Cevizin içi insan beynine benzer, o yüzden beyne faydalıdır. Şüphe de ceviz kurduna benzer, beyni kemirir.
Sonbaharın ilk meyvelerindendir ceviz. Çetini var, sıksan avucunda hemen kırılacak kadar nazik olanları var.
İlkbahardaki yumuşaklık yazın sonunda sertliğe dönüşür.
Dışındaki naif, ele renk veren yeşil kabuk, yaz sıcaklığının tesiriyle sıyrılır. İçerideki sert kabuk ortaya çıkar.
Yumuşak kabuklular, tak tak kuşların gagasında usta bir marangoz tarafından oyulmuş oyuncak halini alır. Sert çetin dediklerimiz ise kargalar yukarı çıkarıp aşağıya bıraksa çatlama dahi görülmez kabilindendir.
Bir de sincaplar vardır ki, cevizlerin meftunudur.
Karınca misali yazdan kışa çekerler kovuklarına. Bu cevizleri, pelitle beraber stoklamak isterler.
Çünkü durdukça acılığı gidecek, lezzetli hale gelecektir.
En son obanın çocukları vardır ki cevizi, kuşlara ve sincaba kaptırmadan toplamanın peşindedirler.
Bunun için ceviz çırpma yarışı yapılır ve herkes payına düşeni alır.
Sıra o kadar cevizin muhafazasındadır. Atalarından gördükleri bir taktiği uygularlar.
Cevizi güneşe sermek yerine, çağıl dediğimiz taşlık mercii kazarak yer açarlar. Adeta yerin 30-40 santimetre altına soğuk hava deposu açarlar.
Kazılan yerde toprak olmayacak, tamamı taş olacak; yoksa cevizler çürür.
Hem böyle sincaptan, kuşlardan ve diğer çocuklardan koruyacaklar hem de kısa zaman içinde cevizin içi tamamen olgunlaşacak.
Plan budur; ancak bu üçünün de davetsiz bir misafiri ortaya çıkar:
Ceviz kurdu.
Küçücüktür, dünyanın şekline benzeyen ve gözüne koskoca görünen o cevize girmek için bütün enerjisini sarf eder.
Çünkü Dünya’yı o ceviz tanesinden ibaret zanneder.
Minik bir delik açarak cevizin içine girer.
Rızkını burada temin eder, cevizin içinde yatar, kalkar.
Cevizin içi insan beynine benzer, o yüzden beyne faydalıdır.
Şüphe de ceviz kurduna benzer, o yüzden beyni kemirir.
Bu kurt belki de bir bilim adamı titizliği ile yerleştirilir. Kurt da bunu bildiğinden başlar onu yemeye.
Rızkıdır, ayakta kalması gerekir, bütün hayatı orada geçer.
Buraya kadar her şey doğru.
Ancak kurt, cevizi yedikçe şişmanlar. Acayip bir tenakuz oluşur: Dünya kadar cevizin şekli, boyu değişmez; kurdun ise günden güne yeme iştahı artar ve boyu uzar, karnı genişler. Keyfi yerindedir. Der ki bu cevizden çok yedim, başka cevizleri de yemem lazım. Gitmek ister ancak girdiği delikten çıkamaz.
Daha da enteresanı bütün dünyası sandığı cevizin sertleştiğini fark edemez; içi yenilen ceviz bitmek üzeredir, dış kabuğu kurumuş ve iyice sertleşmiştir.
O çetin cevizin kabuğunu genişletip çıkmak hem bedenen hem de şeklen imkânsız hale gelir.
Tek çare: Zayıflamayı beklemekten geçer.
Aç kaldıkça zayıflar, eski cılız haline dönmeyi düşünür. Bu esnada üç tehlike etrafında deveran eder.
Ya bir sincabın ağzında kovuğa gidecek.
Ya tak tak kuşların gaga darbeleriyle onlara yem olacak.
Ya da çocukların ceviz çırpma yarışında taşların arasına gömülecek.
Bütün bunların dışında cevizden çıkabilirse yaz bitmiş, ortada cılız bir kurtçuk ile bir içsiz ceviz kalacak.
İnsanın dünyasında para, mal – mülk, makam hırsı ceviz kurduna benzer.
O hırsa kapılıp giderse ömrün baharı ve yazı bitmiş olur.
Kara kış kapısına dayandığında, ceviz daldan düştüğünde etrafta kendinden başkasını bulamaz.
Çocuk aklını küçümserseniz belki, ama onlar gibi yapıp cevizin olmasını beklemek, rızık endişesinden arınmak ve beyindeki bütün şüphe kurtlarına fırsat vermemek değil midir?
Cevizin dışı, taze hemen içine girelim demek yerine içinin olgunlaşmasını beklemek daha mantıklı değil midir?
Zira dünyanın şekline benzeyen gök ceviz her ne kadar taze görünse de içi acıdır; ağzınızın tadını bozar. Dahası içinden kurt çıkabilir, tak tak kuşlarının gaga darbelerine maruz kalabilir, sincabın kovuğunda çürüyebilir. Bırakın olgunlaşsın dalında. Size ait olmayanlarla boşuna zaman kaybetmiş olmazsınız.
Boşuna aklınızı, içinizi şüphe kurdu kemirmesin:
Hiçbir ceviz, ağacında kalmaz zaten.