Aç, duyguları dengeleme arzusu ve iç konfor durumunu yeniden yapılandırmak için bir şeyler yapmaya ihtiyaç duyar. İnsanın davranışları, ihtiyaçları ve ihtiyaçlarını tatmin etmek için zeki buluşlar ile bağlantılı bilgi-enerji süreçlerinin dışa yansıması açkan daha yoğundur.
Etkili düşünebilmek için bedenimizi ve beynimizi, sürekli beslemek zorunda gibi hissederiz. Oysa beynimiz, kontrollü şekilde aç kaldığında, sandığımızdan daha iyi bir düşünme performansı ortaya koyabiliyor.
Düşünmek, fikir ortaya çıkarmak, komplike bir durumdur. Beyin, algılanan bilgileri işler, değerlendirir ve anlamlandırır. Önce nöronlar, sinaps adı verilen bağlantılar aracılığıyla iletişim kurar. Düşünme süreci, bu nöronların elektriksel ve kimyasal sinyallerle etkileşime girmesiyle gerçekleşir. Sonra dışarıdan gelen diğer bilgiler, beyne iletilir ve bilgi burada işlenir. Mevcut bilgilerle yeni bilgilerin karşılaştırılmasını ve ilişkilendirilmesini, beyin yapar.
Hafıza ise düşünce açısından bakıldığında geçmiş deneyimler, öğrenilen bilgiler ve anılar demektir. Düşünme sürecinde bunlar referans olarak kullanılır. Farklı beyin bölgeleri, düşünme sürecinin, farklı yönlerinden sorumludur. Örneğin, frontal loblar, karar verme ve problem çözme, temporal loblar, hafıza ve dil, parietal loblar, duyusal bilgi işleme ve oksipital loblar, görsel işlemeyle ilgilidir.
Bu süreçler, bilinçli düşünmenin basamakları olarak sayılabilir. Bir de bilinç dışı denilen, duygular üzerinden kararı etkileyen düşünme türünden bahsedilir. Duygular, düşünme sürecinde önemli bir rol oynar. Karar verme, problem çözme ve bilgi işleme süreçleri, duygusal durumlardan etkilenir.
Bilinçli düşünme, farkında olduğumuz ve kontrol edebildiğimiz düşünceleri içerirken, bilinçaltı düşünme, farkında olmadığımız ve otomatik olarak gerçekleşen düşüncelerdir.
Sıra dışı ve farklı düşünme noktasında, duygular devreye girer. Duyguların olduğu yerde açlık ve tokluk durumu önemlidir. Çünkü açlık, beynin düşünme algoritmasını, sanılandan fazla etkiler.
Orucun düşünce üzerindeki etkileri
Tok insan, hislerini, yapmak istediği işe yüzde yüz veremez. Tok insanın hisleri dağınıktır. Bir icat yapmak istediğinde tok ise aklı ile baş başa kalmış demektir. Duygularını da işe katmak istiyorsa belli ölçüde aç kalması gerekir.
Hisler, zihnimizde enerji oranlarını sürekli değiştirir. Bu değişikliğe cevap olarak insanın bilinçaltında motivasyon, hayat tarzı, beslenme geçmişi ve manevî durumu devreye girer. Aç olan beyin, bu faktörlerle dengelenmeye çalışır.
Açlık yaşayan insan, duygularını dengelemek ve iç konfor durumunu yeniden oluşturmak için harekete geçme ihtiyacı hisseder. İnsanın davranışları, İnsan, açlık durumunda iken, davranışları, ihtiyaçları ve bu ihtiyaçları karşılamak için yaptığı zeki buluşlar arasındaki bilgi-enerji süreçlerini daha yoğun bir şekilde dışa yansıtır.Örneğin, insan su içme ihtiyacı hissettiğinde, bu ihtiyacı karşılamak için akılsal süreçler devreye girer. Duyu organlarının desteği ile çevrede, su kaynağı aranır.
Duyu organlarından gelen her bilgi, hafızada “su” algısı ile karşılaştırılır. Duyu organlarından herhangi biri su ile ilgili bir bilgi algıladığında, zekâ bu bilgiyi değerlendirir ve içilebileceğini tespit eder. Ardından akıl, “Yaklaş ve suyu iç” şeklinde karar alır.Sonuç olarak, istek karşılanır ve ihtiyaç giderilir.
Hafızayı oluşturan çeşitli unsurlar, suya ulaşma sırasında bir bütün olarak harekete geçmişlerdir. Duyu organlarından gelen bilgi, hafızadaki mevcut bilgilerle karşılaştırılmış ve zekâ, bu hayati konu üzerinde bütün enerjisini kullanabilmiştir.
İnsan, bilinçli olarak oruç tutmaya başladığında kendi şuurundaki patolojik (hastalıklı) oluşumları “beslemeyi” keser. İşte tam bu noktada, insan biyolojisi ile duyguları arasında bir mücadele başlar. Şuurumuzda yer alan duygular oldukça çeşitlidir: Kendine sevgi, acınma, sabırsızlık, özenti, kendine karşı adaletsizlik, fazlalıkları gidermek için isteksizlik, kıskançlık, korku, güvensizlik ve çeşitli şüpheler gibi.
Oruç sırasında, insanlar farklı düşünme biçimleri, “enerji patlaması” ve “parlamalar” yaşayabilirler. Örneğin, hiçbir açık neden olmadan, kişinin beyninde aniden “şimşek çakar” gibi ani enerji yükselişleri olabilir. İnsan, oruç tutmaya başlarken, halsiz düşme korkusuyla bu enerjinin nereden geldiğini anlayamaz.
Parlama anlarında ise, kişinin patolojik psikolojik baskısı kaybolur. Korkular ortadan kalkar ve beyin, olması gereken seviyenin üzerinde bir çalışma kapasitesiyle hizmet vermeye başlar.
Bir misal
İmâm-ı Gazâlî Hazretleri, oruç bahsini anlatırken iki hadîs-i şerîf üzerinden, tefekkür konusuna farklı bir derinlik kazandırır.
– Muhakkak şeytan, kanın (bedende) dolaştığı gibi insanın damalarındadolaşır. (Yani onun vesvese ve hilesi insanın bütünuzuvlarına ulaşır.)
– “Eğer şeytanlar, âdemoğullarının kalplerinde dolaşmasaydı, onlar, gökler âleminin gizliliklerini görürlerdi.”
Oruç, hususi ile şeytana mani olduğundan, şeytanın yollarını kesip daralttığından dolayı Allahü Teâlâ’nın “oruç benim içindir” kavl-i şerifine hak kazanmıştır.Allah’ın düşmanı olan şeytana mani olmak, Allahü Teâlâ’ya yardım etmektir. Allah’a yardım eden de nusret-i İlâhiye nail olacaktır… Nefsanî arzularşeytanların otladığı merasıdır. Bu otlar verimli, mahsuldâr oldukça şeytanlar oradan eksik olmaz. Bu sebeple kul, Allahü Teâlâ’nın azamet ve celalini anlayamayacağından rahmet ve rızâ-ı İlâhiden mahrum kalır(İhyau Ulumi’d-Din Cilt 1, S. 648-649)
Klasik anlatım
Oruç sürecinde ve sonrasında, insanın zekâ seviyesi üç temel şekilde olumlu etkilenir:
► Hafızanın Güçlenmesi: Oruç sırasında, duyu organlarından alınan bilgiler daha etkin bir şekilde hafıza “bankasında” mevcut bilgilerle karşılaştırılır. Psikolojik baskıların azalması, hafızanın güçlenmesini ve daha verimli hale gelmesini sağlar.
► Zekânın Daha İyi Çalışması: Psikolojik baskılar, duyu organları ile hafıza arasındaki bilgi-enerji yolunu ve karar alma süreçlerini olumsuz yönde etkiler. Oruç, bilinçli sabır sayesinde bu psikolojik baskıların oluşturduğu patolojik bilgi-enerji yumağını “siler”. Bu sayede, algılama ve karar alma fonksiyonları engelsiz çalışır, zihnin çeviklik ve netlik kazanmasını sağlar.
► Farklı Fikirlere Ulaşma Yeteneğinin Gelişmesi: Oruç, vücuttaki toksinlerin atılmasını sağlar. Toksinler, insan zihninin bilgi ve enerji süreçlerini engelleyebilir. Toksinlerin atılması, bu bilgi-enerji süreçlerinin saflığını geri kazandırır ve kişinin bilişsel işlevleri iyileşir. Bu durum, huzur, net düşünme ve özgün kararlar alma şeklinde yansır, kişinin farklı fikirlere ulaşma yeteneği gelişir.
Bilimsel anlatım
Bilimsel çalışmalarda, aç kalmanın beyin üzerindeki etkileri karmaşık ve çok yönlüdür. Ancak, planlı şekilde açlık ve oruç tutmanın, bazı bilişsel ve nörolojik faydaları olabileceği öne sürülmüştür. Bu faydalar, üç temel maddede özetlenebilir:
• Açlık, vücudun ve beynin antioksidan savunma mekanizmalarını artırabilir, bu da oksidatif stresi azaltarak beyin hücrelerini koruyabilir. Kontrollü açlık dönemleri, bazı çalışmaların gösterdiğine göre, bilişsel fonksiyonları iyileştirebilir. Ayrıca bu durum, beynin yeni sinir hücreleri oluşturma süreci olan nörogenezi, teşvik edebilir.
• Beyin Türevli Nörotrofik Faktör (BDNF-Brain Derived Neurotrophic Facto) Artışı: Açlık, BDNF seviyelerini artırır. BDNF, beyin sağlığı için önemli olan ve öğrenme ile hafıza süreçlerini destekleyen bir proteindir.
• Açlık dönemlerinde vücut, enerji için glikoz yerine ketonları kullanmaya başlar. Ketonlar, beyin hücreleri için daha verimli bir enerji kaynağı olur.
Ketonların beyin hücrelerine etkisi
Ketonlar, vücudun enerji için yeterli glikoza sahip olmadığı durumlarda ortaya çıkar ve yağların, enerji için kullanıldığı bir durumdur. Bu durum genellikle karbonhidrat alımının çok düşük olduğu bir diyet veya kontrollü açlık durumlarında görülür. Ketonlar, glikozun yerine enerji kaynağı olarak kullanıldığında, beyin hücrelerini çeşitli şekillerde olumlu etkiler.
Ketonlar, özellikle beta-hidroksibütirat (BHB) ve asetoasetat, mitokondrilerde hızlı ve etkili bir şekilde enerji üretimine katılır. Bu, beyin hücrelerinin (nöronların) enerji ihtiyacını karşılamak için yeterli yakıt sağlamasına yardımcı olur. Bazı araştırmalar, ketonların, glikoza göre daha verimli enerji üretebileceğini göstermektedir.
Ketonlar, glikoza göre enerji üretim sürecinde daha az reaktif oksijen türleri (ROS) üretir. ROS, hücresel hasara ve oksidatif strese yol açabilir. Daha düşük ROS üretimi, beyin hücrelerinin daha az strese maruz kalmasını sağlar ve hücresel hasarı azaltır. Bu durum, nöroprotektif etkiler oluşturur ve beyin hücrelerini korur.
Ketonlar, beyin hücrelerini stres ve iltihaplanmadan korur. Ayrıca ketonlar, beyin hücrelerinin hayatta kalmasını destekleyen moleküllerin (örneğin, BDNF – Beyin Türevli Nörotrofik Faktör) üretimini artırır.
Bazı araştırmalar, ketojenik diyetin, Alzheimer hastalığı ve diğer nörodejeneratif hastalıklarda bilişsel iyileşmelere yol açabileceğini göstermiştir.
Ketonlar, sinaptik plastisiteyi (sinapsların yapısal ve işlevsel olarak değişebilme yeteneği) ve nörogenezi (yeni nöronların oluşumu) artırır. Bu, öğrenme ve hafıza süreçlerinde önemli bir rol oynar. Ketonların BDNF seviyelerini artırması, sinaptik plastisite ve nörogenez üzerinde olumlu etkiler yapar.
Beyin fonksiyonları için dengeli ve düzenli beslenme önemlidir. Eğer açlık veya oruç tutmayı düşünüyorsanız, bunu sağlıklı bir şekilde ve gerektiğinde bir sağlık profesyoneliyle görüşerek yapmanız önemlidir.
Ne yapmalı, nasıl davranmalı?
Oruç tutmanın zihinsel işlevler üzerindeki etkisi, kişiden kişiye değişkenlik gösterebilir. Bazı insanlar oruç tutarken daha sakin ve odaklanmış hissedebilirken, diğerleri yorgunluk ve dikkat dağınıklığı yaşayabilir. Kişinin genel sağlık durumu, hayat tarzı, manevî hazır bulunuşu, beslenme alışkanlıkları ve psikolojik durumu, oruç sırasındaki deneyimini etkileyen önemli faktörlerdir.
Belirli durumlar için ideal beslenme durumu değişebilir. Örneğin, bir sunum yapacağınız gün çok tok olmamak zihninize iyi gelebilir. Sınav zamanlarında ise açlık-tokluk dengesini iyi ayarlamak faydalı olabilir. Bu gibi durumlarda ne fazla tok ne de fazla aç olmak size en uygun hali sağlayabilir.
Diğer yandan, beyin fonksiyonları için genel olarak dengeli ve düzenli beslenme önemlidir. Eğer uzun süreli açlık veya oruç tutmayı denemeyi düşünüyorsanız, bunu sağlıklı bir şekilde ve gerektiğinde bir sağlık profesyoneliyle görüşerek yapmanız önemlidir.
Omega-3’ler, beyin hücrelerinin yapısında ve işlevinde önemli bir rol oynar. Çalışmalar, omega-3 yağ asitlerinin, bilişsel fonksiyonları iyileştirebileceğini ve yaşa bağlı bilişsel gerilemeyi yavaşlatabileceğini göstermektedir. Balık, keten tohumu, ceviz ve chia tohumu gibi gıdalarda bulunan omega-3, yağ asitleri yönünden zengindir.
Antioksidanlar, serbest radikallerin neden olduğu oksidatif stresi azaltarak beyin hücrelerini korur. Meyveler, özellikle yaban mersini, çilek, sebzeler ve fındık gibi gıdalar, antioksidanlar açısından zengindir.
B vitaminleri (özellikle B6, B12 ve folat), D vitamini, E vitamini, demir, çinko ve magnezyum gibi vitamin ve mineraller, beyin sağlığı için gereklidir. Yumurta, et, süt ürünleri, baklagiller ve fındık gibi protein kaynakları yemek faydalıdır. Glikoz, beyin için ana enerji kaynağıdır ve kan şekeri seviyelerinin dengede kalması, bilişsel fonksiyonlar için önemlidir.
Bunun yanında yüksek miktarda şeker ve rafine karbonhidrat içeren gıdalar, kan şekeri seviyelerinde ani dalgalanmalara neden olur. Bu dalgalanmalar, dikkat ve konsantrasyonu olumsuz etkileyebilir.
İşlenmiş gıdalar, fast food ve margarinlerde bulunan trans yağlar, iltihaplanmayı artırarak beyin sağlığını olumsuz etkileyebilir. Cips, kızartma ve diğer yağlı gıdaların aşırı tüketimi, bilişsel gerileme riskini artırabilir.
Orucun Beyne ve Vücuda Etkileri
Ghrelin, mide boş olduğunda üretilen ve açlık hormonu olarak bilinen bir hormondur. Bu hormonun beyindeki yeni hücrelerin oluşumunu desteklediği ve yaşlanma etkilerinden koruduğu tespit edilmiştir. Swansea Üniversitesi’nden Jeffrey Davies ve ekibinin yaptığı araştırmalar, ghrelinin nörogenez adı verilen beyin hücrelerinin yenilenme sürecini teşvik ettiğini göstermiştir. Düşük kalorili diyetlerle beslenen hayvanlarda zihinsel becerilerde artış gözlemlenmiş ve ghrelinin bu süreçte etkili olduğu düşünülmüştür. Ayrıca, ghrelinin Parkinson hastalığının bazı biçimlerinden koruyucu etkisi olduğu ve hastalığa bağlı beyin hücrelerinin ölümünü engelleyebileceği görülmüştür. Parkinson’a bağlı demans yaşayan bireylerde ghrelin seviyelerinin sağlıklı bireylere göre daha düşük olduğu gözlemlenmiştir.