Araştırmaİnsan

Ördek Sendromu

Başarıya Giden Yolda Çaba Ördek Sendromu

Ördek sendromu nedir mi? Hepimiz, olmayı istediğimiz ve başkalarının da olduğunu zannettiğimiz muhteşem kareler içerisinde boğuluyoruz.

Ördekleri bilirsiniz, havuzda yüzerken uzaktan bakıldığında o kadar güzel görünürler ki, bakanlar dünyada en dertsiz canlıları onlar zanneder. Su üzerinde ufak ayak hareketleriyle, nazlı nazlı bir aşağı bir yukarı gitmek, oldukça güzel olsa gerek.

Gelişen teknolojiyle beraber birçok insanın uzaktan görüntüsü de göl üzerinde yüzen ördekler misalidir. İlk bakışta hepsi dersiniz, keyif içerisinde bir hayat sürmektedir.

Teknolojinin en aşikâr hali; bir avuca, bir cebe, bir çantaya sığabilecek kadar küçük olan telefonlarımızdan; dünyanın farklı noktalarındaki insanları bir araya getirerek etkileşim yapmalarını sağlamaktır. İnternet üzerinden resim, video ve söz paylaşımları yapılıyor. Bu paylaşımlarla, insanlar arasında etkileşim sağlanıyor ve yeni bağlantılar kuruluyor. Bu, neredeyse hayatın bir parçası haline gelmiş durumda.

Sosyal medya ördek sendromunu tetikledi

Sosyal medya; bir bağlantı kaynağı olarak görülüyor. Kimine göre insanların kendini daha özgür hissettiği, çeşitli aktiviteleri takip edip sosyalleştiği, gündemden haberdar olduğu, araştırma becerisini geliştirerek bilgi sahibi olduğu faydalı etkileri olan bir mecra. Kimine göre ise mantıklı düşünme ve akıl yürütme yönünden insanı zayıflatan, sosyal ilişkilere zarar veren, depresyon gibi eğilimlere yol açan ve olmadığı biriymiş gibi görünmek zorunda bırakan bir mecburiyet…

Sosyal medyanın en büyük tehlikelerinden biri, insanları mutluluk yarışına sürüklemeleridir.  İnsanlar sürekli kendilerini birilerine beğendirmek için ya fotoğraf ya da bir söz paylaşarak, beğeni ve takipçi kazanmak istiyorlar. Bu da insanlar arasında sosyal medyada rekabete yol açıyor. Bu rekabet; süreç içerisinde makul olmayan hareketler ve harcamalar yaptırabiliyor.

Bütün bu sosyal medya çabası, fiziken ve ruhen yorsa da dışarıya karşı paylaşımlarda, kişi kendini gayet güzel ve rahat göstermeye çalışıyor, yani olmayanı göstermeye… Harcanan bir efor, tükenen bir enerji, rekabetten dolayı depresyona sürüklenmiş bir psikoloji yokmuş gibi…

Suyun üzerinde o güzel endamlarıyla süzülerek yüzen ördekleri tekrar hatırlayalım. Ne kadar rahat, asil ve sakin bir yapıları vardır. Bu sendromun adı, hayranlıkla izlediğimiz ördeklerin suda yüzmesi izlenerek ortaya çıkmıştır. Suyun üst kısmından bakarken herhangi bir problem olduğunu düşünmeyiz. Esas karmaşıklık suyun altındadır. Ördek, o küçük perdeli ayaklarını hızlıca çırparak suyla mücadelesini sürdürmeye çalışır. Sakinlik, suyun yüzeyinde kalır, altında ise hararetli bir çalışma vardır.

Ördek sendromu ilk nasıl çıktı?

İlk olarak Stanford Üniversitesi tarafından ortaya atılan “ördek sendromu”, öğrencilerin herhangi bir sıkıntı, depresyon, kendinden şüphe etme kaygılarını bastırırken, dışarıdan sakin görünebilme yeteneklerini ifade etmek için kullanılmıştır. Mücadele etmeden sıkıntısız, dertsiz başarma izlenimini; başkalarının “özellikle” bilmesini isteyerek, süslü sözlerle insanlara gösterme çabası bununla ilgilidir.

Esas soru şu: “İnsanlar gerçekten göründüğü kadar mutlu, zengin, başarılı, rahat ya da mükemmel mi?” Cevabı hepimiz biliyoruz. Değiller. İnsanlar, günümüzün “mükemmel olmaya zorlayan, mükemmel olmayanı dışlayan” dünyasına uyum sağlamak için şekilden şekle girmeye mecbur kalıyorlar. Bu durum, yokuş aşağı yuvarlanan kartopu gibi başkalarını da içine katarak büyümeye devam ediyor. İnsanlar, olmayı istediği ve başkalarının da olduğunu zannettiği muhteşem kareler içerisinde boğuluyor.

Başarının arkasındaki o çabayı göremeyip insanların yaşadığı sürece ortak olmadığımız için kolay ve hızlı kazanılmış bir hayatın resmini görüyoruz kadrajda. İşin aslının öyle omadığını hepimiz biliyoruz. Bütün yemekleri lezzetle yapan, mükemmel sunumlu masaların arkasında saatlerce süren hazırlık, lezzete gelene kadar defalarca denenmiş yemekler var… Mükemmel bir tatil görüntüsü paylaşan arkadaşınızın resminin arkasında pek çok tartışma, sıkıntı yaşandı fakat hiçbiri resme yansımadı… İş yerinde rahatça kahve keyfi paylaşan komşunuz, aslında daha geçen haftalarda istifa etmeyi düşündü fakat bu, resimden görünmedi. Bunlara benzeyen pek çok örnek, bizler için “Buzdağının görünmeyen kısmıdır”. Bu, sizin de kendi içinizdeki problemleri ve yaşadığınız zorlukları bilmeniz ama başkaları için –belki çok daha fazlasını yaşamış olmasına rağmen– bunu hissedememenizdir.

İdeal olarak gördüğümüz hayatla, gerçek olan arasındaki pergel açıldıkça birçok psikolojik problem ortaya çıkacaktır. Hayatta kişisel yetersizliklerimiz olmasına rağmen, başarıya giden yolda çaba sarf ediyoruz. Fakat bu çabadan, zorluktan kimsenin haberinin olmamasını, sadece galibiyetten haberlerinin olmasını istiyoruz. Mesela, hiç çalışmadım diyerek yüksek not almak, bizleri daha çok memnun eder. Hâl böyle olunca, dışarıdan bakıldığında hiç çaba göstermeden başarılı ve mutlu olduklarını düşündüğümüz durumlara, “ördek sendromu” denmesi çok manidar. Halbuki bu başarının arkasında pek çok gayret ve sabır vardır.

İşin aslı şudur ki; bir insanın hayatı, ördeğin, suyun üzerindeki süzülüşü kadar hayranlıkla izlenesi değildir. Ancak hayatları hayranlıkla izlenebilecek misaller de yok değildir. Her mutluluk için, çaba gerekir. Hayatın iyi-kötü her yanı insana değer katar. En önemlisi, kendinizi bir başkası gibi olmaya zorlamak, suyun altındaki ayaklara yapacağınız en büyük kötülük olacaktır.

En Yeniler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu