Babayla çalışmak insan karakterini oluşturan mihenk taşlarından biridir.
Seydi Ali Reis’in, Miratü’l-Memâlik isimli eserinde bir insan, hangi hayvanın etini daha çok yerse karakterinde o hayvanın baskın özelliğinin tezahür ettiğinden bahsediyordu. Rivayete göre tavşan etini çok yiyen avcılar korkak, koyun etini çok yiyen insanlar ise uysal ve uyumlu olurmuş. Dedem, Yörük Ali namıyla meşhurdu. Bizler yörüğüz ve haliyle keçilerimiz de çoktu.
Ortaokul yıllarına kadar yani köyden ilçeye okumak amacıyla gidinceye kadar keçi eti haricinde bir et yemedim. Keçiler, inatçılıklarıyla bilinir. Keçi ölse bile kuyruğu dik gider, derler. O sebeple olsa gerek çok inatçı bir çocuktum. Benim gibi inatçı bir çocukla baş etse etse, benden daha çok keçi eti yemiş birisi baş edebilirdi. O da babam. Babam çok ciddi, neredeyse hiç gülmez bir adamdı. Şimdilerde bu yönünü biraz törpülemiş, gülümsemeye çalışıyor. Ama bu sefer de biz bu durumu yadırgıyoruz.
Babayla çalışmakta ciddiyet ve kararlılık
Babamın ciddiyeti ve kararlılığı, benim ve kardeşlerimin hayatında çok etkili oldu. 15-16 yaşlarındayken beni ve bütün kardeşlerimi topladı ve geleceğimize dair emirvari öğütler verdi: “Birrr, hepiniz en az lise mezunu olacaksınız. Çiftçilik dahi yapacaksanız, okulu bitirdikten sonra yapacaksınız. İkiii, hiç biriniz köyden birisiyle evlilik yapmayacaksınız. Üççç, çok çalışacaksınız, doğru insan olacaksınız. Sakın haaa, yüz kızartıcı bir suçla karşıma çıkmayasınız. Önce en ağır cezayı ben keserim. Dörrrt, benimle dahi ortak iş yapmayacaksınız.”
O akşam bize birçok nasihatte daha bulundu. Her biri bir altın değerindeydi. Ama bu cümleler, gönlüme çivi gibi çakıldı. Hiç unutmadım. Babam o gün söze başlarken bana bakıp “Bu konuştuklarım aklınıza yatmayabilir ama kulak ardı etmeyin, dinleyin. Bir gün mutlaka bunlara ihtiyacınız olacak. Çünkü ben her zaman başınızda olamayabilirim.” En büyük çocuğu bendim ve özellikle bana bakarak söylemesi beni hem hüzünlendirmiş hem de omuzlarıma kardeşlerimin yükünü bindirmişti. Babamın öğütleri, hayatımın yol haritasında belirleyici işaretler oldu.
İrfan sahibi olmak
Babayla çalışmak, diye geriye doğru baktığımda, çocuk eğitim modelini ya da modellerini bilmiyordu. Bilmeden bazı şeyleri çok doğru yapmış. Dedim ya çok sert bir adamdı. Beni telefonla arasa ayağa kalkarak konuşacak kadar çekinirdim. Beni aradığında hâlâ ayağa kalkıyorum ama korkudan değil, hürmetten. Bazılarının bu tür durumlar için iddia ettiği gibi özgüvenim falan kaybolmadı. Ayağa kalkmakla saygı mı olur, diyenler; olur, efendim. Saygı asıl ayağa kalkmakla olur.
Geleceğe çizilen rota
Köyümüzden çıkarken, Anadolu Lisesi sınavını kazanan 6 kişilik bir arkadaş grubunun içindeydim. İlçede okul başlayınca, barınma ihtiyacı için öğrenci yurdunda kalmaya başladım. Okula başlayınca babam köye sadece ayda bir defa, hafta sonu gelebileceğimi, diğer günler ise ders çalışmam gerektiğini söyledi. Emir demiri keser, derler. Babam ne dediyse yapmam lazım. Yoksa sonuç hiç de iç açıcı olmayabilir.
Her Cuma, öğleden sonra saat 3 gibi ilçeden köye otobüs kalkardı. Ne hikmetse, babamın o gün mutlaka yol güzergâhındaki tarlada bir işi olurdu. Ben tarlamızın olduğu yerde iner, akşama kadar çalışırdım. Pazar günü yine saat 3’te, köyden ilçeye dönüş otobüsü olurdu. Ve ben yine, o tarlaların birinde çalışıp üstümün başımın tozuyla toprağıyla dönüş otobüsüne binerdim.
Böyle günlerden birinde, bir pazar günü, babam, elinde iki kazma ve kürekle geldi. Bana dereden gelen suyu biriktirebileceği dörder metre eni ve boyu olan bir havuz yapacağını söyledi. İçimden kızdım ama babama itiraz etmek ne haddime. Babam, havuzun sınırlarını işaretleyince başladım kazmaya.
Arkadaşlarım gezerken ben tarlada çalışıyordum. Tatilim eziyete dönüşmüştü. Hıncımı kazma kürek ve topraktan çıkarmaya çalışıyordum. Olanca gücümle kazmaya vuruyor, deli gibi çalışıyordum. Hayatımda bir iş, hiç o kadar zor gelmemişti zannedersem. Ayrıca babam, hafif yüksekçe bir yere geçip oturdu ve beni izliyordu. İzlerken de devamlı bir şeyler söylüyordu. Sussa daha çok iş yapacağım belki ama devamlı söyleniyor. Havuzu kazarken küçük kazma vuruşu hatalarını bile iyice büyütüyor ve tahammül sınırlarımı aşan ifadeler kullanıyordu.
Aradan bir iki saat geçmeden kullandığım kazmanın sapı, avuç içlerimin kanamasına sebep oldu. O kadar çok acıyordu ki elim… Babam gördüğü halde, zerre merhamet eseri göstermedi. En çok da buna üzülmüştüm. İçimden “İnsan, çocuğuna bu kadar merhametsiz mi davranır?” diye birçok şey geçiriyordum.
Yine akşamüzeri yol kenarından otobüse bindim ve ilçeye döndüm. Mutlaka okumam lazım, benim bu ortamdan kurtulmam lazım, diyordum. Köyden her dönüşümde derslerime biraz daha sıkı sarılıyordum. Benim için köy hayatından kurtulmanın tek çaresi, okumaktı.
O yıl babam, o havuzu kullanmadı. Sonradan anladım ki öyle bir şeye ihtiyacı da yokmuş. Yıllar sonra bir gün dayanamayıp sordum, babama. “Hatırlıyor musun, yıllar önce bana bir havuz kazdırmıştın.” dedim. “Evet, hatırlamaz mıyım? Ellerin çok kanamıştı da çok üzülmüştüm.” dedi.
Bir an duraksadım, cümlelerim boğazıma düğümlendi. “Ama o gün hiç üzülmüş gibi değildin, bana daha çok kızdın, bağırdın.” dedim. “Eğer o gün sana yumuşak davransaydım, bu gün eğitimini tamamlayamazdın. O gün o acıyı sineye çektim ki ömür boyu üzülmekten kurtuldum.” dedi.
“Neden böyle bir şey yaptın, neden zorladın beni o kadar?”
“Oğlum, ben seni kontrollü ezdim, kolunu kanadını kırmadan ezdim. Eğer böyle yapmasaydım büyüyünce insanlar acımadan seni ezeceklerdi.” dedi.
“Hadi orasını anladım, o ağır sözleri neden kullandın ki? Ben çalışmaya razıydım. Sen konuşunca çok kırıcı konuşuyordun.” dedim. “Onu da psikolojik olarak pişesin diye yaptım. Sen, duygusal bir çocuktun. Sözlerden çok etkileniyordun. Karşına çıkan insanların her dokunaklı sözünde yıkılma, diye öyle yaptım.” dedi.
Yıllarca içimde biriktirdiğim o kin, kızgınlık, kırgınlık, gözlerimden akan yaşlarla yok oldu gitti. Babam havuzu doldurmadı belki ama evladının daimi duasıyla manevi havuzu doluyordur inşallah.