Eve Özlem
Nasreddin Hoca’nın fıkralarını, dimağına fikir inmeyen çağlarda okuyan gençler, çoğunu anlayamaz ve bazılarında da hayret içinde kalır. Hoca’nın dokuz onlu yaşlarda dinlediğim bir latifesi vardı. Zihnimde defalarca tasarlamış ve o latifeyi bir türlü anlayamamıştım. Müteselsilen dört beş ayda bir aklıma gelen bu fıkrayı anlamam, uzun zaman aldı. Bir sanat galerisinde, sırrını çözmeye çalışanların dakikalarca bir portreye bakmaları gibi, defalarca baktığım Nasreddin Hoca fıkrası, “Evlerine Sığmamışlar” temalı olandı.
Fıkrayı duymuş olanlar vardır. Bir aile, Nasreddin Hoca’ya gelerek şikayette bulunurlar. “Evimiz çok küçük, nüfus da arttı, evimize bir türlü sığamıyoruz.” Nasıl sığmadıklarıyla ilgili daha başka detaylar da verirler, Hoca Efendi dikkatlice dinler. “Oda sayımız az, mutfak dar, bir lavabo yetmiyor…” gibi birçok şey söylenir. Bununla da kalmazlar, dertlerine çözüm de beklerler Hoca Efendiden. Nasreddin Hoca söze başlar;
“O zaman beni iyi dinleyin. Varın gidin evinize, ahırda ne kadar hayvanınız varsa çıkarın, yanınıza, yukarıya alın.”
“Çok daha kalabalık oluruz o zaman.”
“Siz beni dinleyin.”
“O zaman rahatı bulur muyuz?”
“Bulursunuz!”
Giderler evlerine ve ahırdaki hayvanları çıkarırlar, yaşadıkları yere. Bolluk bekler iken darlıkları on kat artar. Hayvanlarla dolu eve girecek hâl kalmamıştır. Ev, nefes alınamaz hâldedir. Tekrar koşarlar Hoca Efendiye ama “dünyanın sonu, küresel felaket, kaos çağına girdik..” gibi şeyler söylemezler. Sonuçta bu, Anadolu halkının bir fıkrasıdır. Konuşma şöyle devam eder;
“Eskisinden daha kötü oldu Hoca Efendi. Nefes alacak yerimiz kalmadı.”
“Öyle mi, o zaman kümes hayvanlarını tekrar yerlerine gönderin.”
Gönderirler. Biraz da sevinirler aslında;
Tekrar gelirler. “Gönderdik de kurtulduk, neydi o öyle, her tarafa uçuyorlardı, tuvaletlerinin de belli bir yeri yoktu. Biraz rahatladık ama hâlâ durumumuz kötü.”
“O zaman” der Hoca Efendi, “Küçükbaş hayvanları da ahıra indirin.”
Koyun ve keçiler de ahıra indirilir ama şikâyetler bitmez;
Ve yine gelirler. “Aslında çok iyi oldu, meleşip duruyorlardı, onların gidişiyle en azından gürültü bitti. Ama yerimiz hâlâ dar.”
“Ne kaldı, büyükbaşlar mı, onları da indirin.”
En sona kalanlar da indirilir ve tekrar Hoca Efendinin huzuruna çıkılır.
“Allah razı olsun hocam sizden, çok rahatladık, ferahladık. Ev, ahıra dönmüştü. Şimdi huzur geldi evimize.”
Fıkrayı kendi hayatında yaşayanlar
Sabah namazından sonra odanın kapısı çalınıyor. “Anne, fare gördüm.” “Nerede?” “Salondan oturma odasına geçti?” “Toz uçmuştur, apartmanda ne faresi? Git hazırlan, kahvaltı yapıp çıkacağız.”
Evin annesi, çocuğu okula bırakır, eve döner. Kapıyı açar açmaz, “fııırt” diye, hızla akıp giden küçük bir karartı görür. Halisünasyon değildir. Ayakkabıları çıkarıp oturma odasının kapısından göz ucuyla, ürkek bir güvercin gibi bakar. Ortalık bomboş. O da nesi, koltuğun arkasından tırmalama sesi mi geliyor?
Kapıyı çarpıp diğer odaya koşar. Evin babasını arar; “Alo, evde fare var, koş.” “Nasıl koşayım, işteyim, nerede gördün, yanlış görmüş olmayasın?” “Oturma odasında gördüm, sabah, çocuk da görmüş”. “Hiç olacak şey değil ama akşam gelirken bakayım, sen o odayı kapat şimdilik, kapının altındaki açıklığa da bir şeyler koy.”
Akşam aile meclisi mutfakta toplanır. Eve gelirken baba, nalburlar dolaşılmış, esnafla konuşulmuş, kentsel dönüşümle yıkılan binalardan sonra dairelerde fare istilasının olduğunu öğrenmişti. Evin hanımı, patates torbasıyla gelebileceğini düşünür. Savaş âletleri alınmış, yemek masasında bir araya gelinmiştir.
“Ben şimdi usulca odaya girip, hazırladığım yapıştırıcılardan bir düzenek kuracağım.” “Fare pastası varmış, ben de ondan aldım.” “O nedir ki?” “Yeni çıkmış, korkutup uzaklaştırıyormuş.” “Tamam, sen de onları koyarsın.” “Baba, kedi alalım.” “Olmaz!”
Odanın birisine, hem de en büyüğüne “Olay yeri şeridi” çekilmiş ve oda, fare yakalanana kadar kullanıma kapatılmıştır. Başını yastığa koyanlar, bu gece mütereddittir. Uyumak çok zor olmuştur.
Sabah namazında aile, küçük odada toplanmıştır. Herkes pürdikkat. Namaz kılınıp tespih çekilirken, cemaatin önünden bir nesne, hızla koltuğun altına doğru gider. Hayır hayır, giden nesne değil, basbayağı bir canlıdır ve baka baka gitmiştir. Tespihini, seccadesini alan, mutfağa kaçar. Artık herkes emindir ki evde fare vardır. Aile fertleri birbirlerini cesaretlendirerek, kedi patisi boyundaki minicik fareyi yakalamaya çalışırlar. Bir müddet kovalamaca yaşanır ama yakalamak mümkün görünmüyordur. İkinci odaya da “Olay yeri şeridi” çekilir ve ilaçlama yapılarak kullanıma kapatılır.
O gün, haftanın son iş günüdür. Aile bir karar alır. Daire komple ilaçlanıp yakın akrabalara yatıya gidilir. İlaçlama üç gün sürecektir.
Dört-beş günün sonunda, aile, evlerinin kapısına gelindiğinde, hafif bir burukluk ve eve karşı özlem vardır. Koskoca ev, küçücük bir canlı için terk edilebilmektedir. Sinek küçüktür ama mide bulanıdır. Mide bulandıran küçük şeyler, nice büyük şeyleri ifsat ederler. Dikkat etmek lazımdır.
Sonuç
Hayatın kendine mahsus kıvrımları arasında sıkıntıya düşüp dert yaşadıktan sonra feraha, huzura erişmeyenler bilemezler bu fıkranın ne anlattığını. Ama elindekini kaybedip geri bulanlar bilirler.
Hani bir söz vardır, “Hazreti Allah (c.c.), sevdiği kuluna önce eşeğini kaybettirir, sonra buldururmuş.” Bu söz ve yukarıdaki fıkranın ana fikrini kısaca, “İnsan, elindekini kaybettiğinde ve kötü duruma düştüğünde, kaybettiği şeyin değerini anlar.” şeklinde söyleyebiliriz. Arif olan, mevzuyu bu kadarla anlar ama biz biraz daha açıklayalım.
Dünya, sebepler dünyasıdır. Sevmenin de bir sebebi olmalıdır. İnsan, birini ya da bir şeyi sever. O şeyi severken zamanla, onda sevmeyeceği şeyler de görmeye başlar. Satın aldığı arabasını severek kullanan biri, arabası onu birkaç defa yolda bıraktığında önce sevgisini sorgular sonra sevmemeye başlar. Hatta nefret edebilir.
“Sen de yordun bizi!” der, arabasına. Bu bazen, evi, ailesi, işi, patronu, okulu, arkadaşı da olabilir. Sevdiği herhangi bir şeyi, ortada hiçbir neden yokken sevmemeye de başlayabilir. Hazreti Allah (c.c.) kalbindeki sevgiyi yeniden yeşertir.
Ev İçi Planlama Hataları:
– Eşyaların düzgün bir şekilde saklanması için yeterli dolap, raf veya çekmece alanları sağlanmamışsa, ev içinde yer darlığı hissi oluşabilir.
– Mobilyaların geçiş yollarını engellemesi veya kullanıcıların günlük rutinlerini zorlaştırması, planlama hatası olarak değerlendirilebilir.
– Sınırlı çalışma alanı veya gereksiz mesafeler, mutfakta verimsizlik ve zorluklara neden olabilir.
– Koyu renklerin kullanılması, mekanı dar ve karanlık gösterebilir. Ayrıca, yanlış malzeme seçimi, dayanıklılık veya temizlik açısından sorunlara yol açabilir.