleme sanatı var. Farklılıklarla bezenmiş, çok güzel bir şekilde işlenmiş enteresan kapılara hemen hemen her evde, her işyerinde rastlayabilirsiniz. Müslümanların en yoğun yaşadığı yer olduğu için böyle güzellikleri, ince işlemeleri, insan ruhuna haz veren sanatsal çalışmaları Mombasa’da sıkça görmeniz mümkün.

Adım attığımız yerlerde en çok gördüğümüz şeylerden birisi de kahve fincanları. Ülkede kahve hem meşhur hem de ciddi bir kültür oluşturmuş durumda.

İmalat köyünde zımpara sesleri 

Mombasa sokaklarında el yapımı ahşaplar dikkatimizi çekiyor. Buradaki mihmandarımız, sizi bunların merkezine götüreyim diyerek imalat köyüne çeviriyor rotamızı.

Demir bir kapıdan içeri giriyoruz. Aracımızı müsait bir yere park ettikten sonra barakalardan oluşan köye adım atıyoruz. Dört bir yandan gelen zımpara sesleri ilk başta kulakları tırmalayıcı bir etki oluştursa da birkaç dakika içerisinde buna da alışıyoruz. Her barakanın önünde çalışan insanlar, elleriyle santim santim ağaçları oyarak ortaya çıkarmaya çalıştıkları eserler…

Barakalar arası iletişim ise son derece ilginçti. Nasıl mı? Tıpkı Kapalıçarşı esnafı gibi. Her biri müşteri kapmaya çalışıyordu. Fiyat konusunda da benzerdiler. Bir ürünün fiyatını sorduğumuzda önce yukarıdan bir fiyat çekiyorlar. Sonra yok, çok pahalı dediğimizde hemen bir tık aşağı indiriyorlar. Ona da olur vermeyince siz ne kadarlık bir şeylere bakmıştınız diye müşteriyi çepeçevre saran bir hamle daha atıyorlar. Tabii bize bunlar söker mi? Rehberimiz sağ olsun, sökmüyor.

Coğrafyanın insan hayatı üzerindeki tesiri bu pazarda da kendini gösteriyor. El emeği ile zımparalarla uğraşa uğraşa yapılan çalışmalara bakınca zürafa, zebra, fil, aslan, timsah gibi hayvan motiflerini görüyoruz. Muhtemelen farklı bir coğrafî bölgede olsak daha farklı çalışmalarla karşılaşırdık.

İmalat köyünde genel olarak iki şey dikkatimizi çekiyor. Bir zımparalar, iki kargalar. Sonradan öğrendiğimize göre Kenya’nın hemen hemen her yerinde çokça karga görebilirmişiz. O ana kadar dikkat etmemiştik ama ondan sonra her gittiğimiz yerde karga, bizim için algıda seçicilik unsuru olmuştu.

Zımparalarla yapılan ahşap oyma işleminde ise kullanılan ağaç, burada çokça kullanılan eboni ağacı imiş. Eboni ağacı çok sağlam bir ağaç olduğu için genelde beyzbol sopaları, bastonlar bu ağaçtan yapılıyormuş. Massai bekçilerinin sopası olarak da nam salan, bizdeki levyeyi andıran bu alet, Kenya’da hemen hemen her araçta bulunurmuş.

Ne dersiniz! Sizce de çok ortak tarafımız yok mu?

Para ve renk korelasyonu

Mombasa’da gürül gürül akan bir dünya var. Bu akış karşısında durup düşünmeye, hayale dalmaya çalışıyoruz. Fakat korna sesleriyle irkilerek kendimize geldiğimizde, kaçan hayallerin arkasından çaresiz baktığımızı fark ediyoruz. Bu hengâme esnasında bir şey dikkatimizi çekiyor, zengin ve fakir ayrımı arasındaki makas, sonuna kadar açılmış. Öyle ki renklerde bile bu durum kendini ele veriyor. Para ile renk arasındaki korelasyon ilginç bir şekilde önümüze seriliyor. Fakirlerin bindiği tuktuklar, otomobiller, giydiği elbiseler nasıl rengârenk ise zenginlerin bindiği arabalar ve giydiği elbiseler de bir o kadar sade.

Zenginlerin arabaları siyah, kıyafetleriyse beyaz. Fakirlerinse arabalarında da elbiselerinde de ne siyah ne beyaz görebilirsiniz. Ancak, onun haricindeki bütün renkleri üzerlerinde taşırlar.

İlk ayak basılan yer ve ilk hatalar

Dünya’da köleliğin en son bittiği iki yer olduğu söylenir; Zanzibar ve Lamu Adası. 1497’de Vasco da Gama’nın ayak bastığı yerdeyiz. Portekizli gemici Gama’nın bu bölgeye gelişi ve burada cereyan eden hadiseler oldukça ilginç. Vasco da Gama ilk önce daha gelişmiş ve güzel bir bölge olan Mombasa’ya çıkarma yapıyor ve orada kalmak için birtakım girişimlerde bulunuyor. Fakat Mombasa halkı ekseriyetle Müslüman olduğu için Portekizli gemiciyi ve ahalisini temkinli karşılıyor. Bunun üzerine Gama, bölgedeki bazı çatışmalardan istifade etmek adına rotasını Malindi’ye çeviriyor. O tarihlerde Malindi’de altı bin, Mombasa’da dokuz bin civarında insan yaşıyormuş. Malindililer de Mombasalılara göre daha az gelişmiş bir yapıya sahip oldukları için dışardan gelen bu unsuru, Mombasa’ya karşı denge sağlamak adına kabul etmiş.

Dışardan gelen Portekizliler buraya yerleşince, adaptasyon ve uyum sağlama sürecinde bazı sıkıntılar yaşanmış. Ancak neticede Portekizliler, bu coğrafi bölgenin bir unsuru haline gelmişler. Malindililerle aralarını evlilikler yoluyla daha da güçlendirmiş ve birlikteliklerini pekiştirmişler.

Hülasa, Mombasalıların kabul etmediğini kabul eden Malindililer, uzun yıllar sürecek bir birlikte yaşamın, ortak hayatın kapılarını aralamış oluyorlar. Mombasalılar, bu ahval üzere kendilerini, dinlerini muhafaza ederken Malindililer ise ne dinlerini ne de kendilerini koruyabiliyorlar. Mombasa’ya nispetle daha güçlü olma hayalleri; nesillerin bozulmasına, etnik ve dinî aidiyetlerinin kaybolmasına sebep oluyor. Firasetsiz işlerin, öngörülemez hataların sadece bugün değil, yıllar sonra bile ne fecaat neticelere yol açtığını üzülerek görüyoruz.

Gönül istiyor ki Evliya Çelebi gibi gezelim. Fakat farkındayız, bugün bunu başarmak kimseye nasip olmaz. Evliya Çelebi’nin bakışını yakalamamız çok zor. Çünkü bizler uçakla, arabayla, trenle giderken Evliya Çelebi’nin düşe-kalka, kona-göçe, bata-çıka tasvir ettiklerini, yaşadıklarını biz nasıl yakalarız?

Her şeyden önce bir seyyahta olması gereken vasıflar, Evliya Çelebi’de toplanmıştı. Zekiliği, gözünün pekliği ve keskinliği, kulağının delikliği, mukayese kabiliyeti fevkaladeydi. Bugünün seyyahı, bütün bu vasıflarla dolu olsa bile; bu hengâmenin, kargaşanın, hızın arasında illa bir şeyleri gözden kaçırır. İşte bu, kaçınılmazdır!..

Hindistan cevizi ağaçlarının altındasınız. Karşınızda Hint Okyanusu… Genzinize kadar hissettiğiniz ağaç kokusu, nem kokusu ve okyanus ferahlığı… Salıncakta sallanıyorsunuz. Zamanın bu noktasında, dünyanın bu bölgesinde salıncağınızla yükselip alçalırken, sahile belli belirsiz aralıklarla vuran dalga hışırtılarını dinliyorsunuz. Sonra dalga hışırtılarına eşlik eden salıncağınızın gıcırtısını duyuyorsunuz. Biliyorsunuz, bu gıcırtı duracak ancak okyanusun hışırtısı durmayacak.

Ağaçların hışırtısı okyanusun gelgitine, okyanusun gelgiti havadaki nem kokusuna, nem kokusu düşüncelerinize, düşüncelerinizse birbirine karışıyor. Hissettiğiniz tek bir şey var: Huzur. Bir daha bu âna kavuşacak mısınız, bilmiyorsunuz. Ama bu ânı bir daha yaşamak isteyeceksiniz.

Kenya Lügatçesi (Svahili)

  • Muzungu: Beyaz adam
  • Matatu: Kaptan, minibüsçü
  • Tuktuk: Motosikletle otomobil arasında-üç tekerlekli araç
  • Mişkak: Şiş, kebap
  • Kituruki: Türk
  • Msikiti: Cami
  • Utalii: Turist
  • Rafiki: Arkadaş
  • Kitabu: Kitap
  • Kalamu: Kalem
  • Karatasi: Kâğıt
  • Simba: Aslan
  • Askari: Asker
  • Dunia: Yeryüzü
  • Ahsente: Teşekkürler

Kenya Aforizmaları

  • Habana haba caze kibaba: Damlaya damlaya göl olur.
  • Yılanın oğlu yılandır.
  • Yavaş giden aslan hata yapmaz.
  • Merkebe teşekkür eden tekmeyi yer.

En Yeniler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu