Site icon İnsan ve Hayat Dergisi

Ardıç Kuşu

Bir sabah ağacın tepesinde, dalların hışırtılı yaprakları arasında bir başına uyanmıştı küçük ardıç kuşu. Yanında kimsecikler yoktu. Zorlukla vücudunu kaldırıp bir baktı etrafa. Yuvasından çok uzaktaydı. Etrafını saran ardıç ağaçları yoktu artık. Evini bulmak ve ailesine kavuşmak için bir yolculuğa çıkmalıydı.

Minik kanatlarıyla, rüzgârın esintisine kapılmadan güç bela uçmaya çalışıyordu. Öylesine yorgun ve hâlsiz hissediyordu ki kendisini. Uçarken bir dere gördü. Burada biraz soluklanabilir ve rotasını belirleyebilirdi. Çünkü hem nereye uçtuğunu bilmiyordu hem de nereye uçması gerektiğini…

Küçük Ardıç, dere kenarındaki sabah serinliğinde, minik beyaz çiçekleri olan bitkilerin arasına kondu. Henüz tanışmamışlardı ama bu bitkiler; Mercanköşkleriydi.
Hava, tatlı ve sıcak bir koku taşıyordu; sanki uzak bir yuvanın hatırası gibi. Kim bilir evinden ne kadar uzaktaydı. Bitkilere yaslandı. Biraz dinlenmeye ihtiyacı vardı. Kanatlarını başının altına alarak evini nasıl bulacağını düşünüyordu. Bu bir göç müydü, seyahat mi yoksa ona bilmediklerini öğretecek anlamlı bir yolculuk mu? Bunları içinden düşündüğünü zannediyordu, ama mırıldanıyordu. Tuhaf olan şu ki, kendi kendine konuşmuyordu. Onu dinleyen başkaları da vardı.

Mercanköşk yaprakları ona fısıldadı:

“Rüzgârın seni savurduğu yer, aslında bulman gereken yer olabilir…”

Küçük ardıç hayretle irkildi. Kim söylemişti onu? Etrafında başka ardıç kuşları mı vardı? Ya da saksağanlar, baştankaralar yahut çoban kaldıranlar mı? Etrafta bu saydığı kuşlardan hiçbiri yoktu. Hâlbuki bu zamana kadar yalnızca onlarla konuşmuştu. Kısa bir süre anılara daldı Ardıç kuşu. Arkadaşlarını özlemişti şimdiden…

Sessizliği bölen ikinci bir ses geldi yapraklardan. Mercanköşkün ince sapları hafifçe eğildi, minik çiçekleri usulca sallandı.

Ve sanki rüzgârın dilini konuşur gibi bir ses duyuldu:

“Özlem, sevgiyi unutturduğunda acıdır. Ama dostlarını bulmak için verdiğin çaba, kalbini daha da derinleştirir.”

Sonra anladı Ardıç kuşu, bu konuşan, yanındaki Mercanköşktü. Söylediği sözü düşündü. Küçük Ardıç, başını kaldırdı, kokuyu içine çekti.

Artık özlemi biraz daha hafifti.

Mercanköşk haklıydı. Rüzgârın savurduğu bu yerde belki de yeni şeyler öğrenecek, yeni arkadaşlar edinecekti. Böylelikle geçen zamanı da daha değerli hâle getirirdi.

Mercanköşkün gövdesine yaklaştı.

“Kimsin sen?” diye sordu. Gövdesini, sayısız tüylerle kaplanmış küçük simetrik yaprakları inceledi. Mercanköşk anlatmaya başladı.

“Adım Mercanköşk. Sıcakta kuruyan topraklara, yeşermiş bir umut gibi dayanır; yaz başlarında beyaz, pembe çiçekler açarım. Asıl vatanım, Akdeniz kıyılarıdır. Güneşi severim, soğuğa karşı savunmasızım. 20-40 cm’yi geçmeyen boyumla bir tür çalı olarak da bilinirim.

Ballıbabagiller familyasından bir cinsim. Bu familyanın 236 cinsi ve yedi bini aşkın türü var. Mesela fesleğen, kekik, adaçayı, lavanta ve nane, bu türlerden en bilinenler. Bunlar, benim türümün sadece birkaçı.”

Ardıç kuşu, yapraklarını sallayarak konuşan bu sıcak bitkiyi dikkatle dinledi. Dikkatle dinlenildiğini fark eden Mercanköşk, bu sefer kendini ballandırarak anlatmaya devam etti.

“Çiçeklenmeye başlayan kısımlarım kesilerek güneşte kurutulur. Kurutulan bu çiçeklerimle mutfaklarda baharat olarak kullanılabilirim. Aromatik yapraklarımla, aynı familyada bulunduğum kekiğe benzerim. Ama ondan daha tatlı, daha hafif bir tada, güçlü bir kokuya sahibim. Dolmalara, güveçlere, salatalara aromamla lezzet katarım.
Sadece mutfakta değil kozmetikte de kullanılırım. Kurutulan çiçeklerimle uçucu yağlar elde edilir. Bu uçucu yağlar, böceklerden korur. Böcek sokmaları ve ısırmalarına karşı rahatlatıcı bir etkisi vardır. Kaşıntıyı önler. Bileşenlerimde bulunan kafur sayesinde ağrı kesici etkisi de vardır. Hatta içerdiğim öğelerden biri de pinendir. Bu öğe sayesinde yağım veya çayım içildiğinde, kaygıyı giderip rahatlamaya sebep olur.”

Ardıç kuşu, dinlenmek için gövdesine yaslandığı bu faydalı bitkiyi hayranlıkla dinledi. Mercanköşk, küçük ardıca baktı. Yapraklarını savurup başını okşadı. Küçük ardıç, ailesini ve evini bulmak için artık yola çıkmalıydı. Mercanköşk, gitmeye niyetlenmiş bu küçük arkadaşını şu sözlerle uğurladı.

“Toprak, bana güneşin gülüşünü, rüzgâr ise uzak diyarlardan bir arkadaş getirdi. Seni tanıdığıma çok sevindim ardıç kuşu. Benim her yaprağım, dostluğun ve sadakatin tadını taşır.

Arılarla konuşurum, kelebeklerle sır paylaşırım. Her misafire, özlemin kalbi nasıl büyüttüğünü fısıldarım.”

Minik çiçeklerini sallayarak, ardıcın kanatları arasına çiçeklerinden birazını bıraktı. Ardıç kuşu, bu çiçekleri, beline bağladığı minik bezin arasına koyup vedalaşmak istedi. Çünkü yolunun nereye varacağını ve daha ne kadar gideceğini bilmiyordu. Bu yolculuğun başlangıcında kendisine bu değerli bilgileri verdiği için mercanköşke teşekkür etti. Bu minik hatırasını alıp yola koyuldu. Dereden su içip, kanatlarını rüzgâra doğru çevirdi. Son kez Mercanköşke baktı. Belki evine ulaşınca tekrar onun yanına gelirdi. Vedalaşıp rotasını yeni yerlere çevirdi.

Kokusu da sözleri de kalbinde bir iz bıraktı.

Exit mobile version