Anne Lindiwe’nin Haklı Endişesi Çocuğunuzun Geleceğini Çaldırmayın

Afrika Günlükleri

“Kimse bize bizim için bir şeyler getirmedi. Herkes, aslında kendisi için geldi.’’

Çok sade bir mekana, abartılı bir objeyi yakıştıramadığınız zamanlar olmuştur ya; gitseniz görseniz tam da öyle tuhaf karşılayacaksınız, Afrika’ya sonradan dahil edilmeye çalışılan her şeyi.

Inhambane…

Yine bir iş seyahati için kuzeye, Tanzanya’ya doğru seyahat planı vardı. Bu sefer araba ile yolculuk yapacaktık. 6-7 saat sonra varış planlanmıştı. 5-6 saatin sonuna doğru yolun neredeyse son 2 saati boyunca sadece Hindistan cevizi ağaçları ile yolculuk yaptık. Yer yer denize yaklaşan, bazen de kıvrık deve boynu gibi adeta denize batıp çıkan uzun uzun bu ağaçlarla ilerlerken yol bize çok güzel manzaralar sundu. İsteyen Baltık ülkelerine, isteyen Maldivler’e, isteyen Karadeniz’in yaylalarına, isteyen aklındaki yeşil ve mavinin buluştuğu en güzel yerlere benzetsin, biz de dedik ki; arabayı durdurup bu güzel manzaranın tadını çıkaralım.

Yolda ara ara benzin istasyonunun olmadığı noktalarda yol kenarlarında varillerde litre ile yakıt satan gençlere de rastladık. Günün ikindi saati olunca uzun ince gövdeler, muhteşem bir çizgi çalışması örneği sergiliyordu. Buradaki ağaçların ticarî mevzuu çok derin. Biz onu daha sonra ele alırız. Şimdi biraz daha manzaranın keyfini sürelim, derken yolcu yolunda gerekti. Devam ettik,  kısa süre sonra kalacağımız yere ulaşıp yerleştik.

Sabah olunca yol arkadaşlarımız iş görüşmesine niyetlenirken, otel ve yakın çevresinde belirli yerlerde keşfetmeye çıkacaktım. Lobi de biraz oyalanırken bir çalışan fark ettim. Mozambik’in insanı dürüstçe işini yapar ve kolay kolay kaytarmaz, biraz lafa tutmak gayet zordur. O, otel girişindeki devasa deniz kabuklarını silerken bende elindekileri sorarak başladım konuşmaya.

Kaldığımız 5 gün boyunca samimi havada geçen muhabbetler oldu. İç kesimlerde yaşayan bu kadın, dinini tam yaşamak ve sonradan gelen hiçbir şeye gönlünü kaydırmamak istiyordu. Hristiyan bir ülkede gerek tesettürü gerek mahremiyet çerçevesinde çalışmaya çalışan Müslüman kadın otel çalışanı görmek de nadir rastlayacağınız anlardandır. Ten rengi farklılığının ve ayrımcılığın resmen değil; ama fiilen uygulanmasına pek çok kurumda esefle tanıklık edersiniz. Bu yüzden olsa gerek alaka gösterdim kadıncağıza. Kendimden görüp, bir şeyler soruyordum hep.

Ara ara fırsat buldukça yaptığımız konuşmalarda Maputo’da, Punta Do Ouro’da oğlunun da bir otelde çalıştığını söyledi. Bahsettiği yer Maputo’da fizikî ve konumu yapısıyla turizmin burnunu temsil eden, çok aktif ve Müslüman birinin iş hayatına hiç uygun olmadığını öğrendiğimiz bir yerdi. Bunu o anda bilmiyordum tabii.

Birden oğlu için iyi düşünerek, “Ailede herkes iyi sayılabilecek işlerde çalıştığı için şanslısınız.” deyiverdim Bayan Lindiwe’ye. İşte o zaman döküldü inciler…

Çocuğunun geleceğini çaldırmak

5 çocuğunu da tek tek anlattı. Endişeliydi, hem de çok. Yaşı küçük olanlar evde kalınca, büyükler de  dönüşümlü olarak köylerindeki medreseye gidip geliyor, evdekilerin bakımında sıkıntı çıkmıyordu. Fakat en uzaktan isabet eden evlat hasreti, en derine işlemişti. Hayır hayır… Rızıktan değildi bu kaygı. Elbette yiyeceğini Allah verir, diyordu Bayan Lindiwe. Özlem mi? Ona da dayanılır mutlaka. Peki ya neydi kaygı? İşte tam da anneyi anne yapan yerdesiniz.

Dünyanın her annesindeki asıl endişe de bu olmalıydı; evladının geleceği. Bu işin geleceği olup olmadığından mı hayıflanıyordu bu anne? Bu da değildi mesele. Oğlunun gelecekteki değerlerinden endişeliydi. Yakın gelecekten de değil, taa ki toprağın altından sonrayı bile hesap ediyordu. Derinlere indi cümleler:

“Biz geçmişi çaldırdık. Geleceğimize sahip çıkmalıyız. Bizim köyümüz Müslüman. Yabancılar pek girip çıkmaz. Temiz yetiştiririz biz çocuklarımızı. Fakat sahillere doğru açıldıkça… Gelenler, yeni gelenler var ya… Tatile, deniz sporlarına veya sadece eğlenmeye. İşte alkolden tutun da gece hayatlarına kadar her şımarıklığı getirip öğrettiler çocuklarımıza. Tüm sahip olduklarımızı ya alıp götürdüler ya da burada kalıp tükettiler. Kimse bize bizim için bir şeyler getirmedi. Dahası bizden çok şeylerin gitmesine sebep oldular. Herkes aslında kendisi için geldi.’’ diyordu.

Derken de o siyah yüzünde süzülen yaşların rengi hepimizinki ile aynıydı. İki elini birleştirip “Bunu sadece Allah’a dua etmekle çözebilirim.” dedi. O dimdik duruşu, kendinden emin yürüyüşü ile sanki arkasına koca dağları alıyordu. Oğluna kötü bir şey mi oldu, diye sordum birkaç kere “Kötü insanlarla beraber olması yetmez mi?’’ diye cevap verdi hep. Sanki görünmez bir hastalığın ona bulaşmasından korkar gibiydi. İyi ki tatil için gelmemişiz diye içimden geçirirken, Imigresaou’da, yani yabancılar (göçler) ofisinde oturum izni alırken sıra bekleyen, sadece para için misyonerlik yapan Brezilyalı üniversiteliler geldi gözümün önüne.

Bir daha görememek

İnsan, bazen düşünüyor sadece: Buna ne faydam dokunur? Ama sonra insanın özünden bir ses, mücadeleye sürüklüyor benliğini. Zaman zaman Afrika topraklarında ufacık bir siyah inci çocuğa bir an, işini halledebileceği bozuk para yerine, ona ömür boyu hissedebileceği bir itibar vermek. Sahi siz veya biz miydik ona itibar verecek? Hayır, sadece bu itibarı iadenin bir parçası olabilmekti, bu kadını dinledikten sonra içime  huzur veren çare. Hayatım boyunca çocuğundan endişeli her anneyi gördüğümde aklıma gelir Bayan Lindiwe.

Ertesi gün…

Yola çıkmadan önce sahile vuran dalgaları, gelgitleri izliyordum.

“Burada kıtanın yüz ölçümü bile okyanusların gelgitlerine bağlı olarak  ölçülebiliyor. İşte bu toprak, bu kadar özgür, hür.’’ diye düşünüyordum. Fakat bir an önce zihnime kaydettiğim bu kadını bulup vedalaşmam gerekliydi. Ama bulamadım.

Biz çıkarken o yoktu. Ona “ate una dia’’ (bir güne dek) yani bir gün görüşmek ümidiyle, diyemedim.

Fakat hep aklımızda kaldı, o ve evladı için olan endişesi…

Exit mobile version