Site icon İnsan ve Hayat Dergisi

Dünya’da Akran Zorbalığı İle Mücadele

Zorbalığın yaygınlığına dair resmi veriler, durumun vahametini ortaya koyuyor. Türkiye Çocuk Araştırması (2022) raporuna göre, her 100 çocuktan 14’ü ayda en az birkaç kez zorbalığa uğruyor. Oranın yüksekliği, zorbalığın artık münferit bir mesele değil, çocuklarımızın gündelik hayatında süreklilik kazanan ciddi bir sorun olduğunu ortaya koyuyor.

Günümüzde birçok ebeveynin kaygılarından biri, çocuğunun mutlu, güvende ve sağlıklı hissetmesi, zorbalığa uğramadan, korkmadan ve kendini değerli hissettiği bir ortamda büyüyebilmesidir. Zorbalık olaylarından hemen sonra suçlu arama eğilimi gösteriyoruz: “Bu çocuğa kim zarar verdi?” Oysa suçlu olarak gördüğümüz kişi de bir çocuk. Zorbalık yapan çocuğun davranışının arkasında, evde yaşadığı sorunlar, okulda yeterince ilgi ve sevgi görmeme ya da kendini ifade etmenin tek yolunun başkalarına güç göstermek olduğuna inanması gibi nedenler bulunabiliyor. Düşündüğümüzde, zorbalık yapan çocuk da bir tür mağdur gibi görünebiliyor. Tabii ki bu yaptıklarını haklı çıkarmaz ancak durumu anlamak, çözüm yolları geliştirmek için kritik önemde.

Diğer yandan zorbalığa maruz kalan çocuklar sessizce acı çekiyor ve çoğu zaman yaşadıklarını kimseye anlatamıyor. Utanıyor, korkuyor ve daha fazla dışlanmaktan çekiniyorlar. Zaman zaman yetişkinlerin, “Sen de kendini savunmayı öğrenmelisin” gibi tepkileriyle karşılaşıyorlar. Oysa bir çocuğun ruhunda zorbalığın açtığı izler, bazen ömür boyu kalabiliyor. Sessiz kalanlar, izleyenler ve olaya müdahale etmeyenler… Çocuklar, “Zaten böyle bir dünyada yaşıyoruz.” düşüncesiyle seslerini duyurmanın tehlikeli olacağı yanılgısına kapılabiliyor. Bu şekilde zorbalık, yalnızca o anlık bir olay olmaktan çıkıp bir kültür hâline dönüşüyor.

Birlikte Yaşama ve Zorbalığı Önleme

Dünya genelinde akran zorbalığı ile mücadele eden ülkeler incelendiğinde İskandinav ülkelerinin öncü olduğu görülüyor. Danimarka, İsveç ve Finlandiya, Avrupa’da akran zorbalığı vakalarının en düşük olduğu ülkeler. Bunun basit bir tesadüf olmadığı açık; burada, küçük yaşlardan itibaren çocuklara “birlikte yaşama” ve iş birliği kültürünü kazandırmaya yönelik bilinçli eğitim stratejileri uygulanıyor. Örneğin bazı sınıf aktivitelerinde çocuklar gruplara ayrılıp birlikte bir nesneyi belli bir noktaya taşımaya çalışıyor. Bu tarz etkinlikler, bireysel çabaların tek başına yeterli olmadığını ve ortak çalışmanın önemini gösteriyor. Başka bir etkinlikte ise çocuklara bir resim gösterilerek “Ne görüyorsunuz?” diye soruluyor. Böylece farklı bakış açılarını kabul etme ve birbirine saygı duymanın önemi öğretiliyor. Bu uygulamalar yalnızca sınıf içinde kalmıyor, aileleri, öğretmenleri ve toplumsal değerleri de sürece katıyor.

Çocuğun gelişimini sadece bireysel değil, sistemler arası etkileşimler belirler. Uygulanan programlarla mikro düzeyde sınıfta empatiyi, mezo düzeyde okul-aile iş birliğini, makro düzeyde ise değerler üzerinden toplumsal kültür dönüşüyor. Bu uygulamalarla, akran zorbalığını önlemek için çocukların yalnızca bireysel düzeyde değil, aile, okul ve toplumun tüm katmanlarında desteklenmesi gerektiği vurgulanıyor.

Okul yönetimi ve öğretmenlerin, ailelerin ve toplumun birlikte çalışarak, çocukların ihtiyaçlarına cevap veren güvenli bir çevre oluşturması gerekir. Özellikle çocukların sosyal becerilerini geliştirmelerine, empati kurabilmelerine, karşılıklı saygı ve hoşgörüye sahip olmalarına ve iletişim becerilerini güçlendirmelerine yardımcı olunması, kritik önemdedir.

Danimarka’nın Mücadelesi

Danimarka’da zorbalık konusundaki toplumsal farkındalık, yaşanan bazı trajik olayların ardından hızlı bir biçimde arttı. Bu olaylar arasında, akranları tarafından uzun süre zorbalığa maruz kaldıktan sonra hayatına son veren genç bir öğrencinin vakası da yer alıyordu. Bu olanlar, okulların ve toplulukların bu tür durumları önleme sorumluluğu üzerine ulusal bir tartışma başlattı ve eğitimde önleyici kültür inşa eden yaklaşımlara yönelişi tetikledi. O günden sonra Danimarka’da zorbalık, artık münferit bir disiplin sorunu olarak değil, tüm toplumu ilgilendiren bir kültür meselesi olarak görülmeye başlandı. Eğitimciler, psikologlar ve politikacılar aynı noktada birleşti: Çocukları korumanın yolu, yalnızca tek tek vakalara müdahale etmek değil, baştan kapsayıcı ve güvenli bir topluluk kültürü inşa etmekti. Çeşitli vakıf ve kuruluşların iş birliğiyle hayata geçirilen “Free of Bullying” programı (Metnin devamında “Zorbalıktan Azade” programı olarak bahsedilecektir.) tam da bu anlayışla tasarlandı. Program, zorbalığı ortadan kaldırmayı değil, onu besleyen grup içi olumsuz kalıpları dönüştürmeyi hedefliyordu. Henüz 0-3 yaş arası çocuklar bile, hoşgörü, saygı, özen ve cesaret becerileriyle tanıştırılıyordu. Çünkü bu gibi değerler, çocuklarda bu yaşlarda yer edinmeye başlıyordu. Burada esas olan, değerleri ayrı bir ders olarak öğretmek değil, oyunun, teneffüsün doğal akışında günlük hayatın bir parçası hâline getirmekti.

“Zorbalıktan Azade”de Dört Temel Değer

– Hoşgörü, farklılıklara alan açmayı ve çeşitliliği tehdit yerine, zenginlik olarak görmeyi öğretir.
– Saygı, her bireyin onurlu ve eşit olduğunu kabul ettirir.
– Özen, başkasının duygusunu gözetmeyi ve yardımlaşmayı doğal bir refleks hâline getirir.
– Cesaret ise yalnızca kendini ifade etmeyi değil, haksızlığa karşı başkasının yanında durabilmeyi mümkün kılar.

Bu değerler, bir çocuk topluluğunun kültürünü beslediğinde, zorbalık “yer bulamıyor”. Çünkü değerler, bir müfredat konusu değil, bir yaşam biçimidir. Çocuk, teneffüste sıraya girerken ya da oyunda paylaşım yaparken de bu değerleri deneyimleyerek içselleştirir. Zorbalığın bireysel bir “fail-mağdur” meselesi değil, topluluk kültürünün ürünü olduğunu vurgulayan yaklaşım, tam da buradan güç alıyor.

Programın Diğer Ülkelerdeki Yansımaları

Model, zamanla diğer ülkelerde de uygulanmaya başlandı. Estonya, İzlanda, Grönland ve Romanya’da kendini belli eden değişimler oldu.

Estonya’da Zorbalıktan Azade Uygulamaları ve Etkileri

Estonya, “Zorbalıktan Azade” programını 2013’ten itibaren hem anaokullarında hem de ilkokullarda uygulamaya başladı. İlk yıllarda öğretmenlerin, zorbalığı tanıma ve önleme yöntemleri sınırlıydı, çocuklar ise özellikle “reddedilme” ya da “görmezden gelinme” gibi daha gizli zorbalık biçimlerini fark etmekte zorlanıyordu. 2016’da yapılan ilk değerlendirme, programın düzenli uygulandığı sınıflarda sözel zorbalık ve dışlamanın azaldığını, çocukların duygularını daha açık ifade etmeye başladığını ve sınıf ikliminin daha arkadaşça hâle geldiğini gösterdi. Buddy Bear gibi sembolik araçlar, çocukların, değerleri oyun yoluyla benimsemesini kolaylaştırdı.
Aynı yıl yapılan başka bir çalışma, programın ilkokul çocuklarının değer gelişimine katkı sağladığını gösterdi. Hoşgörü, özen, saygı ve cesaret kavramları, sınıf içinde ortak değerler hâline gelirken, bu değerler üzerine düşünme ve tartışma kültürü de gelişti. Ancak bulgular, değerlerin her zaman günlük davranışlara dönüşmediğini; en güçlü etkinin, programın sistemli ve devamlılığı koruyan sınıflarda ortaya çıktığını vurguladı.

2017’deki bir araştırma ise okul liderleri ve velilerin perspektifini inceledi. Bulgular, programın etkili olabilmesi için yalnızca öğretmenlerin değil, tüm kurumun -özellikle okul yöneticilerinin- aktif katılımının azami derecede önemli olduğunu gösterdi. Öğretmenler, programın, çocuklara daha iyi sosyal beceriler, kendini ifade etme ve zorbalığa müdahale etme cesareti kazandırdığını dile getirirken; veliler sürece daha fazla dâhil olmak istediklerini fakat inisiyatifin öğretmenden gelmesini beklediklerini belirttiler.

2019’da yürütülen bir araştırma, programın, çocukların sosyo-duygusal becerilerini belirgin biçimde geliştirdiğini gösterdi. “Zorbalıktan Azade” uygulayan sınıflardaki çocuklar, yalnızca açık zorbalık durumlarını değil, daha örtük dışlama biçimlerini de “zorbalık” olarak adlandırabiliyor; arkadaşlarının duygularını daha doğru tanımlayabiliyordu. Bu durum, programın çocuklarda empatiyi güçlendirdiğini ve farkındalığı artırdığını gösterdi.

Son olarak 2022’de yapılan bir çalışma, Estonya’daki genel eğitim okullarında öğretmenlerin zorbalıkla mücadeleye dair yüksek farkındalık taşıdığını ancak yoğun iş yükü ve akademik öncelikler nedeniyle önleme programlarını kimi zaman ek yük olarak algıladıklarını gösterdi. Buna rağmen, okul kültüründe zorbalığa karşı sosyal norm ne kadar güçlü ise, zorbalık olaylarının da o kadar az görüldüğü tespit edildi.

İzlanda’da Programın Pilot Başlangıcı ve Gelişim Süreci

İzlanda’da “Zorbalıktan Azade” programı ilk kez 2015’te okul öncesi kurumlarda pilot olarak denendi. Başlangıç anketleri, öğretmen ve yöneticilerin zaten zorbalık konusunda duyarlı olduklarını ancak sınırlı yöntemler kullandıklarını gösteriyordu. Dokuz ay süren uygulamaların ardından yapılan ikinci değerlendirmede, öğretmenler, programın kendilerine yeni araçlar kazandırdığını ve çocuklarda dışlama kalıplarını daha kolay fark edebildiklerini rapor ettiler.
Çocukların birbirlerine daha nazik davrandığı, sosyal kuralların daha net farkına vardıkları gözlemlendi. 2020’ye gelindiğinde “Zorbalıktan Azade” artık İzlanda’daki okul öncesi kurumlarda en yaygın kullanılan yöntem hâline gelmişti. Çocukların sosyal ve duygusal becerilerini geliştirmede en etkili araçlardan biri olarak görülüyor, öğretmenler tarafından değer temelli eğitimde temel bir dayanak olarak kabul ediliyordu. Yapılan raporlar, en güçlü etkinin, değerlerin, günlük rutine sürekli olarak entegre edildiği ve ebeveynlerin sürece aktif olarak katıldığı kurumlarda ortaya çıktığını vurguluyordu.

Değerler yalnızca etkinliklerde değil, gündelik hayatın doğal parçası hâline geldiğinde kalıcı oluyor ve bu kültürü taşıyan yalnızca öğretmenler değil, aynı zamanda ebeveynler olduğunda, zorbalığa karşı daha dirençli topluluklar oluşabiliyor.

Romanya’da Programın Katkıları

Romanya’da “Zorbalıktan Azade” programı 2021-2022 yıllarında dokuz pilot anaokulunda uygulandı. Uygulama öncesi yapılan anketler ve gözlemlerde, öğretmenlerin ve ebeveynlerin çocukların sosyo-duygusal becerileri ve davranışları konusunda farkındalık sahibi olduğu ancak bu becerilerin sistemli bir şekilde desteklenmediği görülüyordu.

Programın uygulanmasının ardından, çocukların birbirlerine karşı hoşgörü, saygı, özen ve cesaret değerlerini daha iyi benimsediği, çatışmaları yönetmede çocukların özerkliklerinin arttığı ve birbirlerine daha fazla destek oldukları gözlendi. Öğretmenler ve ebeveynler, çocuklar arasındaki ilişkilerin ve sosyal ikliminin iyileştiği, yetişkinlerin çocuklar üzerindeki etkisinin, farkındalığının arttığını bildirdi. Zoom üzerinden yapılan grup görüşmeleri ve anketler, ebeveynler ile öğretmenler arasındaki iletişimin güçlendiğini ve çocukların anaokulu dışındaki sosyal etkileşimlerinin arttığını ortaya koydu. Böylece pilot uygulama, Romanya’daki anaokullarında sürdürülebilir ve kapsayıcı bir kültürün temellerinin atılmasına güzel bir katkı sağladı.

Ülkemizde durum ne?

Ülkemizdeki durumu değerlendirmek amacıyla bu konuyu deneyimli bir eğitimciye sordum. Burcu Altınkök Hanım’ın yanıtı ise genel tabloyu özetler nitelikte.
“Türkiye’de zorbalıkla mücadele, çoğu zaman olay yaşandıktan sonra başlıyor. Bazen de hiç dile getirilmeyen durumlar gerçekleşiyor. Örneğin, arkadaş grubuna aidiyet duygusu yüzünden çocuklar, sessiz kalmayı tercih ediyor. Fiziki görünüşüyle dalga geçen, fiziksel şiddet uygulayan arkadaşlarına karşı yalnız kalmamak için sempati besleyebiliyorlar. Bu gibi durumları en çok, özel gereksinimli bireylerde görüyoruz. Buralarda iyi gözlem yapan ve kriz anına müdahale edebilen öğretmenlere ihtiyaç duyuluyor.

“Yıllar önce hiperaktivite, dil-konuşma bozukluğu ve disleksi teşhisi konulmuş bir öğrencim, sınıfta akran zorbalığına uğruyordu. Yanında kimse oturmak istemiyor, değişik el ve ayak hareketleri yaptığı için sürekli şikâyet ediliyordu.”

“Rehberlik Servisi ve RAM’a (Rehberlik ve Araştırma Merkezi) yönlendirdim. Tanısı alındıktan sonra ilaç tedavisi ve psikoterapiye başladı. İlaç tedavisiyle, kontrol edemediği hareketleri azaldı. Odaklanması arttı. Okulda hiç iletişim kuramayan çocuk, öğretmenlerin, çocuğun fotoğrafçılığa ilgisinin olduğu keşfedilip ortak bir noktada buluşmasıyla iletişim kurmaya başladı. Arkadaşlarıyla olan ilişkisi de sınıf içi sorumluluk verilerek sağlandı. Ona, sınıfta yaralanan öğrencilere yara bandı temin etme görevi verdim. Arkadaşlarıyla arasında zorunlu ve doğal bir iletişim kanalı açıldı. Böylelikle sınıfta arkadaşlarının değer algısı, fark ettirilmeden değişti.”

“Veli iş birliği ile projeler, akıl ve zekâ oyunları konusunda katılım sağlaması yönünde karar verdik. Böylece çocuğun okula gelmesi için bir neden oluşturduk. Bu çocukta yaşadığımız en büyük sıkıntı, bazı önlemler için geç kalınmasıydı. Pandemi zamanında 5. sınıfta olan bu öğrenciyi yüz yüze eğitimde 6. sınıfta fark ettim. Fakat bu gibi durumlara okul öncesi eğitimde daha kolay müdahale edilebiliyor. Şayet daha önce belirlenmiş olsaydı, bazı kazanımları daha kolay davranış hâline dönüştürerek arkadaşlarıyla uyum sağlamada zorluk yaşamazdı.”

Ülkemizde genel bir zorbalıkla mücadele seferberliği yok ancak bazı programlar var, bunlar da muhtemelen okulların insiyatifine bırakılıyor. Çoğu zaman müdahaleler, rehberlik servisindeki kısa görüşmeler veya geçici çözümlerle sınırlı kalabiliyor. Literatürde, rehberlik servisinin vakalarla ilgili yaşadıkları deneyimler, tutumlar ve uygulamalar hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığımız görülüyor. Bu konudaki yetersizlik, akran zorbalığı vakaları ile mücadele stratejilerinin etkililiğini azaltabilir ve öğrencilerin bu vakalardan korunmasında yetersiz kalınmasına sebep olabiliyor.

Fail veya Mağdur Değil, Tüm Sınıf

Danimarka örneği, bize şunu söylüyor: Sorun başlamadan önce, tüm okul topluluğunda değer temelli bir kültür oluşturmak zorundayız. “Fail-mağdur” ilişkisine indirgeyen yaklaşımlardan farklı, tüm grubun kültürünü değiştirmeye çalışan yaklaşımlarımız olmalı. Kültür değişiminin kalıcı olması için ise okul yönetimi desteği, öğretmenlerin ortak katılımı ve ebeveynle iki yönlü iletişim şart. Çocukların duygusal eğitimi, günlük hayatın içine yerleştirilmeli, aileler sürece aktif biçimde katılmalı ve böylece değerler, erken yaşta içselleştirilmelidir.
Bugün bize düşen, günü kurtarmak değil, yarının güvenliğini inşa etmektir. Bunun yolu da çocuklarımız için yalnızca akademik öğrenmeyi değil; ahlâkî, sosyal ve duygusal gelişimi de merkeze almaktan geçer. Öğrencilerin empati kurma, farklılıklara saygı gösterme, iş birliği yaparken birbirinin hakkını gözetme ve sorunları barışçıl yollarla çözme becerilerini desteklemeliyiz. Her şeyden önce, bahsedilen kültür değişimini, bizler kendi içimizde kabul edebilmeliyiz ki çocuklarımıza örnek olabilelim.

Exit mobile version