Geleceğin Mimarları Usta Anneler

Aile problemlerinin temelinde 19.yüzyılda Batı’nın her alanda yeniliği savunan ve sonrasında buhran geçirip, iflas ettiği fikir dünyası karşımıza çıkıyor. Kadının annelik vazifesinden çıkarılma cereyanı bunlardan bir tanesi. Bu cereyan, Osmanlı coğrafyasına İkinci Meşrutiyetten (1908) sonra, Fransız kültürünün etkisinde kalan bazı aydın ve fikir açıcılar! tarafından taşınmaya çalışıldı. Bu aydın kişiler sanki daha önce kadının toplumda yeri yokmuş gibi bir vehme kapılırlar. Kadının ve ailenin toplum hayatındaki gerçek yerini alması gerektiği üzerine, batı eksenli fikirler yürütüp yazılar kaleme aldılar. Bu fikre kapılmalarının sebebi tabi ki batıdan aparılan yenilik hareketidir. Buna göre kadının toplum ve aile içerisindeki yeri yeniden inşa edilmelidir. Kadın, aile ve iş hayatında erkek ile rakip gibi gösterilir. Mevzuyu geçmişten günümüze sarmaladığımızda bu tehlikeli cereyanın en son noktasında kadın ve erkek farkının işte, giyimde, yaşayışta ortadan kaldırılma gayesi güttüğü rahatlıkla görülebilir.

Meşrutiyetten biraz öncesine gidelim. Aile ve kadının toplum içerisindeki durumu ile alakalı tartışma niteliğinde yazılar bu devirde gözden kaçmaz. Sadece yenilik adına eskiyi kötüleyenler, saldırgan bir üslup ile yazmaktan geri durmazlar. Ancak kadını erkeğin bir rakibi gibi gösterilmesinin yanlış olduğunu daha o zaman söyleyenler de mevcuttur. Rumi 1 Haziran 1303 Pazartesi (Miladi 13 Haziran 1887) tarihli, Manzara mecmuasında bir yazı yayınlanır. Manzara mecmuası on beş günde bir “Tashîh-i ahlak ve tevsî’ malumata hâdim musavver Osmanlı mecmuası” başlığıyla çıkar. Her sayısında Hanımlara Mahsus bölümü vardır. Yayınlanan “Keşke Dünyaya Erkek Geleydim!”yazısı kadının, erkek ile rekabete sokulmasının yanlış olduğunu, her birinin ayrı vazifesi olduğunu kırmadan dökmeden beyan eder.

Keşke Dünyaya Erkek Geleydim!

“Dünyada Cenab-ı Hak kadınları ne kadar nazik ne derece tatlı vazife ihsan buyurmuştur. Böyle iken dururlar da bazı kadınlarımız “Keşke dünyaya erkek geleydim.” derler.

Doğrudur: İlim ve fence büyük keşiflerin, vapur gibi şimendifer gibi icatların, sayısız eşya fabrikalarının şerefi erkeklerindir. Kahramanlık, askerlik, muharebe etmek, devlet idare etmek yine erkeklere aittir. İlim ve fen, sanat ve edebiyat onlarındır. Kanunlar yaparlar, nizamlar kurarlar, fenalık edenleri mahkemelerde muhakeme ederler, cezasını verirler. Hasılı kadınların ellerinin yetişmediği daha bin türlü ciddi hizmetler erkeklere verilmiştir. Ailesinin ilerisini düşünmek, çoluğunu çocuğunu beslemek, kendi ailesinin hayatını gözetmek de erkeklerin birinci vazifesidir. Bunları ifa etmek için gayret lazım, kuvvet lazım. Bu vazifeler görünüşte pek parlaktır.

Halbuki kadınlara tevdî’ edilmiş vazifelerde pek naziktir. Kahramanlığı, hüküm ve nüfuz sâdmesi olmadığı için belki hariçte o derece şa’şalı görünmez.

Herkesin bir vazifesi vardır

Cenab-ı Hak kadınlara da birçok şerefler bahşetmiştir. Meşhur adamlar, alim zâtların da elbette çocukluk zamanı oldu. Bu zamanında şüphesiz ona bakan, besleyen, ta’lim ve terbiye eden, nihayet meydana bir kahraman bir alim, bir diplomat çıkaran kadındır.

Bir ailenin bir hanenin saadeti kadına merbuttur. Bir erkeğin ailesince huzur ve rahatı olmayınca cemiyet fikrini, say u gayretini mümkünsüz zannederiz. Bir erkek, düçar-ı zahmet olursa ona kadın teselli verir. Şecaat verir, ümit verir, gayretlendirir. Hatta diyebiliriz ki akıl ve zekasını bile terakki ettirir. Cemiyet arasında kadınların vazifesi görünüşte, yukarıda söylediğimiz gibi parlak değildir; lakin tesirlidir. Kadınların dünyada hüküm ve nüfuzları zannolunduğundan ve göründüğünden pek ziyadedir. Vazifeleri ve vücutlarıyla pek mütenasiptir; yani, pek naziktir.

Efrad-ı milleti terbiye eden, annelerdir

“Birçok meşhur ve muktedir, büyük büyük mesnetler ve mansıblara geçmiş adamlar acaba yalnız kendi say u gayretleri ve zekavet ve dirayetleri sayesinde mi bunlara nail oldular. Huzur ve rahat gördüler, yoksa validelerinden aldıkları hüsn-ü terbiyenin ve ömürlerini ömrüyle birleştirdikleri zefâfetlerine aldıkları kadının iffet ve edep ve terbiyesiyle zahmetlerini unutturacak nezaket ve hüsn-ü iradesinin de buna külli tesiri olmadı mı? Olmadı diyenler büyük haksızlık etmiş olurlar. Hülasa kadınların vezâifi de erkeklerin vazifelerinden dûn mertebede addedilemez. Bilakis daha nazik ve daha ehemmiyetlidir. Milletin terakkisine sebep olanlar kadınlardır. Çünkü efrad-ı milleti terbiye eden, büyüten onlardır. Bu cihetleri düşünen ve hakkın kendisine böyle tatlı vazifeler ihsan ettiğini bilen bir kadın “Keşke dünyaya erkek geleydim!” demez.”

Kaynaklar:

  1. Manzara Mecmuası, 1 Haziran 1303 (M.1887) Pazartesi, birinci sene, nüsha 7, Çamlıca Basım Yayın Araştırma Kütüphanesi
  2. Afife Fikret’e Göre Feminizm, Arş. Gör İhsan Sabri BALKAYA, Atatürk Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Tarih Eğitimi Bölümü

 

Exit mobile version