Akşemseddin Hazretleri, Hacı Bayram-ı Velînin halifesi, Fâtih Sultan Mehmed’in hocası, Konstantıniyye’nin fethinin manevi fatihi, Resûlullahın mihmandarı, Ebû Eyyub el-Ensârî Hazretlerinin kabrinin kâşifidir. Âlim, şâir, tabib ve tasavvuf ehli bir zattır.
Sultan Mehmed, fetihten sonra Şeyhin çadırına vardıklarında Şeyh Hazretleri yerinden kımıldamayıp, ayağa kalkmamışlardı. Padişah Şeyhin huzurundan çıkıp, dönüş yolunda Veliyyüddün Ahmed Paşaya ‘Şeyh bize kıyam etmeyip yerinden kımıldamadığı için hatırım kınlmış ve gönlüm mahzun olmuştur.’ dedi. Ahmed Paşa ‘Bu büyük fetih önceki padişahlara ve mübarek ecdadımıza müyesser olmayıp size nasib olmakla sizde bir gurur müşahede eylemiş, bu yüzden tazimde kusur göstermiştir. Gerçekten maksatları sizden o gururun izalesine gayret göstermekti.’ diye cevap verince Sultan, bu sözden mesrur ve handan oldu. (Solakzade Tarihi. 1/271)
Adı Şemseddin Mehmed olup Akşemseddin diye meşhur oldu. Babasının adı Hamza’dır. 1390 (H. 792) yılında Şam’da doğdu. Akşemseddin Hazretleri’nin nesebi, büyük dedelerinden Şeyh Şihâbüddin Sühreverdî ve Silsile-i Sâdâtın üçüncü halkası Kasım bin Muhammed (r.a.) vasıtasıyla Hz. Ebu Bekir’e (r.a.) kadar uzanır.
İlm-i bâtının lezzeti dimağından gitmeyince…
Yedi yaşında iken babası ile beraber Anadolu’ya gelip Amasya’nın Kavak ilçesine yerleşen Akşemseddin Hazretleri, daha o zaman Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemişti. Babasının vefatından sonra ilim tahsil edip Osmancık Medresesi’ne (Çorum) müderris oldu. Dîni tahsilinin yanında tıp ve eczacılığa da vâkıf olan Akşemseddin, “Tabîb-i ervâh olduğu gibi aynı zamanda tabîb-i ebdân” dır.
Müderrisliğe başladıktan kısa bir süre sonra 25 yaşlarında iken ilm-i bâtının lezzeti dimağından gitmediği için müderrislikten ayrılıp kendisini irşad edecek bir mürşid-i kâmil aramaya başladı. İran ve Maveraünnehir’e seyahat etti. Ancak arzusuna kavuşamayıp geri döndü. Kendisine Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri’ne intisab etmesi tavsiye edildi.
Hacı Bayram Veli’nin manevi terbiyesinde irşad makamına ulaşan Akşemseddin Hazretleri, önce Beypazarı’na yerleşip bir mescit ve bir de değirmen yaptırdı. Ancak halkın çok rağbet göstermesi üzerine İskilib’in Evlek köyüne geçti, oradan da Göynük’e yerleşti. Orada da bir mescitle değirmen yaptırdı. Bir yandan çocuklarının, diğer yandan dervişlerinin talim ve terbiyesiyle meşgul oldu. Şeyhi Hacı Bayram-ı Velî’nin vefatından sonra onun yerine irşad makamına geçti.
Fethi müyesser eden sır
Sultan Mehmed, babası Sultan İkinci Murad tarafından çocukluğundan itibaren İstanbul’u fethetme arzusuyla yetiştirilmişti. Gençliğinden itibaren, azminin buna yeteceğine ve kendisinin hadis-i şerifte bildirilen müjdeye, Allah’ın yardımıyla ulaşacağına inanıyordu. Akşemseddin de, hadisi şeriflerde müjdelenen fethin, şeyhinin de işaret ettiği gibi Sultan Mehmed’e nasip olacağını biliyordu.
Sultan İkinci Mehmed Han, fetih için bütün hazırlıkları tamamlayıp ordusuyla Edirne’den Kostantiniyye’ye doğru yola çıktı. Manevi destek için ricalullahdan zevatın da bulunmasını istediğinden Şeyh Akşemseddin, Molla Gürani, Molla Fenari, Akbıyık Sultan ve diğer bazı zâtlar, müridleriyle beraber orduya katıldılar.
İstanbul muhasarası başladıktan ve üzerinden iki hafta kadar geçtikten sonra, içinde asker, erzak ve cephane yüklü düşman gemileri, Türk donanmasını yararak Haliç’e girmeye başlamışlardı. Fetih, uzadıkça uzuyordu. Düşman gemilerinin Haliç’e girmesi üzerine bazı alimler ve askerler ümitsizliğe düşmüşler, hatta padişahın huzuruna çıkarak bunu bildirmişlerdi.
Akşemseddin Hazretleri, Sultan Mehmed’e, ümitsizliğe düşmemesi ve nasıl hareket etmesi gerektiği hususunda bir mektup yazdı. Padişaha elinden geldikçe gayret etmesini tenbih ettiği ve müjde verdiği mektubunda;
“Himmet edesiniz. işin nihayetinde utanmayla, mağlûbiyetle geri dönmeyelim. Allâh’ın yardımıyla ferah, mansûr ve muzaffer dönelim. imdi gerçi ‘Kul tedbir alır, Allâhü Teâlâ takdir eder’ kazıyyesi (hükmü) sâbitdir. Hüküm Allâh’ındır. Velâkin elinden geldikçe kusur göstermeden gayret etmen gerekir.” diyerek tavsiyede bulunuyor ve müjdeler veriyordu.
Fâtih Sultan Mehmed Han, istanbul’un fethine dair, Akşemseddîn Hazretleri ile sohbet ederlerken, hocasına:
“Bana öyle bir dua öğret ki, okuduğumda yardım bulayım.” dedi.
Şeyhi “Zikrin ‘Destûr yâ Şeyh Ahmed’ demek olsun. Şeyh Ahmed’den himmet taleb eyle, tazarru ve niyaz eyle.” dedi.
Fâtih Sultan Mehmed Han bu zikre devam etti ve fetih müyesser oldu. Fetihten sonra Akşemseddîn Hazretlerine sordu:
“Şeyh Ahmed kimdir ki, tazarru ve niyaz eyledim?” dedi.
Şeyh:
“Bu zamanda Şeyh Ahmed, kutb-u sâhib-i tasarrufdur.” dedi. Şeyh Ahmed, Ubeydullah Ahrar Hazretleri idi ve o zama-nın kutb-u irşadı idi. Fâtih Sultan Mehmed Han, bu zikrini fetih esnasında devamlı surette tekrarladı. (1)
Padişaha haber vermeden Göynük’e dönüşü
Böylece Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) 856 yıl önce verdiği müjde tahakkuk etmiş, genç sultan, istanbul fatihi olmuş, Akşemseddin Hazretleri’nin kendisinin ve Şeyhi Hacı Bayram-ı Velî’nin verdiği haberin doğruluğu da meydana çıkmıştı.
Sultan “Beldetün tayyibetün” deki harflerin işareti olan 857 (1453) yılında fetih müyesser olunca, hiçbir zaman bu kadar sevinmemişti. Padişah şöyle buyurdu: “Bende gördüğünüz bu ferah yalnız bu kalenin fethine değildir. Akşemseddin Hazretleri gibi mübarek bir zatın benim zamanımda olduğuna sevinirim.” (2) Padişah istanbul’a girmiş, fethin üçüncü günü kilise iken camiye çevrilen Ayasofya’ya gelip ilk hutbeyi Akşemseddin’e okutturmuştur.
Akşemseddin Hazretleri, Fatih’in isteği üzerine islam ordularının daha önceki kuşatmalarından birinde şehit düşen sahâbi Ebû Eyyub el-Ensarî Hazretlerinin kabrini de keşfetti. Fetihten sonra bir müddet ortalıktan kayboldu. Padişah arattı ise de bulamadılar. En sonunda Edirne kapısında viran olmuş bir odada ibadet ediyorken buldular. Şeyh, istanbul’da bulunduğu müddetçe orada kaldı. Oraya halen Akşemseddin Mahallesi denilmekte olup camisi de bulunmaktadır.
Fatih medreseleri tamamlanıncaya kadar, kiliseden camiye çevrilen Zeyrek Camii, medrese olarak kullanıldı. Zeyrek Cami’nin güney ihata duvarında pencere üstündeki kitabeden Akşemseddin’in burada kaldığı ve ders verdiği anlaşılmaktadır.
Fetihten sonra istanbul’a yerleşmek o zaman herkesin en çok isteyeceği şeylerden biriydi. Ancak sultan taç ve tahtını bırakarak şeyhinin yoluna girerek tasavvuf erbabı olmak istemiş ve bunda da ısrar etmişti. Akşemseddin, Fatih’in bu arzusuna mani olmak istedi. Buna muvaffak olamayacağını anlayınca padişaha haber vermeden Göynük’e döndü. Sultanın, gönlünü almak için arkasından gönderdiği hediyeleri şahsı için kabul etmeyip bir vakıf yapılmasını istedi.
Göynük’te Vefatı
Hayatının son zamanlarını Göynük’te geçirip bir taraftan ahiret hazırlığı görürken, bir taraftan kendisine intisab edenleri yetiştiriyor ve eserlerini yazmakla meşgul oluyordu. Yetmiş sene kadar süren ömrün içinde, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)in müjdelediği kumandanın hocası olma bahtiyarlığına eren, hak ve hakikati gösteren Akşemseddin Hazretleri, vazifesini halifelerine ve oğullarına devredip 1459 (H. 863) yılında âhirete göç etti. Türbesi Göynük’tedir.
Eserleri: Akşemseddin, büyük bir kısmı tasavvufa dair olmak üzere birçok eser yazdı. Risaletu’n-Nur, Risale-i Zikrullah, Makamat-ı Evliya, Kitabu’t-Tıb, Maddetu’l-Hayat.
DİPNOTLAR:
- Enisî, Menâkib-i Akşemseddîn, Sül. Ktb., Hacı Mahmûd Ks., nr. 4666, v. 10a-10b.
- Menakıb, 62