KapakAraştırmaİnsan

Yörük Kadını

Bir Ömür Mücadelesi

Günün ağarmaya durmasıyla, güneş doğmadan evvel, sabahın nurunda ilk uyanan Yörük kadını olur. Mücadelesi de başlar günle beraber. Çadırda odun yoksa odun toplayıp getirir. Ateşi yakar, çay suyunu ocağın üzerine kor, kaynayana kadar etrafı, keçileri kolaçan eder. Hazırladığı yalı, köpeğin yiyeceği kaba boşaltır. Sonra gelip demler çayı, hazırlar sabah aşını ve uyandırır ev ahalisini. Kahvaltı biter de Yörük kadının bitmez işi. Sofrayı kaldırır, ortalığı derleyip toplar, şöylece çadırın içini bir süpürdü mü çalı süpürgeyle, bir nebze de olsa evin işi bitmiş demektir.

Eşinin merkezde işi olur bazen, merkeze gider. Davara çoban gerek. Beklemez. “Ev işini daha yenice bitirmiştim, dinleneyim biraz.” demez. Katar sürüyü önüne, çıkarır otlatmaya. Bazen sırtında, bazen kucağında, bazen elinden tutmuş, minik minik adımlarla ona eşlik eden çocuk olur. Ağır gelmez Yörük kadınına, yaşadığı doğal ortam onu mücadeleci kılmıştır, mücadele ruhludur. Verdi mi her şeyini verir; evine, işine, eşine, çocuklarına.

Vakit akşam olur, davarı getirir, sağar. Ev ahalisi acıkmıştır. Yakar tekrar ocağı. Bazlama yapar, yemek pişirir. Keçi sütünden binbir emekle yaptığı peyniri, tereyağını, yoğurdu getirir, koyar ev ahalisinin önüne. Herkes gibi o da çok acıkmıştır; ama herkes gibi çok yemez, az yer ve en son o yer. Her şey tam bitmiş, dinlenmeye çekilecekken bir misafir çıkagelir. Küllenmiş ocak canlandırılır yeniden. İkramlar ile misafir, Yörük kadını tarafından en iyi şekilde ağırlanır. O gece yatıya kalacaksa koşup diğer çadırı hazırlar, misafire bir yatak serer. Bulaşıkları, çamaşırları yıkamadan uyumaz.Bu yoğunluk arasında ibadetini de eksik etmez, bütün işler bitince yatsı namazını kılar, tıpkı sabah her işten evvel sabah namazını kıldığı gibi.

Uyur; ama önce değil, en son o uyur. Sabah herkesten erken kalkması için gece herkesten sonra yatar! Bazen de uyumaz, uyuyamaz. Ana yüreğidir, dayanmaz. Uykuları kaçar geceleri. Geceyle bir mücadeledir ki başlar. Çocuk hastadır, bekler başucunda sabaha kadar. Sabahın seherinde uyusa da çocuk, bu saatten sonra artık kendisi uyumaz.

Yaylaktan kışlağa ya da kışlaktan yaylağa göç vakti gelince başlar hazırlıklar. İşin büyük bir bölümünü, Yörük kadını yapar; yol boyunca yetecek azıklar hazırlanır, çadır toplanır, gidecek eşyalar paketlenir. Göç yolu meşakkatlidir, bitmez hani, uzadıkça uzar, mücadele gerektirir. Yine üstlenir birçok işi. Çadırı kurar ve toplar, yakın çeşmeden su taşır, ocağı yakar, yemek pişirir, ev ahalisinin karnını doyurur.

Bu denli önemli Yörük kadını, Yörüklük hayatı içinde.

Bir Yörük erkeği giderse, onun işini bir Yörük kadını yapabilir; fakat bir Yörük kadını giderse, onun işini bir Yörük erkeği yapamaz, yapsa da zorlanır.

Yörük ailelerinin, kızlarını kocaya vermek istememeleri bundandır. Hayat tarzları içinde ne gibi önemli fonksiyona sahip olduklarını çok iyi bilirler. Ve yine bundan dolayı “kız kaçırma” hadisesi Yörükler arasında pek yaygın, adeta gelenek halini almış durumdadır.

Ailenin temeli

Tabiatla baş başa olanlara, tabiat şunları fısıldar: “Benim bağrımda yaşıyorsan, mücadele nedir bilmelisin. Kendi ayakların üzerinde durmalı, kendi kendine yetmelisin. Öyle bir an olur ki bağırsan, aks-i sedanı duyacak senden başka kimse olmaz. Yine kendi mücadeleni kendin verirsin.”

Yörük kadını, adeta tabiatın bu fısıltısını duymuş, ruhunda hissetmiş; tabiatta ne yaptığını ve yapması gerektiğini bilen biri olmuştu. Pervin Ana’nın anlattığı şu hadise bu konunun üzerine nasıl da denk düşmüştü.

“Bazen doğum sancısı bir dağ başında, davar otlatırken yakalardı Yörük kadınını.” Pervin Ana böyle demiş, şöyle devam etmişti: “Her doğumda ebe hazır bulunamayabilirdi. Yaylakta veya kışlakta, göç yolunda, çadırda ya da dağda, kadının tek başına doğum yaptığı olurdu. Bebeğin göbek kordonunu kendi keserdi, bilirdi. Bu hadise göç yolunda olmuşsa çocuğu sırtlar yoluna devam ederdi; bir dağ başında olmuşsa bebeği önlüğüne sarıp çadıra getirirdi. Sonra tekrar davarın başına geçer, çobanlık yapardı. Durum o kadar normal karşılanırdı ki kadın doğum yaptığını söylemezdi. Ev ahalisi, çocuğun doğduğunu ağlama sesinden anlardı.”

Yörük kadını… Ailenin temeli, hanenin ana direği, ana taşıyıcısı…

Çok şey gördüm bir Yörük kadınında.

Anneliği, sadakati, şefkati yüreğinde…

Bir kıvılcım gibi parlayan ama hiç sönmeyen cesareti gözlerinde…

Mücadeleyi, dişinden tırnağına kadar…

İşte ben, gördüysem bunları, bir tek Yörük kadınında gördüm.

Bir Yörük kadını giderse, obadan giden çok şey olur, bunu bildim.

Er obanın alevi, kız evin közü.

Erkek çadır ise, kadın da onu ayakta tutan direktir.

Velhasıl, bir Yörük kadını giderse obadan; ocak söner, mücadele biter, çadır da onunla beraber gider.

En Yeniler

Başa dön tuşu