25 Asırlık Bir Mesnevi: İskendernâme

Mesnevi müellifi Ahmedî, İskender-i Zülkarneyn olarak da bilinen Zülkarneyn (a.s.) ile Büyük İskender’in hayat hikâyelerini tek kişi üzerinde anlatmıştır. Kur’an-ı Kerim’de İsmi zikredilen Zülkarneyn Aleyhisselam “yecüc ve mecücle” savaşmış ve bakırdan/demirden bir set çektirmiştir. Ahmedî ise bu mesnevi eserinde bu hadiseyi Makedonyalı İskender’in tahtında anlatmıştır. Yine bu mesnevi eserde anlatılan ejderhalarla savaş, ab-ı hayat suyunun aranması ve Hızır Aleyhisselam ile ilgili de halk arasında anlatılan Zülkarneyn Aleyhisselam hakkındaki hikâyelerdir. Bu sebepten tarihi bir geçerlilik \ kaynak sahibi değildir. Tarihte yaşadığı bilinen İskenderleri tek bir kişi tahtında ve bütün halinde kaleme almıştır.

Fakat konu itibariyle İskendername; tıp, astronomi, astroloji gibi birçok alandan bilgiler sunmaktadır ve çok zengin bir içeriğe sahiptir.

Milattan 4 asır kadar evvel İran hükümdarı Dârâ, duyulmuş ve görülmüş bütün memleketleri fethetmeye karar verdi. Dört bucağı zapt ederken gözünü Rum iline dikmişti. Dârâ’nın Sina Çölü’ndeki kum adedince askeri olduğuna inanılıyordu ve Dârâ Rum ilini fethetmeden bu dünyadan göçmeye niyetli değildi.

MESNEVİ ESERDE İRAN HÜKÜMDARI DÂRÂ’NIN RUM İLİNİ FETHİ

Dârâ’nın bütün komutanları Rum’u fethetmek üzerine hazırlıklara girişti çünkü herkes biliyordu ki Rum hükümdarı savaşmadan topraklarını kimseye vermeyecekti. Dârâ’nın elçisi Rum hükümdarının huzuruna vardığında şehrin anahtarlarını istemişti. Rum hükümdarı ise savaşmayı tercih etti.

Dârâ bütün kuvvetlerini Rum sınırına dayandırdı ve çetin savaş sonunda Rum ilinin de sahibi oldu. Artık kendisi için fethedilecek bir toprak kalmamıştı. Dârâ’nın Rum iline komutan olarak bırakacağı birisi vardı; o da Filikos’tu. Dârâ, Filikos’un biatine güveniyordu, bütün Rum ilini onun denetimine bıraktı ve haraç bağladı. Aynı zamanda Filikos’un kız kardeşiyle evleniyor. Rum ilinden ayrılmadan önce doğacak çocuk için “Eğer erkek olursa bütün Rum toprakları onun olsun ve Filikos da ona atabeklik etsin” dedi. Dârâ, bu emre kimsenin karşı koyamayacağını bildiğinden İran topraklarına geri döndü. Şayet fetihten fetihe koşan bir ömrün son demlerini zevk ve safa içinde geçirmek istiyordu. Savaştan sonra talan olan Rum toprakları ise toparlanmak için Filikos’a muhtaçtı.

MESNEVİ ESERDE İSKENDER’İN DOĞUMU VE TAHTA OTURMASI

Filikos Rum ilini tekrar düzene koymaya çalışırken İran hükümdarı Dârâ ölmüştü ve yerine oğlu Dârâb, şah olmuştu. Bu sırada Filikos mecliste kara kara düşünürken bir müjdeci, çocuğun doğduğunu bildirdi. Filikos derhal falcıları toplattı ve doğan çocuğun falına baktırdı. Doğan çocuğun bahtı açıktı. Fala göre doğan çocuk, Dârâ gibi yüzlerce hükümdara diz çöktürecek ve dünyanın hâkimi olacaktı. Haberi alan Filikos bütün Rum ilinde şenlik başlattı, yoksullara altın ve gümüş dağıttı. Doğan bu bahtı açık çocuğa İskender adını verdiler.
İskender, hocası Aristoteles tarafından yetiştirildi. Tıp, astronomi, hendese, at biniciliği ve silah ilimlerinde oldukça mahirdi. Parlak zekâlı ve bahtı açık bu çocuk zaman zaman Aristoteles’i bile hayrete düşürüyordu. Zaman geldi ve İskender 15 yaşındayken Rum ilinin hükümdarı Filikos öldü. Artık bütün Rum ili İskender’e kalmıştı. İskender ülkenin başına geçince halkın sorunlarını çözmeye çalıştı. Aynı zamanda başta Aristoteles olmak üzere birçok bilginden yardım aldı, görüşlerini değerlendirdi. Âlimlerin görüşüne uyarak yönettiği devleti güçlendi. Bu meclislere ara ara Hızır Aleyhisselam da dâhil oldu ve diğer bilginlerin hatalarını düzeltti. Hızır Aleyhisselam bu meclislerde, bir olan Cenabı Hakka imanın ehemmiyetinden, kâinatı yaratan Hazreti Allah’a iman etmek gerektiğinden bahsetti. Bu emir ve tavsiyelere uyan İskender kısa zamanda güç topladı. Kim bir memlekette zarara uğradıysa İskender’in ordusuna katıldı. Bu sayede İskender’in hem ordusu hem de devleti güç kazandı.

Bir gece İskender bir rüya gördü, derhal hocası Aristoteles’e danıştı. Rüyasında sema ikiye yarıldı ve bir melek indi, elindeki kılıcı İskender’e verdi. Bu kılıcı Cenabı-ı Hakk’ın gönderdiğini söyleyerek cenk etmesi gerektiğini beyan etti. Artık doğu ve batı bir uçtan diğerine İskender’e verilmişti. İskender rüyası üzerine Aristo ile görüştü ve yapılan yoruma göre artık İskender’in düşmanlarına karşı savaşması gerekiyordu.

İSKENDER’İN İRAN’I FETHİ

Bunun üzerine İskender ilk olarak İran hükümdarı Dârâb ile savaşmak istedi. Dârâb’a bir elçi göndererek artık tahtın ve tacın kendisine ait olduğunu, Dârâb’ın ise kendisine vergi vermesi gerektiğini iletti. Bu duruma sinirlenen Dârâb da İskender’e bir elçi yolladı. Dârâb’ın elçisi İskender’in huzuruna çıktığında elinde bir çuval susam vardı. İskender’in huzurunda bu susam çuvalını açtı ve yere serdi. Mesaj açıktı. Eğer İskender sözünden geri dönmezse Dârâb bu susam adedince askerle Rum ilini harap etmeye gelecekti. Bu mesaja mukabil İskender de derhal bir horoz getirtti ve bütün susamları o horoza yedirtti. İskender’in bu tutumdan maksadı ise “gelen bütün İran askerlerini tek bir askerimizle yok ederiz’di”.

Savaş bayrakları çekildi. Tarihin şahit olduğu en çetin savaşlardan biriydi. Dünya Dârâb’a dar geldi ve tacını tahtını İskender’e bırakarak kaçtı. Bu sırada İskender Çin fağfurunu ve Fas ilinin şahını da tutsak eyledi. İran ordusunun komutanları tutsak edildi. İskender otağını kurdu. Dârâb’ın ordusundan muhteris iki komutan Dârâb’a ihanet etti ve Dârâb’ı öldürmek teşebbüsüyle yaraladı hemen ardından İskender’in ordusuna iltica etti. İskender bu hadiseden memnun kalsa da bir yandan üzüldü. Çünkü cenk meydanında kendisi gibi bir komutan ölmek üzereydi ve ölüm hali eninde sonunda kendisini de bulacaktı. Bu durumu derhal Aristoteles’e danıştı. Aristoteles, bu iki muhteris komutanın derhal cezalandırılması gerektiğini çünkü hükümdarlarına karşı suç işlediklerini bildirdi. İskender o iki askeri derhal oracıkta astırdı. Bu hadiseyi duyan Dârâb ise her şeye rağmen bu haberden memnun oldu ve İskender’e haber yolladı “Bütün İran mülkü senindir” diye. Haberi alan İskender, Dârâb’ın çadırını ziyaret etti. Dârâb ise artık İskender’e öfkeli değildi çünkü o da biliyordu ki mal da mülk de daimi değildi. Feleğin dönüşünde bir karar yoktu. Artık yeni cihan hâkimi İskender’di. Mal ve mülk onun eline verilmişti. Bu sebepten Dârâb tacını ve tahtını resmen İskender’e teslim etti.

ZABİLİSTAN, SİND VE HİND TOPRAKLARINI FETHİ

Daha fethedilecek birçok yer, yelken açılacak yeni mecralar vardı İskender için. Yola koyuldu ve Zabilistan topraklarını gezmeye başladı. Bu topraklarda Zeresb isimli bir savaşçı vardı. Tebdil-i kıyafet girdiği topraklarda Zeresb ile tanıştı. Zeresb, elçi olarak tanıdığı İskender’in düşüncelerinden etkilendi. Beraber yediler içtiler bir müddet. Bu süre içerisinde İskender Zeresb’in kızı Gülşah’ı gördü bir gül bahçesinde. Âşık oldu o gül cemâle. Gülşah da İskender’i görmüştü. İskender derhal otağına geri döndü ve durumu hocası Aristoteles’e anlattı. Aristoteles ise baktı ki İskender’in gözü aşkından başkasını görmüyor, yollara düştü ve Gülşah’ı Zeresb’den İskender’e istedi. Tebdil-i kıyafet tanıdığı kişinin İskender olduğunu öğrenen Zeresb sinirden küplere binmişti çünkü İskender onun düşmanıydı. Aristoteles’in isteğini geri çevirdi. İskender ise buna mukabil şehri kuşattı ve savaşın ardından hem Zabilistan topraklarının hâkimi oldu hem de âşık olduğu o gül cemâl ile nikâh kıydı.
Bütün bu toprakları fethettikten sonra Büyük İskender Sind ve Hind topraklarına ilerlemeye karar kıldı. Keyd yönetimindeki Hind toprakları sulh yoluyla İskender’e bağlandı. Sind topraklarının hâkimi olan Fûr ise topraklarını İskender’e bırakmaya niyetli değildi. Bu kez İskender Fûr’a karşı savaş açtı. İki yüz bin askeriyle savaş meydanına geldi. Fûr ise o zamana kadar savaşta kullanılmayan filleri meydana çıkardı. On iki bin fil İskender’e karşı mevzilenmişti ve her filin üstünde üç asker vardı. İskender Fûr’un savaş taktiğini anladıktan sonra bakırdan bin tane kocaman fil yaptırdı ve içini patlayıcı maddelerle doldurdu. Her fili bir kağnıya bağlayarak ilerletti. İskender’in bakır filleri Fûr’un ordusuna yaklaşınca İskender filleri patlattı ve patlamanın şiddeti ve etkisiyle Fûr’un bütün filleri ormana kaçıştılar. Bu sayede İskender Fûr’un ordusuna galip geldi. Fûr’un tacı ve tahtı İskender’in oldu. Fûr’dan kalan hazineyi ise o gün halka dağıttı ve zaferini kutladı.

DÜNYAYI KEŞFİ VE GARİP CANLILARI GÖRMESİ

İskender, Sind’i ejderhalardan kurtardıktan sonra dünyayı gezmek, dolaşmak istedi. Büyük kadırgalar yaptırarak denizde seyahate başladı. Bir müddet gittikten sonra Rayiç adında bir adaya otağ kurdurdu ve burada gördüğü garip hayvanların tespit edilip toplanmasını istedi. Burada insan benzeri uçan hayvanlar, kuş gibi uçan kedi benzeri hayvanlar vardı. Bunlar kendi aralarında anlaşılmayan bir dilde konuşuyorlardı. İskender hayret ederek bu hayvanları keşfetmeye çalıştı.

İskender çıktığı bu keşif gezilerinde Betan, Vakvak, Etvarip gibi birçok belde gezdi ve olağanüstü hallerle karşılaştı. Birçok bilge gördü ve fikri olarak hepsinden menfaat buldu.

İskender, buradan Çin’e yöneldi. Çin’in hükümdarı ise o zamanlar Tamgaç Handı ve İskender’in namını çok öncelerden duymuştu. İskender’in ordusuyla beraber üzerine geldiğini duyunca ne yapması gerektiğine karar verdi. Bu kadar güçlü bir orduyla savaşması kendisi için felaketten başka bir şey getirmezdi. O sebepten İskender’e itaat etmekten başka çaresi yoktu. İskender Çin sınırlarına dayandığında Tamgaç Han İskender’in huzuruna çıktı, atından indi ve yer öptü. İskender’e bağlılığını bildirdi. İskender bu durumdan çok memnun kaldı, Çin’in yönetimini Tamgaç Han’a bahşetti, ona hediyeler verdi. Burada bir müddet konaklayan İskender Keşmir topraklarına doğru yola çıktı. Burada asi olan bazı kavimler vardı ve İskender bu kavimleri tekrar muti eyledi.

YECÜC VE MECÜC İLE MÜCADELESİ

İskender yolculuğuna devam ederken iki koca dağın olduğu bir beldeye geldi. Buradaki insanların açlıktan kırıldığını gördü. Hayretler içinde buradaki halk ile görüştü. Halk durumu anlattı. Hal o dur ki burada yecüc ile mecüc vardı ve buranın insanlarına hiç dirlik vermezdi. Bina yapsalar gelip tahrip ederdi, ekin ekseler tarlaları yok ederdi. Yarım insan boyunda, kıllı ve sivri pençeleri vardı. İskender bu durumu duyunca bu insanları kurtarmak için düşündü ve bir plan yaptı. Civardaki bütün bakır ve demir madenlerini toplattı, iki dağ arasına da bir set çektirdi. Seddin arasını demir ve bakırla doldurdu ardında sedde devasa ateşler püskürttü ki demir ve bakır birbirine sıkıca tutunsun. Bu sed yapıldıktan sonra yecüc mecüc bu ile asla giremedi, koca Seddi aşamadı. Bu beldenin insanları da mamur oldular.

KAYDAFA İLE MÜCADELESİ

İskender fetihlerinden sonra bir gün mecliste âlimlerle otururken Kaydafa isimli bir zatın ismi geçti. Bu zat büyük bir hükümdar ve âlim bir kişiydi. İskender derhal bu kişinin kendi emri altına girmesini ve kendisine itaat etmesini arzuladı. Derhal elçileri gönderip Kaydafa’ya savaş ilan etti.

Kaydafa derhal İskender’e bir mektup yazdı. Mektupta tac ve tahtın Hazreti Allah’a ait olduğu yazılıydı. Muhakkaktır ki Doğu da Batı da Hazreti Allah’ındır, dedi. İskender’e kibrin kötü sonuçlara yol açacağından ve bir gün kendisinin de ölüp gideceğinden bahsetti. İskender mektubu okuduktan sonra içine bir acı ve korku düştü. Çünkü mektupta yazılanların hepsi doğruydu. İskender durmadı, ordusunu toplayıp Kaydafa’nın mülkünün önüne dayandı. Fakat Kaydafa’nın ordusu da güçlüydü. İskender bu savaştan zaferle çıkmak için bu bilmediği memleketin yollarını ve coğrafyasını öğrenmek zorundaydı. Bir hile düşündü. Kaydafa’nın topraklarına tebdil-i kıyafet girdi ve Kaydafa’nın huzuruna çıktı. Kaydafa huzurundaki kişinin alelade bir zat olmadığını bakışlarından anladı. Daha önce bir resmini de gördüğünden onun İskender olduğunu bildi. İskender hile yapmaya çalışırken Kaydafa kendisinin kim olduğunu bildiğini söyledi. Sulh imzalanırsa İskender’i serbest bırakacağını söyledi.

İskender söz verdi, ordusunu toplayıp gitti ama içi içini yiyordu. Bu toprakları yerle bir etmek istiyordu. Tekrar bir hile düşündü. Denize yakın bu toprakları suyun altında bırakmak için bir kanal yaptırdı. Bu kanal iki denizin suyunu birleştirecekti ve deniz seviyesinin altında kalan bu şehir de suyun altında kalacaktı. Derhal işe koyuldu, bütün gücüyle bu kanalı kazdırdı ve Kaydafa’nın mülkü, tacı tahtı sular altında kaldı.

İskender tahtın büyüsüne kapılmıştı, yeni fetihler istiyordu. Vezirine gemi hazırlattı ve yeni ülkeler bulmak için yolculuğa çıktı. Bir yıl boyu okyanusta yol aldılar fakat hiçbir memleketle karşılaşamadılar tam dönecekleri sıra bir gemiyle karşılaştılar. Gemiler yan yana geldiğinde iki gemiden kimse birbirinin dilini anlamıyordu. Buna bir çözüm bulmak için birbirlerinin dillerini öğrendiler. İskender krallarının kim olduğunu sordu gemideki tayfaya. Tayfa ise İskender adında bir hükümdarlarının olduğunu ve cümle yerlerin sahibi olduğunu söyledi. Bunu duyan İskender seferden vazgeçip tahtına geri döndü.

İSKENDER’İN AB-I HAYATI ARAMASI

İskender ülkesinin imarıyla uğraşırken baktı ki ülkesi kemale ermek üzere, mamur olmuş bir beldesi var. Hemen içini bir korku kapladı. Çünkü olgunlaşan bir şey için artık son yaklaşmış demektir. İskender öleceğini düşündü ve tahtında bir gün yine kara kara düşünürken bir veziri onun bu halinden sual eyledi. İskender durumu anlatınca vezir derhal bir fikir sundu. Doğuda bir pınar vardır onu içen kişi ölmez ve gençleşir dedi. Bu fikir İskender’in aklına yattı ve devlet yönetimini oğlu İskenderus ve Aristoteles’e bırakarak yola koyuldu. Yanında yoldaşı Hızır (a.s) vardı. Ab-ı Hayat yolculukları boyunca birçok mücadeleye göğüs gerdiler, ölümden döndüler. Bir ara bir fırtına çıktı İskender’i bir kenara Hızır’ı (a.s) bir kenara bıraktı. Fırtına dindikten sonra İskender baktı ki etrafında ne askerleri var ne de Hızır. Öleceğini anladı derhal bir vasiyet hazırladı. Hızır (a.s.) ise Ab-ı Hayat pınarının başındaydı ve ölümsüzlük ona nasip oldu. İskender vasiyetini yazdıktan sonra dünyadan göçüp gitti. Devleti de dağıldı.

Exit mobile version