Güneşin ilk ışıkları, yol kenarındaki ebegümeçlerinin tozlanmış yeşilimsi yapraklarına düştü. Şehrin uyanmasına birkaç saat vardı.
Papatyalı nevresimin içerisinde uyuyan minik kız kıpırdadı. Usulca gözlerini araladı. “Yaşasın, sabah olmuş.” dedi. Koşarak, rengârenk boya kalemlerini ve tavşanlı resim defterini aldı. Beyaz kâğıdın üzerinde renkler ve kalemler gönlünce dolandı. Derken yavaş yavaş kepenkler açıldı. Kahvaltı yapılıp beyler işe, çocuklar ise okula gitti. Hafif bir esinti, balkonlarda saksılara yeni ekilmiş nane yapraklarını havalandırdı. Nihayetinde, küçük kızın odasının kapısı yavaşça açıldı. Annesi, eli yüzü boyanmış kızını görünce, tiz bir çığlık attı. Boya kalemleri öylesine korkmuştu ki hepsi korkudan bembeyaz kesiliverdi. Annenin soğuk ikazları, pembe halıdan beyaz duvara kadar odayı hıncahınç doldurdu. Duvardaki termometre “bırr” dedi; “Ne kadar soğuk!” ve içindeki civa, kılcal cam borunun mavi renkli haznesine süzüldü.
Minik kız, son bir umut, “Baksana anne, neler neler çizdim.” dedi. Uçan bir balık ve yüzen bir kuş, altın rengi gökyüzü ve ne olduğu anlaşılmayan şekiller. Anne, şehrin griliğinden derince bir nefes aldı. “Beni iyi dinle.” dedi.
Sesi, kendinden emin ve gürdü.
“Balıklar uçamaz.”
O esnada Japon televizyonundan bir ekip, Yakushima Adası açıklarında bir uçan balığı görüntülediler. Balık, havada 45 saniye kaldı.
“Kuşlar yüzemez.”
Birkaç penguen, bu sözü duymuşçasına paytak paytak yürümeyi bırakıp bir buzuldan kayarak suya daldı.
“Ve gökyüzünü altın renge mi boyadın?”
Minik kız, küçücük penceresinden, üzerine sisin çöktüğü gri şehre baktı. Üzüntüyle başını eğdi.
Gün doğdu, geceler oldu, takvim yaprakları yekdiğerine nöbetini teslim etti. Annesi kızına bildiği her ne varsa öğretti. Apartmanın minik bahçesinde nasıl maydanoz ekildiğini bile gösterdi. “Komşular arasında, en iyi ışık alan yeri ben aldım.” diye gülümsedi.
Birkaç kilometre ötede, ilkokul koridorunda hızlı hızlı yürüyen ve saçlarının ortası iyice açılmış müdür muavinin elindeki listede, minik kızın adı da vardı.
Okulun ilk günü, jilet gibi ütülenmiş tertemiz kıyafetlerini giydi. Tahta sıralarda ona ayrılan yere yerleşti. Öğretmeni, ilk önce rengârenk kalemler verdi. “Hadi, bir balık çizin.” dedi. Kız, mavi okyanusta yüzen mavi bir balık çizdi. Göz ucuyla, sıra arkadaşının resmine baktı.
Güneşin yanındaki balığı görünce emin ve gür bir şekilde yineledi.
“Balıklar uçamaz ki!”
Daha sonra öğretmen, bayrak kapma yarışması yapılacağını söyledi. Minik kız koşarken karşı takımdaki arkadaşını ittirdi. Çocuk dengesini kaybetti ve beton zemine düştü. Diz kapağından yayılan kiraz rengi kan, betonun üzerine damladı. Minik kız, koşarken arkasına bir kez olsun bakmadı, bayrağı aldı ve gülümsedi:
“Ben kazandım.”
Gün, ikindiye döndüğünde ve eve gidiş zili çaldığında, neşeyle eve koştu. Heyecanla dedi, “Anne, okulda çok güzel bir resim yaptım ve bir yarışmayı kazandım.” Annesi neşeyle gülümsedi. “İşte” dedi. “İşte benim akıllı kızım. O halde şimdi bir hediye kazandın.”
Ve uzun, düzgün kenarlı bir cetveli minik kıza uzattı. Kızın gözünden belli belirsiz bir bulut geldi ve hemen geçti. Coşku dolu cevap verdi. “Teşekkürler anne.”
Minik kız, gri elbisesi ile masasının başına geçti. Sonunda düpdüzgün gökdelenler çizebilecekti. Çizdi, sildi, tekrar çizdi ve tekrar sildi. Öyle ki zamanın nasıl geçtiğini bile anlamadı. Açık pencereden içeri, nereden geldiği bilinmez, tertemiz bir hava süzüldü. Saat dörde geliyordu, gün ışığı altın renkli ve akışkandı…