Din ve HayatSağlıklı Hayat

Oruç mu Açlık mı ?

Orucun Açlıktan Farkı Nedir?

Bu topraklarda yaşayan büyük dedelerimiz ve doktor ninelerimiz şifayı mideyi boş tutmakta ararlardı. Önleyici hekimliği ise çok net bir şekilde formüle etmişlerdi: Az yemek, tek çeşit yemek.

Yemek kültürümüzün oruç temelli olduğu devirlerle ilgili Müslümanları anlatan seyyahlar, çok ilginç detaylar tespit etmişlerdir. Bu tespitlerden birkaç tanesini sizinle paylaşmak istiyorum. Maksadım, yemek kültürümüzün bozulmadan önceki halini sizlere gösterebilmek.

Bu günlerde en çok konuşulan mevzulardan biri de uzun yaşamak ve hastalıktan uzak kalmaktır. 1732 yılında basılan eserinde Hollandalı Le Bruyn Müslümanların bunun formülünü bulduklarını görmüştür. Le Bruyn şöyle anlatır: “Müslümanlar güçlü kuvvetli oldukları için pek uzun yaşarlar. Her halde bunun en tabii sebebi gayet sıhhi, iyi gıdalar kullanmalarında ve mideyi bozmak suretiyle ciğerlere, kalp ve dimağa ekseriye zarar veren mütenevvi (karışık) yemeklere ehemmiyet vermemelerinde aranmalıdır. İşte bundan dolayı Türkler nadiren hasta olurlar.” (Corneille Le Bruyn 1732)

Yine az yemek ve yemeklerin hazmı konusunda Marsigli’nin gördüğü şeyler de ilginçtir. “Bu millet yemek hususunda çok kanaatkârdır, yiyeceklerinin sıhhi ve mugaddi (besleyici) olmasıyla iktifa eder, az yemek yer. Her şeyden yediği hiçbir gün yoktur. Macaristan’da Türklerin imparatora iade etmek mecburiyetinde kaldıkları birçok kaleleri, uzun zaman aç kaldıktan sonra teslim etmeleri fıtri kanaatkârlıklarının bir delilidir. Miktarı az olan günlük yiyeceklerini bir kaç öğünde yedikleri için, hiç bir zaman mideleri çok dolu olmadığı gibi büsbütün boş da kalmaz. Hazım fiilinin bu suretle muntazam bir faaliyet takip ettiğinden emin olduğum için, ben bu usulün bir hayli sıhhi olduğuna kaniyim.” (Comte de Marsigli 1732)

Çok Yeme Çok Hasta Olma Devri

Şimdilerde ise bu yemek kültürümüz bozuldu. Her nasılsa yemek için bahane arayanlara döndük. Aslında bu yanlış alışkanlığımızın tarihi de çok yeni değil. Çünkü seyyahların tespitinden çok değil 125 yıl sonra, 1857 yılında Paris’te yayınlanan yine bir seyyahın eserinde, değişen yemek kültürünün getirdiği yeni durum şöyle anlatılmaktadır. “Türklerin faaliyet sahaları o kadar daralmıştır ki, bağdaş kurarak geçirmekte olduğu nebati hayat bütün azasının biçimini bozup onu ağırlaştırmıştır.” (Henri Mathieu)

O tarihlerden sonra her şeyden taviz vermeye devam ettik. Ama sadece yediklerimizden taviz vermedik. Mideleri daha çok doldurmaya çalıştık ve de yemekleri daha çok karıştırdık. Sonunda sürekli bir şeyler yiyen, ne yediğini bilmeyen toplulukların sayısı arttı. Bir zamanlar azar azar üç öğün yemek yerken şimdi, mideler ara atıştırmalarla sürekli dolu tutulur oldu. Bir zamanlar mideleri boş ama sıhhatleri yerinde bir toplum olarak bilinirdik. Şimdi ise karınları dolu sürekli hasta insanlar sarmış etrafımızı. Her geçen gün şişmanlayan şişmanladıkça problemleri artan bir toplumla karşı karşıyayız.

Türkiye Diyabet, Obezite ve Hipertansiyon Epidemiyolojisi’nin yapmış olduğu araştırmaya göre; 1998 yılında kilosu normal olan vatandaşların oranı yüzde 55 iken bu rakam, 2010 yılında yüzde 27,5’a düşmüş durumda. Obezlerin oranı 1998’de yüzde 22 iken bu rakam 2010 yılında yani 4 yıl sonra yüzde 36’ya çıkmış. Kilolu vatandaşların oranı ise 1998 yılında yüzde 23 iken bugün bu rakamın yüzde 36,5’a çıktığı görülüyor.

Orucun Sıhhatli Yüzü

Açlık, perhiz, az yemek, tek çeşit yemek, insan fıtratı için en uygun beslenme şeklidir. Şişmanlık ve karışık yemek ise hastalık davetçisi iki kötü haslettir. Peygamber Efendimiz bu hususu bir hadis-i şerifinde izah etmiş,  ümmeti için gıda ve yemek politikasını şöyle belirlemiştir. “İnsan, karnından daha kötü bir kabı doldurmamıştır.  Belini doğrultacak birkaç lokma yeterlidir, mutlaka bundan fazla yemesi gerekirse, midesini üçe bölsün: Üçte birini yemek, üçte birini su, üçte birini de nefesi (almak) için“ (Tirmizî)

Bir insana günde 250- 500 gr. yemek yeterlidir. Bundan fazlasının hazmı zor olduğu için vücutta kalıntı oluşturur ve hastalık yapar. Vücut bu oluşan hastalıklara karşı sürekli direnç gösteremez. Çünkü sürekli yemek fazlalıkları ve toksinleri atmaya vakit bırakmaz, atılamayan toksinler depolanmaya ve birikmeye başlar. Açlık bu konuda en iyi yardımcıdır. Aç bir beden hazımla uğraşmayacağı için kendini temizlemeye yönelir.

Kalıntı ve toksinler karaciğer ve bağırsaklardan dışkı ile, akciğerlerden öksürük ve nefesle, beyinden hapşırma, gözyaşı, kulak akıntısı ve geniz akıntısı ile, böbreklerden idrarla ve deriden ter ile dışarı atılır. Bu ağır işlerin gerçekleşmesi esnasında vücut fazlasıyla enerji harcar, gereken enerjiyi bulabilmek için glikojen ve yağ depoları kullanılır.

Neticede vücudumuzun kendisini yenilemesi ve hastalıkların daha çabuk iyileşmesi için aç olmak tok olmaktan daha güzeldir. Zaten insan sağlığı için asırlardır kullanılan tedavi yöntemi perhiz olarak uygulanmış ve güzel neticeler alınmıştır. Perhiz şişmanlık gibi bir problemle karşılaşıldığında uyulması gereken mecburi bir programdan ziyade, günlük bir alışkanlık ve hayatımızın bir parçası, bir hayat tarzı olmalıdır.

Oruçta niyet çok önemlidir

Oruca niyet edildiği zaman vücut kendini bu niyete göre programlar. Orucun her günü için belli miktarda fazlalığı atmayı ve gıdaları düzenli harcamayı planlar. Vücudun programını bozmamak için niyeti bozmamak gerekir. Oruç ile açlık da birbirine karıştırılmamalıdır. Açlık niyetiyle oruç tutulmaz ama oruca niyet edilip sıhhat bulunur. Bu yüzden oruca ibadet için niyet edilmelidir. Açlık ise perhiz halidir. Orucun içerisinde perhiz ve açlık vardır ancak perhiz ve açlığın içerisinde orucun olmadığı unutulmamalıdır.

Oruca güzel bir niyet ile başlanması rahat oruç için de önemlidir. Bu hususta Gastroloji Uzmanı Doç. Dr. Mustafa Güçlü, oruç tutmaya hazır hale gelmenin bünyeye faydalı olacağının altını çiziyor. Üç aylardan ilk ikisinin (Recep, Şaban) bünyenin Ramazan orucuna hazırlanmasındaki önemi vurgulayan Güçlü bu hususu şöyle açıklıyor: “Aralıklarla oruç tutmuş bir bünye, oruç tutmaya en hazır bir vücut olarak değerlendirilir. Oruç tutarken kilonun fazla olmasından çok, vücudun oruç tutmaya hazır hale gelmesi önemlidir. Bu da ancak oruç gelmeden bünyeyi oruca hazırlamakla olur. Zaten dinimiz insanların oruçta bu gibi problemlerle karşılaşacağını bildiği için üç aylar gibi manevi bir süreci önümüze koyuyor. O ayların belli dönemleri oruçlar tutuluyor, bu da bünyeyi oruca hazırlıyor.”

Oruç mu Açlık mı?

Oruç sadece aç kalmak değildir. Yapılan araştırmalarda insan yemek yese de yemese de enerji kaybetmektedir. O zaman orucun birçok yönü ortaya çıkıyor. Bunlardan en önemlisi orucun getirdiği tedavi. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri Marifetname kitabında şöyle der “Tokluk hastalığı çağırır, tokluk bütün hastalıkların aslıdır. Açlık ise bütün çarelerin esasıdır. Bütün kalp hastalıklarının menşei, yemek arzusudur. Açlığın lezzetini bilen tokluğa üzülür. Açlık bedene ve ruha faydalıdır. Çok yiyen hayatını yer. Hayatını yiyenlerin elde ettikleri ancak ölümdür.”

Manevi kirleri söken oruç maddi olarak da vücuttan faydasız gıdaları atar. “Oruç zamanı vücut kendisinde senelerce birikerek kalmış ve hazmı imkânsız “atıkları yemeğe” başlar. Organlarda kireç halinde depolanmış birikimler parçalanır, faydalı olanları beden kullanır, gereksiz olanları dışarı atar.”(Adolf  Mayer, Oruç tedavisi )

Açlık ya da perhizin ise manevi bir yanı olmadığı gibi bünyeye de zarar verebilir. Bu hususu Endokrinoloji uzmanı Dr. Ömer Faruk bey şöyle izah etmektedir. “Oruçta düzenli ve yeterli beslenme durumu söz konusu iken tam açlık ve sıkı zayıflama diyetlerinde ihtiyacın altında temel besin alımı olduğu için negatif bir enerji dengesi meydana gelir. Bu nedenle sıkı diyetlerle zayıflamak isteyen kişilerde, ani ölümlere yol açan elektrolit bozuklukları ortaya çıkabilmektedir. Diğer yandan bu tür diyetler “ketozis” denilen yağların oksidasyonu ile ortaya çıkan artıkların kanda artışına ve vücutta metabolik olarak bozulmaya yol açarlar. Oruçta ise bu durumlar gözlenmez.”

Orucun manevi hazzının yanında içinde barındırdığı açlık durumunun getirdiği sıhhat ile perhiz ya da salt açlığın getirdiği sıhhat paralelde aynı gibi algılanabilir. Ancak tıbbi yönden Dr. Ömer Faruk Yenişehir Bey’in yukarıdaki izahını, Peygamberimizin şu hadisi ile daha iyi anlayabiliyoruz. Peygamber Efendimiz “Nice oruç tutanlar var ki tuttukları oruçtan onlara kalan sadece açlık ve susuzluktur.” buyuruyor. Burada orucun açlık yoluyla bedene faydalarının olduğu ancak ibadet niyetiyle yapılmasıyla karşılaştırılmasının mümkün bile olmadığı anlaşılır.

Kilo vermenin en faydalı, etkili yolu oruç tutmak olabilir. Belki fazla kilolu kişilerin oruç tutma sebebi kilo vermek istemeleridir.  Bununla beraber oruç sadece yemekten feragat etmek değil sindirim sisteminin, salgı bezleri sistemi, kan dolaşımı sistemi, solunum sistemi ve sinir sisteminin dinlenme sürecine girmesidir. Bu rahatlamalar psikolojik yani ruhî dinlenmenin başlangıcıdır. Bu bize orucun manevi boyutununun ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor.

Hem Maddi Hem Manevi Bakım “Oruç”

Şu bir hakikattir ki daha fazla yemek organların daha fazla çalışma mecburiyetinde kalması demektir. Oruçla beraber yiyeceğin iftar ve sahurda kontrollü olarak girmesi zamanla organları dinlendirmeye başlar. Oruçlu zamanlarda ağız ve midedeki salgı bezleri, sindirim kanalları, karaciğer ve pankreas dinlenir. Bu sebeple kalp ve atardamarlarda bir dinlenişe girer. Vücuttaki salgı bezleri ve sindirim sularının aktiviteleri durmuş olur. Oruçlu kimsenin oruç sırasındaki durgunluğu bedenin çalışmaması anlamında değildir. Bu durgunluk ve dinleniş hücrelerin bakımı, vücudun kendini onarımı, ruhun dinlenişe geçmesi, huzura kavuşmasıdır.

Sürekli oradan oraya koşuşturan bedenlerimiz iş yoğunluğundan sarsılmıştır. İnsan vücudunun yine aynı düzende ve dengede işleyebilmesi için dinlendirilmeli. Bu dinlendirici de oruçtur. Dr. Dyun’a göre “Beyin felç olursa alınan gıdaların vücuda hiçbir faidesi yoktur. Beynin yorulmaması için de dinlendirilmesi, nadasa bırakılması şarttır. Beynin az yorulması demek vücudun daha düzenli ve sağlıklı olması demektir”. (Sağlık İçin Oruç Kitabı, s.33)

Son olarak oruçtan sonraki dönem, sıhhi ve manevi olarak oruçlu geçirilen dönemden daha önemlidir. Vücut bu günlerde kaybedilen hasta hücrelerin yerini doldurmak için sağlıklı hücreleri çoğaltacak ve organları yeniden inşaa etmeye başlayacaktır. Bunun yanında manevi bir iklimden çıkan insan yeni ortamına ayak uydurmaya çalışacaktır. Oruçtan sonraki süreçte yenilen, içilen ve devam edilen manevi ibadetlere çok dikkat edilmelidir. Orucun faydası tam olarak o zaman anlaşılır.

ORUÇLARIN TERTİBİ

Günlük Oruç:

Ramazanı şeriften başka sene içerisinde tutulması makbul olan günler. Arefe günleri, aşure günü (dokuzuncu veya onbirinci gün ile beraber tutmak), Zilhiccenin ilk 10 günü makbul günlerdendir.

Hafta oruçları:

Haftanın pazartesi, Perşembe ve Cuma günleri

Aylık Oruçlar:

Bu ay başında, ay ortasında ve ay sonunda olmak üzere üç defadır. Ayın ortasında 13, 14 ve 15.’ci günlerdir. Bunlara Eyyam-ı Biyz denir. Faziletli ve hürmetli aylar: Zilhicce, Muharrem, Recep, Şaban. Bu aylara eşhuru hurum da denir

Sene Orucu:

Davud orucu (Savm-ı Davud). Bir gün yiyip bir gün tutmaktır.

Kilo Hesaplama Formülü

‘Kilo olarak risk taşıyan oranlarda mısınız?’ Bunu kolaylıkla ölçebilirsiniz.

Kişinin boyunun karesi alınıyor, kendisinin ağırlığı bu rakama bölünüyor. Mesela bir kişinin boyu 1.70 m ve kilosu 94 ise; 1.70×1.70=2.89 (m2), 94/2.89=32.52kg/m2

 Hangi Değerler Normal

Dünya Sağlık Teşkilatının kriterlerinde, BMI

18-25kg/m2 arası normal,

25-29.9 arasında olanlar fazla kilolu,

30-35 obez (aşırı şiman),

35 üzerinde olanlar ise morbit obez (mutlaka tıbbi tedavi görmesi gerekli) olarak sınıflandırılıyor. Yukarıdaki örnekte sonuç 32.52 olduğu için obez tanımlamasına giriyor.  Yani aşırı şişman.

Hikaye

Halife Harun Reşid bir gün, Hindli, Romalı, ve bir de Iraklı olan üç doktoru bir araya getirerek bunlara, “Her biriniz bana, içerisinde hastalık bulunmayan bir deva (ilaç) söylesin!” diye emretmiş.

Bunun üzerine Hindli ve Romalı birer ilaç söylemişler. En mahirleri olan Iraklı doktorsa bunların sözlerini çürütmüş. Onların, “O halde sence içerisinde hastalık bulunmayan ilaç nedir?” diye sormaları üzerine de şöyle cevap vermiş: “Bence içerisinde hastalık bulunmayan ilaç, yemeğe acıkmadan oturulmaması ve sofradan da yeme isteği olduğu halde kalkılmasıdır”. Onun bu cevabı karşısında diğerleri, “Doğru söyledin!” demişler.

 

En Yeniler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu