Avrupa’nın kendine göre Ortaçağ dediği asırda, İslam coğrafyasında bir talebe tahayyül edin. Hafızlık yaparken rahlesine kitabını koymuş, saygısından dizini kırmış, ezberini yapmaya çalışıyor. Müderris ise sehpasına koyduğu kitabının kenarına şerh yazmakla, kitabı daha anlaşılır hale getirmeye uğraşıyor. Geceleri bazen lamba çoğu zamanda mum ışığında, minder üstünde rahle üzerinde kitaplar karanlığı tenvir ediyordu. Koltuğun olmadığı ayakları yere basan bir medeniyetten koltuğa nasıl gelindi?
Son derece minimal hatlara sahip, açık renkli, az desenli, oturduğunuz zaman stresinizi azaltacak, anti-bakteriyel özelliklere sahip ve çok da pahalı olmayan, orta gelire hitap eden bir oturma grubu aldınız. Bunun, evinize yeni ve modern bir hava kattığını düşünebilirsiniz. Yahut ofisinizdeki koltuğu yenileyeceksiniz. Hakkınızdır. Ofisiniz sizin ekmek teknenizdir ve aslanın ağzındaki ekmeği kapabilmek için bütün gün oturup bilgisayar başında parmak patlatacaksınız. O vakit güzel bir koltuğu hak ediyorsunuz. Şöyle belinize tam oturacak, yüksekliği ayarlanabilir cinsten ve çok da kaba olmayanlardan. Peki, düşündünüz mü hiç, minderden koltuğa nasıl gelindi? Ya da şöyle soralım; minderden, rahleden vaz mı geçtik?
Koltuk sadece bir ihtiyaç
Koltuk ilk defa arkeolojik kazılar sayesinde, Eski Mısır ve Çin kültüründe karşımıza çıkar. Bu dönemde koltuklar günümüzdeki gibi halkın oturması için tasarlanmamıştı. Güç, itibar, zevk ve refah sembolü olarak, çeşitli elmaslarla süslenmiş, yapımında altın ve fildişi kullanılmış koltuklar imal edilirdi. Bu koltuklar, pek nadir kimselerde bulunurdu. Koltukla beraber masanın da icat edilişi Eski Mısırlılara rastlar. Yunan ve Romalılar da masayı genel olarak yemek yerken kullanmışlar. Çin’de de Tag Hanedanlığı döneminde 610’lu yıllarda saray çevresinde ve yüksek zümrede görülür. Fakat sandalyenin yahut koltuğun yaygın olarak kullanım alanına girmesi 16. yüzyıla kadar yoktu. Daha öncesinde saraylarda ve varlıklı insanlarda bulunan koltuk, Avrupa’da Rönesans ve Sanayi Devri sonrasında hayata dahil edildi ve herkesin kullanımına sunuldu. Sanayi Devri’nden sonra zevk ve refah göstergesinden ziyade ihtiyaç olarak kullanılmaya başlandı.
Osmanlı toplumunda ise masa ve koltuk kültürü Tanzimatlaşma serüveniyle başlar. 18. yüzyıla kadar koltuk ve masa kültürü Osmanlı devletinde yoktur. Resmi makamlarda ilk başlarda hasır, daha sonraki dönemlerde
ise minder kullanılırdı. Yemekler yerde, sini şeklinde bir sofrada sünnet üzere yenilirdi. Kuvvetle muhtemeldir ki Fuzulî de Leyla ile Mecnun mesnevisini bir rahlede ve bir minderde yazdı.
Hasıraltından sümenaltına
Peki, minder ve koltuk arasındaki farklılık nereden gelmekte. Bu çok çetrefilli bir soru. Bizde cemiyet içerisinde oturmak, bir muhabbet halkası şeklinde ve yerde olurdu. Fakat insanlardaki kibir/yükselme duygusundan olsa gerek, yerde oturmak yerine var olan fizikî oturma planını yükseğe taşıdı. Bir masa ve koltuk planı gerçekleştirdi. Avrupa toplumunda kiliselerde ayinler, art arda dizilmiş sandalye şeklinde sıralarda yapılıyordu. Yani Hıristiyanların ibadet esnasında oturma şekilleri bir sandalye vasıtasıyla gerçekleşiyordu.
İslam dünyasında, oturma fiili dizüstü ve bağdaş şeklinde olurdu. Yazıyı öğrenenler için el kırmak tabiri ne ise sohbet için de diz kırmak tabiri söylenirdi. Oturmak, gayet mütevazı bir şekilde boyun bükmekle teslimiyetin ifadesiydi. Beş vakit farz namaz, secdesi ve tahiyyatı olan, oturarak nefsini kırmaya en müsait ibadetti. Dolayısıyla ibadetler yerde oturarak gerçekleştiğinden bir koltuk yahut sandalyeye ihtiyaç duyulmamıştı.
Sohbetler halka şeklinde, herkesin birbirini rahatça temaşa edebileceği şekilde yerde dizüstü oturularak gerçekleştirilirdi. Er meydanı olan güreşler, minderde yapılırdı.
Devlet adamları resmi makamlarda bile minderlerde oturmuşlardı. Hatta ilk zamanlarda hasırda bağdaş kurularak oturulurdu. Bununla ilgili bir deyim bile iştikak etmiş Osmanlı’da. Yapılamayan işler için hasıraltı etmek, tabiri kullanılmış. Daha sonraları ise minderde oturmaya başlamışlar ve bu tabir minder altı etmek olarak değişti. Koltuk ve masanın hüküm sürdüğü günümüzde ise buna sümenaltı etmek diyebiliriz.
Koltuk hastalığının çaresi
Gelenekten kopartılmaya çalışılan oturma şeklimiz için şunları tespit edebiliriz. Masa, koltuk ve sandalye kültürümüze sonradan ihtiyaç dâhilinde girmiş eşyalardır. Resmi makamlarımızda minderde oturmuşuz, yemeklerimizi yer sofrasında yemişiz. ibadetlerimizi camide saf tutarak, secdeye vararak yapmışız. Derslerimiz, medreselerde, mekteplerde, ilmi müzakereler halka şeklinde, yerde oturularak icra edilmiş. Bu hal asırlarca bu şekilde devam etmiş ve ilim dünyasına iz bırakan bir medeniyet kurmuşuz. Günümüzde ise yüksek sıralarda ayakları yere basmayan, eğitim görüyoruz. Bu oturma şeklinde öğrenen ve öğreten kişinin ayakları çoğu zaman yere basmamakta. Koltuk, çoğu zaman insanların başını döndürüyor.
Koltuğa bir değer atfedilip “koltuk sevdası” deyimi söylendiğine göre, koltuk hastalığına tutulanlar var demektir. Mum ışığında, asırlara damga vuran kitaplar yazamasak da, yazılan kitapları avizeler altında minder üstüne diz çökerek rahle üzerinde okumak, koltuk hastalığının çaresi olabilir. Tabi bu kadar lüks içinde, diz kırmak nefse ağır gelmezse…