İlmiyye sınıfından Ma’lum/bilinen hikaye etti:
“Cahilin hiddeti sözünde, sesinde; akıllının hiddeti ise işindedir”
Ben diyeyim bir ülke, siz deyin bir seyyare/gezegen hastalanmış. O kadar hasta ki giriş kısmına “Cahiliyye”ye hoş geldiniz, yazılsa muvafıktır. Ya da bütün hastaneleri külliyen cahiliye polikliniğine ve laboratuvarına çevirsen ancak tedavi olunur. Öyle bir devir, öyle bir âlem, öyle bir salgın ki daha dünyada görülmemiş. Evvel zamanda cahillerin babasının yaptığını, bu zamanda medya yapıyormuş. Manipülasyon, algı oyunları, görsel saldırılar, iftira twitleri, hashtagler (kelime etiketleri), salgını daha artırmış. Sanki bütün ülke cezalıymış. Zira vaktiyle Irak hükümdarları, bilginleri cezalandırmak için cahiller veya ahmak ile beraber hapsederlermiş.
Bir topluluk arasına pat diye laf atmak artmış. “Kendisini topluluğun hepsinden ehil görmek cahillerin işidir.” sözleri unutulmuş. Cahillerle dost olanlar, hep ilim ve irfan sahiplerine düşman olmuşlar. Bilmezler ki “Câh ile gelmez fazilet cahile.” Cahil insan, yüksek bir mevki sahibi olmakla faziletli biri olmuş sayılırmış. Süslü elbiselerle zariflik satan cahiller, zerafeti ve nezaketi elbiselerinde aramışlar. Oysaki bütün zerafetin mahareti terzilerine aitmiş. Kendilerinin beyni ve ahlâkı elbisesiz kaldığından, teessüfe şayan sayılırlarmış.
Özellikle gözü ekrana kilitli, eli telefonda, kulağı kulaklıkta olanlar ağır bir hastalık geçiriyorlarmış. Hisler duyarsızlaşmış, fikir körelmiş, akıl bulanmış, kalp kararmış bir şekilde “put gibi” kalıveriyorlarmış. Böyleleri hemen yoğun bakıma alınıyorlarmış
İşin tuhafı bu ülkede kimse hastalığını kabullenmiyormuş. Alim, tedaviye ilk önce cahilliğin ne menem bir hastalık olduğunu anlatmakla başlamış. “Bak sen hastasın, cahillik humması ile ne yaptığını bilmiyorsun, tedaviye ihtiyacın var, iki dünyada da bu hastalığın bedelini ödersin.” diye uzun uzun sohbet terapisi ile şifa dağıtıyormuş.
En klinik vaka olanlar da “şiddetli bilgi akışına” maruz kalanlar, onların hafıza tümden gitmiş. Nisbeti sahih bir alim, yani doktor yeter mi bu hastalığı tedavi etmeye. Bütün alemde İlmiye bölümleri, merkezleri açılmış. Tedavi edenin adına “alim” denilmiş. Çünkü riyakârlar kendi işlerini ancak cahil kişilere ve ahmaklara yutturabilirlermiş. Gerçeği görenler ise öyle sahte tavır ve hareketlere aldanmazlarmış.
Hastalık belli zamanlarda kılık değiştiriyormuş, metamorfoza uğruyormuş. Bazıları “Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir.” der başka bir şey diyemezmiş. Bazısı da “Bilginin sınırı yok, o yüzden öğrenmeye de gerek yok.” dermiş.
Ekser insan da “Bilgi doğuştandır, benim bahtım kara.” deyip kendini salıvermiş.
Kimisi de “Bilgi şüphelidir, ben şüpheye düşmek istemem.” der kenarda dururmuş.
En sonunda da “Bilgi, güçtür.” diyenler, güçlerini korumak için bütün doğru bilgi kanallarını tıkamış.
Hastalığı tanımaya çalışmışlar. Evvela teşhis etmişler.
Hastalığın profilini çıkarmışlar: Kimdir cahil, manası nedir?
Cahillik hastalığına yakalananlara cahil denir. Çoğulu cühela, cühhâl’dir. En azılısı da echel’dir. Birinci manası, bilmeyen, nadan, bî-haber. İkinci manası; okumamış, ilimden mahrum. Üçüncü manası; genç, tecrübesiz, acemi. Gelelim bu cahillerin cahilliyet hastalığına. Birinci manası; cahillik, cehalet, nadânî. İkinci manası; İslamiyetin zuhurundan evvelki hal; halkın, insanın küfür ve dalalette bulundukları zaman. İşte hastalığın kökenini bulmuşlar. Tedavi safhasına geçmişler.
Formüller geliştirilmiş. Biz bu hastalığı kökten tedavi edelim, denilmiş. Bilgi “ilim”in karşılığıdır, bunun kökü ilimdir. İlim Hazreti Allah’ın sıfatıdır. O zaman bütün ilimler onu bilmeye müteveccihtir, gayrisi cahillik alametidir. Asıl “Cahil kişi Allah’a isyan edendir.” Hadisi şerifi hatırlatılmış.
“İlim ilim bilmektir.
İlim kendini bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Bu nice okumaktır”
Halkın anlayacağı şekilde ifade edilmiş. “Kendini bilen rabbini bilir.” cümlesi günlük 3 defa yemeklerde elhamdülillah’ın ahirinde söylenilecekmiş. Sonrasında da “Kendini bil; ama kendinden bilme.” diyerek kafadaki göz ile kalpteki gözde keşif damarları açılırmış. Sonra nasihat etmişler. “Ahmak, cahil ve rezil kişilerle hasbihal etmeyiniz. Bu gibi kişilerle hasbihal etmektense cansız varlıklarla söyleşmek ve sırrını onlara açmak daha hayırlı olur.”
Sonra tavsiyeler sıralanmış.
“Susacak yerde konuşma, konuşulacak yerde susma”
Cahillik hastalığını daha da şiddetlendirmemek gerekiyormuş. Önleyici bilgi hizmetleri devreye girmiş. Bütün ilim sahipleri Techil’den uzak durmalıymışlar.
“Techil yani bir kimseye cehl (bilmemezlik) isnat etmek ve bu arada kendi üstünlüğünü ortaya koymak demektir.” ki bu da 3 hastalık sebebiymiş:
Birincisi: Cahillikle nitelendirdiği kişiyi mahcup eder, ızdıraba sürükler.
İkincisi: Kendi ilim ve faziletini beğenerek kendini beğenmişlik hissine sürükler.
Üçüncüsü: Kendi nefsine gurur getirir. Yapılması gereken usulünce anlatılmış.
“Olgun akıl ve ileri görüş sahibi kişiler, söylenilen söz yanlış olup gerçeğe zıt bile olsa söyleyeni redde, yalanlamaya çalışmasına ve bilmemezlikle itham etmesin.
“Dünyalık işlerden ise ‘Sizin dediğiniz de doğru olabilir, fakat meşhur olan şöyledir…’ diyerek tarif edebilirsiniz. Eğer din ve ahiretle ilgili meselelerden ise ‘Bu meselenin şöyle olması gerek. ‘İhtimal ki, hatırınızdan çıkmıştır, görmemiş, duymamış olabilirsiniz’ diyerek karşıdakinin hatasını yumuşaklıkla ve nezaketle düzeltebilirsiniz.”
Böyle münasip ve güzel ifadeler hakikati açıklamaya imkân veriyormuş. Kişiyi cehaleti ile mahcup edip, ızdırap vermek cahillik hastalığını çoğaltırmış.
“Faydasız ilimden Allah’a sığınırım.” Her gün bu duayı da tekrar etmek faydalı bilgiye yöneltirmiş.
Reçeteyi de güzel bir sözle kapatmışlar.
“Bir lokma ekmek, yüksek mevki için karşındaki cahili methetmeye kalkma; çünkü asıl cahillik budur. Elinden geliyorsa nefsini yen, iradene sahip ol! İşte, asıl mertlik de böyle olur.”