Çocukluk mu güzeldi, çocukken mi güzeldik? Soru çok güzel, öyle sathi bir düşünmeyle cevaplanabilecek cinsten değil. Cevabı için iki seçenekten birini tercih etmeniz gerekli gibi duruyor ama ben her ikisini de tercih etme taraftarıyım.
Çocukluk ve çocukken sorusunun ilk bölümü, yani “çocukluk” toplumun bize bakışını anlatırken ikinci bölümü yani “çocukken” bizim topluma bakışımızı anlatıyor. İnsanların bizi çocuk olarak değerlendirmesi ve bizim insanları çocukça gözlerle değerlendirmemiz masumiyeti, samimiyeti, külfetsiz sevinçleri peşi sıra getiriveriyor.
Şimdi bu güzel duygularla bir bayram hayal edin, aradığınız eski bayramlara çok yaklaşmış olmalısınız. Tabii yeni bayramlarda eski tadın olmayışını sadece çocuklukla anlatmak yeterli değil, bir de özden uzaklaşma var. Nasıl bir meyve çekirdeğe yaklaştıkça tatlanıyorsa gelenek, göreneklerimiz de öyle. Çocukluğumuzu geri getirmek mümkün değil ama bayramları bir nebze daha tatlandırmak mümkün görünüyor. Öyleyse öze yaklaşın. İşte bu yazıyı bunun için ve dahası meyvedeki çekirdeğin tohum olduğunu hatırlayalım diye kaleme aldık.
Bayrama hazırlık
Eskiden bayrama hazırlık on beş gün önceden başlardı. Bir taraftan sofraların ikramlıklarıyla birlikte türlü yemişler, şekerlemeler diğer taraftan misafirlere verilecek mendil, gömleklik, basma, pazen, oyuncak gibi hediyelikler tedarik edilirdi. Bayram yaklaştı mı; halıya inip kalkan sopa patırtıları, süpürge hışırtıları, tulumba foşurtuları, kadınların telaşlı konuşmaları birbirine karışır; evlerden burcu burcu sabun kokuları yükselirdi.
Sıra kurbanlıkta
Evde hanımlar kararınca hazırlık yapadursun, erkekler de kurban pazarlarının yolunu tutarlardı. Kurban alınırken kurbanın azalarının tam, sıhhatinin yerinde ve besili olmasına titizlik gösterilirdi. Zengin olanlar kendileriyle birlikte ailesi, dostları ve bağlı bulunduğu dergâh için de kurban alırdı. Kurban ameliyesinin Hazret-i Allah (cc) için olduğu düşüncesiyle kurbanlık hayvanlara hürmet edilir, eziyet etmekten sakınılırdı. Kurban alındıktan sonra yürütülmez, bir araba ya da hamal vasıtasıyla eve kadar taşınırdı.
Kurbanlar süslenirdi
Kurban eve gelince tüyleri güzelce temizlenir, boynuzlarına zeytinyağı sürülür, temiz otlar içine yatırılarak bayrama kadar beslenirdi. Eğer kurban, hediye olarak kız evine gönderilecekse temizlenip taranır, boynuzları sarı altın varaklarla süslenir, gerçek altınlar takılır, tüylerinin üç beş yerine kurdele asılırdı. Geçmişler için kesilecek kurbanlar ise boynuzlarına bağlanan kurdelelerle ayırt edilirdi.
Anadolu’da Hazret-i İbrahim (a.s.), Hz. İsmail’i (a.s.) kurban etmeye götürürken Hacer validemizin ona kına yaktığına ve gözlerini sürmelediğine dair bir inanış vardır. Bu yüzden en yaygın kurban süsleme şekillerinden biri de kurbanı kınalamak ve gözlerini sürmelemekti. Kurbanlık hayvanların alnı, sırtı ve kuyruk kısmı bayramdan önce evin hanımları tarafından kınalanırdı. Kurbandan kalan kınayı hanımlar kendilerine yakarlardı.
Arife çiçeklerinin buruk sevinçleri
Çocukların bayram sevinçleri malumdur. Mektepler tatil edilmiş; yepyeni mintan, pantolon, pabuçlar alınmış, bayram gelince de ceplerin sarı liralarla, kuruşlarla dolacağı ve bayram yerlerinin türlü eğlenceleri hayal edilirken mutsuz olmak mümkün mü? Bu yüzden bayramların çocuklar için dayanılmaz bir cazibesi vardı hatta öyle ki sabredemeyip bayramlıklarını arife gününden giyiverirlerdi, bu yüzden onlara “arife çiçeği” denirdi. Bütün bu sevince rağmen bayram öncesinde ünsiyet kurdukları, elleriyle besledikleri kurbanlıkların kesilecek olması onlar için bir üzüntü sebebiydi.
Arefe gecesi, bayram sabahı
Arefe günü yetişkinler genellikle oruçlu olurlardı. Arife gecesi hamamların büyük bir kısmı kapatılmaz, bayram namazına pak gitmek isteyen Müslümanlarla dolardı. Sabaha yaklaşınca bazı yörelerde davulcuların manileri duyulmaya başlanır, atılan topla birlikte sabah namazı vaktinin girdiği ilan edilirdi. Ardından müezzinlerin dâvûdî sesleriyle adeta emir almışçasına gökkubbe yavaş yavaş aydınlanmaya başlardı. Evin erkekleri teşrik tekbirleri getire getire camilere doluşurlar, evlerde küçük çocuk ve kadın sesinden başka ses duyulmazdı. Camilerde ise erkekler Hz. Allah’ın azametini teşrik tekbirleriyle nida ederlerdi.
Sabah ve bayram namazlarını eda eden erkekler arife günü ziyaret etmemişlerse kabristan ziyaretlerini yaparlar, sonra yolda karşılaştıkları konu komşuyu bayramlaya bayramlaya evlerinin yolunu tutarlardı. Eve vasıl olunca varsa önce büyüklerin bayramını tebrik ederler, sonra da küçüklerin bayram tebriklerini kabul ederlerdi. Büyükler küçüklere mendiller, kuruşlar, çeyrekler, mecidiyeler, liralar dağıtırdı. Ramazan’da olduğu gibi büyük aile kahvaltıları hemen kurulmaz, kurban kesilinceye kadar sabredilir, bayramın ilk lokması kurban etinden olurdu. Buna “Kurban orucu” denirdi.
Kurban kesilirken
Kurban kesilirken genellikle futa denilen önlükler takılır, kurbanların bıçağı görmemesi için gözlerine bağlanılacak astarlar hazırlanırdı. Buna imkân yoksa kurbanın gözü, kulağıyla kapatılırdı. Bu geleneğe Mehmet Memdûh Paşa bir beytinde şu şekilde temas etmektedir:
“Öldürür de ruhsat-ı nezzâre virmez rûyine
Çeşmini kurbânınıñ bend itmeğe tedbîr ider.”
(Yârim öldürür de yüzüne bakmak için izin vermez, bu adeta kurbanının gözünü bağlamak gibi bir şeydir, bunun için tedbir alır.)
Yine kurban kesilmeden önce temizlik kastıyla kurbanın bacaklarını ve sırtını suyla meshetmek, derisi kolay yüzülsün diye tuz yalatmak, güzel koku için buhurdan ya da öd ağacı yakmak, gül suyu dökmek adettendi. Kurbanın deri ve bağırsağı haricindeki kullanılmayan bölgeleri alelade atılmaz, mutlaka gömülürdü. “Kurban kemiğiyle köpek tavlanmaz.” atasözü de bu hassasiyete işaret etmektedir.
Kurbanın eti saklanmazdı
Eski kültürümüzde kurban eti saklanmazdı. Kurban kesilir kesilmez etleri üçe pay edilir, birinci kısım evde alıkonur, diğer ikisi medreselerdeki talebelere, karakoldaki neferlere, yakındaki dul ve kimsesiz kadınlara, mahalle bekçilerine, tulumbacı koğuşuna ve kapıya gelen bütün fakirlere dağıtılırdı. Eğer kapıya hali hoşa gitmeyen bir dilenci gelirse veya kalmamış ise “İnayet ola” denilerek kibarca reddedilirdi.
Kurban öğünleri ve misafire ikram nizamı
Kurban kesilince ilk önce ciğer, böbrek gibi sakatatları külbastı ya da kavurma şeklinde kahvaltı için pişirilirdi. Bu arada kurban eti dinlendirilmiş olurdu. İlerleyen vakitlerde sakatat çok tercih edilmez, özellikle de misafir varsa sakatat hiç yenilmezdi. Çünkü bayramda sakatat yedirmek tasarruf olarak değerlendirilir, harislik ve bayağılık sayılırdı. Bayram münasebetiyle fazlaca tüketilen et, sindirimi bozabileceğinden sistemi dengelemek için genellikle sofralarda turunç reçeli ikram etmek kibar adetlerindendi.
Bayram yerleri (Iydgâh)
Bayram günlerinde insanların bir araya gelecekleri bayram yerleri kurulurdu. Bunların en meşhurları Üsküdar, Cinci Meydanı, Eyüp Sultan ve Fatih’ti. Buralara beşik salıncaklar, kayık atlıkarıncalar, tuluat kumpanyaları, cambazlar, binmek için süslü at ve eşekler getirilir, nişan yerleri kurulurdu. Bayram yerine kurulan salıncağı ekseriyâ mahallenin bekçileri idare ederdi. Çocukların oyuncaklardaki süresi bitince görevliler “Yandııııı!” diye bağırarak verilen mühletin yandığını ve inmeleri gerektiğini duyururlardı. Bayram yerlerindeki diğer esnaf takımları baloncular, düdükçüler, oyuncakçılar, şerbetçiler ve benzerleriydi. Bayram yeri adetini divan şairlerimizden Sâmi şu şekilde anlatır:
Bi-karar oldu salıncak gibi kalb-i uşşâk
Iydgehde salınıp seyre çıkınca hûbân.
(Bayram yerinde maşuklar gezmeye başlayınca aşıkların kalbi bayram yerindeki salıncak gibi kararsızlaştı, sallanmaya başladı.)
Bayram ziyaretleri ve tebrikleşmeler
Kurban bayramında kurban işleri bittikten hemen sonra bayram ziyaretleri yapılır, kesinlikle aksatılmazdı. Bayramın birinci günü en yakınlara gidilir, gün geçtikçe ziyaret edilen haneler muhabbet anlamında uzaklaşırdı. Büyüklerin tebrik ziyaretini geciktirmek, edebe ve hürmete muhalif sayılırdı. Nedim’in efendisine ya da yârine “gel de üçüncü gün olsa da razıyım, buna hiç gönül koymam” anlamındaki beytinde bu âdete temas etmektedir:
Pek istedi efendimi ıydin üçüncü gün
Lutfeyle gel Nedim’ine kurban olduğum.
Kurban bayramında devlet dairelerinde bayramlaşma genellikle beşinci bayram olurdu. Memurlar izinleri bitip daireye toplanınca herkes birbiriyle bayramlaşırdı. Birbirlerine tebrik gönderenler de en fasih cümleleri, en güzel duaları yazmaya özen gösterirlerdi. Misal olsun diye buraya bir tanesini kaydediyoruz.
Bayram size neşeler getirsin;
Bir müjde veren haber getirsin;
Sağlık, sıhhat, muvaffakiyet,
Her lütfu birer birer getirsin.
Hülâsaten
Şimdilerde de bayram için haftalar öncesinden hazırlık yapılıyor. Lakin bu seferki hazırlıkta gerçek bayramı arayan insanlar, sıla-i rahim için yolculuğa, kurban için finans çözümlerine odaklanıyorlar. Ama ceddimizin bayramları daha bayramdı. Ne bayramı fırsat bilen tatil planları, ne de tebrikleşmek için telefon ya da sosyal ağları vardı. Yakındaysanız dilden, uzaktaysanız kalemden işitirdiniz, bayram tebriklerini. Bildirim sesi diye bir şeyi hiç bilmediler, kapı tokmakları bildirirdi, gelenleri. Derin dondurucuları olsaydı taksim edip dağıtmak yerine onlar da saklar mıydı etlerini bilmiyorum fakat bizim eski bayramların samimiyetine ermek için derin döndürücülere ihtiyacımız olduğu muhakkak, vesselam.