Coğrafya insanla güzeldir. İnsansız coğrafyayı neyleyeyim?
Bugün yaşadığınız yeri anlamlı kılan ne varsa şüphesiz bu yanınızdaki insanlardandır. Yıllar sonra, en güzel günlerinizin geçtiği mahallenize, okuduğunuz okula, kaldığınız yurda vardığınızda, kendi kendinize bir şeyler mırıldanırsınız.
Oradaki insanların yaşadıklarını, yıllar önce siz yaşamıştınız. Şu an yaşayanlar sizin gibi yaşamıyor gibi gelir. Oysa herkes kendi zamanını yaşar; kendi zamanının içindeki kendi insanlarıyla.
Coğrafyayı hoş kılan insan faktörü, aynı zamanda bir hayat belirtisidir. Öyle olmasaydı bugün, sonu gelmez uzay araştırmalarının can alıcı soruları; uzaylılar var mı, Mars’ta hayat var mı, olur muydu?
Merih de var, Zühal de var. Yeri, yurdu belli bu gezegenleri, bulundukları yerde farklı ve anlamlı kılacak olan nedir peki?
Elbette bir canlı varlığı, insan veya ona benzer bir şey. Bir hayat pırıltısı bile yeterli.
Demek oluyor ki insansız coğrafya, taş ve topraktan başka bir şey ifade etmiyor.
Kafkas Kartalı
Coğrafyayla birleşen, vatan ile bütünleşen, İslam ile şenlenen Alparslan’ın Anadolu’su, Sultan Fatih’in İstanbul’u, Osman Paşa’nın Plevne’si, Cezzar Ahmet Paşa’nın Akka’sı, Fahreddin Paşa’nın Medine’si, Koca Seyid’in Çanakkale’si ve Kafkas Kartalı Şeyh Şamil’in Dağıstan’ı hep bu minval üzere coğrafyaya sığmayan izleri barındırmıyor mu?
O Şeyh Şamil ki Kuzey Kafkaslarda unutulmaz bir mücadelenin ismi olmuş ve “Kafkas Kartalı” adı ile âleme nam salmıştı. Konuşma sanatındaki ustalığı, kararlılığı ve askeri dehasıyla halkının liderliğini üstlenmişti. Bu liderlikten önce, ilmi manada kendisini geliştirmeye gayret etmiş ve hadis, fıkıh, tasavvuf, edebiyat, tarih, coğrafya alanlarında mühim kilometre taşlarını arşınlamıştı. Artık Kafkasların esaret altındaki halklarını da kurtarmaya azmedebilirdi.
Şeyh Şamil, uzun yıllar süren mücadeleler neticesinde, Çeçenistan ve Dağıstan’ın hâkimi oldu. Direniş barındıran yıllar, doludizgin birbirini kovalarken o; bu mücadeleye yeni pencere açarak Osmanlı Devleti ile işbirliği yaptı. Daha sonra ise bizzat Osmanlı Devleti tarafından kendisine Dağıstan Serdar-ı Ekrem’i unvanı verilecekti.
Şimşek gibi çakıp fırtına gibi yaşadığı bu hayat yolunda, ardında unutulmaz izler bırakarak 1871’in şubatında, hac farizasını yerine getirdikten sonra vefat etti.
Kafkaslar’da İslâmiyet
İslâm ordularının Kafkas coğrafyasına yönelik ilk harekâtları Hazreti Ömer (radıyallâhü anh) döneminde başladı. Hazreti Osman (radıyallâhü anh) zamanında genişleyerek devam eden fetihlerle Gürcistan’ın merkezine ulaşıldı.
Yapılan antlaşma doğrultusunda halkın canı, malı, mabetleri güvence altına alınmış ve Müslümanlarla dostluk içerisinde yaşayacaklarına dair teminat verilmişti. İlerleyen yıllarda peyderpey İslâm’ı kabul eden Gürcüler, Kafkasların İslâm’ı omuzlayan mühim halkasını oluşturacaktı.
Kafkaslardaki fetih harekâtları, Emeviler tarafından da aynı şekilde tatbik edildi. Genişleyen fetihlerle birlikte Azerbaycan, Arran ve Şirvan da bu büyük fetih sahasına dâhil oldu.
683’ten itibaren ise bölgeye Hazar akını başladı. Kafkaslardan gelip Gürcistan’a yerleşen Hazarlar, bölgeyi neredeyse tamamen kontrol altına almışlardı. Aynı tarihlerde Bizans ordularıyla İslâm orduları, Gürcü toprakları üzerinde çatışır durumdaydılar.
Uzun yıllar sürecek bu mücadele, Selçuklular zamanına kadar aksedecekti. Geçen yüzyıllar içerisinde on binlerce Türk’ün yaşadığı bir yer olan bölgeye, bizzat Gürcüler tarafından “Didi Turkoba” (Büyük Türkeli) adı verilmişti.
Zaman akıyor, asırlar birbirini kovalıyordu; ancak Kafkasların ve Gürcistan’ın talihi değişmiyordu. Moğollar, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safeviler de bu coğrafyaya gelmiş ve Kafkasların bitmeyen mücadeleleri, farklı devletlerin elleriyle asırlarca süregelmişti.
Nihayet Osmanlı
Osmanlı’nın bölgedeki hâkimiyeti 1400’lü yılların ortalarına denk düşer. Fatih Sultan Mehmet Han’ın Trabzon’u fethinden sonra Gürcü prensliklerine duyulan ilgi alaka artmış ve bölgeye gereken ehemmiyet verilmişti.
Yavuz Sultan Selim döneminde ise Doğu Gürcistan, Osmanlı hâkimiyetine girmişti. Yavuz’un vefatından sonra kısa süreli Safevî hâkimiyeti olsa da Kanuni ile birlikte yeniden güçlü Osmanlı bölgeyi ele almıştı. Osmanlı Devleti ile birlikte sağlam idare tesis edilmiş ve Kafkas coğrafyasında, özellikle de Ahıska vilayetinde hem ekonomik hem dinî hem de siyasî anlamda âdeta bir bahar havası esmişti.
Osmanlı, bölgede tımar sistemini uygulamış, istikrar sağlamış, Kafkas coğrafyasını kendi öz yurdundan, Anadolu’dan ayırt etmemişti. Tarıma, hayvancılığa, arıcılığa, hububat üretimine gereken desteği ve özeni göstererek üretimde belli bir seviyeyi yakalamayı başarmıştı.
Ve Evliya Çelebi
Bugün dünyanın papaz ihracatçısı konumunda bulunan Gürcistan için zamanında Evliya Çelebi de birkaç söz etmiş ve demiş ki:
“Tiflis, camileri ve ulemasıyla bir Müslüman şehirdir.”
Tiflis, artık o eski Tiflis değil. Camileri yok, uleması yok, ezanı yok…
Ancak üzülme sen, müsterih ol.
Tiflis’in kalbinde ilmiyle, irfanıyla, ahlâkıyla sebat edenler var!