Akşam olsa da uyusak! Şu okul bir bitse! Yaz gelse de havalar ısınsa! İki sene daha dişimi sıksam da emekli olsam!” denir, ardından zamanın ne kadar hızlı geçtiğinden şikâyet edilir. Küçükken bir an evvel büyümek için çabalanır, sonra da yaşlanmayı durdurmanın çareleri aranır.
Hızla geçmesini istediğimiz zamanın çabucak tükendiğinden yakınmak, uzun ömürlü olmayı isteyip de yaşlanmayı kabullenmemek, bir yaşa kadar büyük göstermek için sonrasında ise küçük görünmek için çabalamak… Hayatın tabiî seyrine müdâhale arzuları, birbirine zıt istekler.
Büyürken iyi de yaşlanırken kötü mü?
Hayat devam eder, ırmak yatağında akar. Alın yazısı zamanla belirir, hâtıralar alınlarda kırış kırış izler bırakır. Saçlar ya ağarır ya savrulup gider. Yaşlılık, yorgunluk sonrası istirahat devresidir. Bu istirahat sürecinde boş durulmaz, yapılan işler farklılaşır. “Keşke”ler ve “iyi ki”ler üzerinde muhâsebe yapılır.
Pek çok akıllı insan yorucu bir günün akşamında yahut tatil zamanlarında kitap okumaya verir ya kendini. Beden gücünün zayıfladığı yaşlılık yıllarında da bazıları zihnini aktif hâle getirir. Bu, zihnî melekelerin kaybını önlemeye yardımcı olur.
Nedense yaşlılığa hastalık muâmelesi yapılır. Anti-aging/yaşlılık uygulamalarıyla yaşlılığa karşı savaş açılır. Hedef; yaşlanmayı önlemek yahut geciktirmek, en azından yaşlanma belirtilerini ortadan kaldırmaktır. Bu yüzden ciltteki kırışıklıklara ve benzeri semptomlara(!) yönelik tedbirler, tavsiyeler konuşulup durur.
Yaşlılıkta gelecek beklentisi, yaşlıların günlük işlerini tek başlarına yapamama problemleri, hastalık ve yalnızlık gibi hususlar üzerine çalışmalar yapılır. Gençlerin hayatını kolaylaştıran teknolojik imkânların yaşlılar
tarafından ne ölçüde kullanıldığı, yaşlıların bu imkânlardan yararlanmayı bazen niçin reddettiği üzerinde durulur.
Asıl önemli olansa yaşlıların ruh dünyasıdır. Yaşlılık, bir zamanlar eli maşalı olanların bile ağzı duâlı pamuk dedelere döndüğü bir dönemdir.
Huzurevlerinde kalan ihtiyarlar üzerinde bir araştırmada yaşlıların yüzde on ikisinin sık sık, yüzde dokuzunun ise bazen Kur’an-ı Kerim okudukları görülmüştür. Kur’an okuyup okumadığı sorulan yaşlıların yüzde altmış sekizi Kur’an okumayı bilmediklerini ifade etmiştir. Bunların yarısı “Kur’an-ı Kerim’i okumayı öğrenmek isteriz” derken diğer yarısı “unutkanlıktan dolayı yapamam/ bu yaştan sonra zor/ imkânım yok/ kafam almıyor/ gözlerim iyi görmediği ve kulaklarım iyi duymadığı için öğrenemem/ zamanım müsait değil/ bizim yaşımız geçti artık” gibi ifadeler kullanmışlardır. (KALEM, Mehmet Ruhi, “Yaşlıların Din Eğitimi ve Öğretimi Açısından Problem ve Beklentileri”, Yüksek Lisans Tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa, 2006, sayfa 53-55.)
Asıl ihtiyaç sahibi kim?
İhtiyarların “Ne günlere kaldık?” diye ah vah edeni de var “Şükür, bugünleri de gördük!” diye memnûniyet izhar edeni de… Eski demleri hayırla yâd edeni de var mâziyi anıp feryâd edeni de.
Bir yanda hak ettiği hürmeti göremediği için gönlü kırılanlar, bağ bağışladığı evladı bir salkım üzümü kendisinden esirgediği için yıkılanlar, rahat yüzü görmediği için ölüp kurtulmak isteyenler. Diğer tarafta eli öpülen, sözü dinlenen, gönlü ve duası alınanlar. Hal böyleyken bir dediği iki edilmeyen, el üstünde tutulan, hatırı sayılan ihtiyarın duâsındaki samimiyeti varın siz düşünün.
İhtiyar, bastonuna dayanarak yürür, tecrübesine dayanarak konuşur. Ona değer veren, kulak da verir. Yalnızca kıymetli gördüğü şeye yatırım yapan günümüz insanı için bu işte çok sevap var!
Eken bilmez, biçen bilir. Neyin ne olacağını da başından türlü türlü iş geçen bilir. Gençlikte öğrenilen, yaşlılıkta idrâk edilir. Beşikten mezara yapılan tahsilin tahsilâtı herkese yeter. İhtiyarlık devşirme zamanıdır. Bu devrede devşirilen tecrübe, ihtiyaç sahiplerine yol gösterir. İhtiyar belki desteğe muhtaçtır; lâkin ona destek verecek kişi tecrübeye muhtaç, ikaza muhtaç, teselliye muhtaç, bilgiye muhtaç, hikmete muhtaç, duâya muhtaç, cennete girme vesilesine muhtaç…
Tecrübeye dayanarak…
Yaşlı insan, hayat yokuşunu tırmanmış, diğerlerine kıyasla görüş alanı genişlemiş kimsedir. Ulaştığı tepede bir çınar ağacı gibi kök salar. Gençlik ışığıyla gözü kamaşıp nereye gideceğini bilemeyenler, bu çınarın gölgesinde yönlerini daha rahat tâyin ederler.
İhtiyarın belini asıl büken, ihmal edildiğini hissetmektir. Onun gözüne katarakt inse de görüşü keskindir. Cemiyetin bu olgun şahsiyeti, toplu taşıma araçlarında yer vermemek için uyuma numarası yapan gençlerden daha uyanıktır. “Allah gecinden versin” diyen bazı kimselerin yarım ağızla konuştuklarını bilir. Zira adam sarrafı olmak, görmüş geçirmiş olmakla mümkündür.
İhtiyar kimse, sütten ağzı yandığı için fazlaca tedbirlidir. Birçok mevzûda “hakka’l-yakîn” mertebesine ermiştir, neyin nasıl neticeleneceğini önceden görür. O yüzden konuşur, bir musîbet gelmeden bin nasîhat eder.
Görünürde bastonuna dayanmıştır, iki büklümdür; hakikatte tecrübeye dayanan fikirleriyle dimdiktir. O, saçlarını değirmende ağartmamıştır. Bilgindir, bilgedir. Onun hikmet dünyasına girmeye yeltendiğinizde kapıda durup “Yaşın tutmuyor!” dese yeridir.