“Çizime başlamama babam vesile oldu. Babam, 8 rakamı gibi, sonsuzluk işareti gibi bir şekil çizerdi. O şekil, elinde bastonu, başında sarığı olan bir çifte dönüşüverirdi.”
Arkada, kıvrım kıvrım yüksek dağlar ve onların arasından çıkan sapsarı güneş; önde, kiremit çatılı bir ev. Dumanı daima tütüyor ve önünden sanki durmaksızın akan bir nehir geçiyor. Ağaçlar, daima yemyeşil… Bu kare, dünyanın en güzel yerini tasvir ediyor. Şöyle ki minik zihnimizde yaşattığımız, okul sıralarında kâğıda aktardığımız dünyanın çizimi bu. Kimileri bunu daha ileri seviyelere taşıdılar. Kabiliyetlerinin desteği ve gayretlerinin neticesi olarak, adına çizerlik denen mesleği icra ettiler, etmeye de devam ediyorlar. Mustafa Sağ Bey, onlardan biri. Çocukluktan gelen tutkusunu, hayatının bir köşesine sımsıkı tutturmuş. O, çizime, kâğıda ve kaleme; onlar da Mustafa Bey’e sadık kalmışlar. Yıllarını bu sanata vermiş birisiyle, çizerlik üzerine bir röportaj gerçekleştirdik. İşte detaylar;
Çizerlik, içinizde bir tutku olarak ilk defa ne zaman parlamaya başladı?
Çizime başlamama babam vesile oldu. Babam, 8 rakamı gibi, sonsuzluk işareti gibi bir şekil çizerdi. O şekil, elinde bastonu, başında sarığı olan bir çifte dönüşüverirdi. Babamın hat yazısı da çok güzeldi. Beni meraklandıran nokta, böyle bir çizimi tek çizgiyle basitçe çizebiliyor oluşuydu. Hayret içinde onu izler, heyecan içinde aynısını yapmaya çalışırdım. Babamdan gördüğüm çizimin aynısını yapmayı çok denedim. Ondan sonra çevreme bakmaya başladım. Etraftaki motifler, bulutların arasında gizlenen figürler, tabiatın güzellikleri, dikkatimi celp etmeye başladı. Gördüklerimi, hemen kâğıda döküyordum. İlerleyen zamanlarda, “Gırgır” isminde bir dergide çizimler yapmaya başladım.
Kabiliyetinizi ilk görenler kimler oldu?
Okulda, yaşı benden büyük olan ve çok güzel çizim yapanlar vardı. Onların sergileri yapılırdı ve ben meraklı gözlerle onları izlerdim. Onlar gibi olmak isterdim. Yanlış anlaşılmasın, benim isteğim, tanınmak veya resimlerimin yayınlanması değildi. Ben, çizmek istiyordum.
Bir süre sonra, çizime olan yeteneğim, etrafımdaki insanlar tarafından görülse de destek olucu bir faaliyete hiç kimse girmedi. Kendi kendime çizimler yaparak, bu kabiliyetimi geliştirmeye çalıştım. Hatta okulda panolara asılan güzel resimlerin neredeyse hepsi benimdi. Fakat hiçbirinde adım yazmıyordu. Çünkü çoğunu, arkadaşlarım için çiziyordum. Hatta yarışmalarda dereceye girenler dahi oldu. Tabii ki ismim yazmıyordu üzerinde. Aslında bunun sebebi, dediğim gibi, yönlendirecek kimse olmadı. Yani sen bu işi iyi yapıyorsun, şuradan ilerleyebilirsin, bu çizimler hayatını şöyle etkiler vs. diyen çıkmadı. Aileleri anlayabilirsiniz, yokluk var, geçim derdi var, iş güç var. Ama öğretmenlerimizden birisinin bile beni yönlendirmeyişine hayıflanıyorum.
İmkânlar da kısıtlı tabii…
Evet, şimdiki gibi değildi dünya. İmkânsızlıklar vardı, ulaşılmazlık vardı. Artık bir tıkla bütün dünyayı görebiliyorsunuz, istediğiniz hemen hemen her kaynağa, bilgiye ulaşabiliyorsunuz. Biz, çocukluğumuzda bunlardan mahrumduk. Alabilirsek bir gazete veya dergi alır, onlardan bir şeyler öğrenmeye çalışırdık. O yüzden diyorum, öğretmenler kilit roldeydi diye. Yine de yılmadım, sürekli çizim yapmaya devam ettim. Hayalimdekini, zihnimdekini kâğıda aktardım. Yanımda kâğıt ve kalemim daima hazır olurdu. İyi veya kötü demeden çizdim. Biliyordum ki bir gün bırakırsam çizmeyi, elimden kayıp gidecek.
Dediğim gibi sürekli çiziyordum. Gördüklerimi, düşündüklerimi, her şeyi… Ve içimde maddi bir kaygı, bu işten para kazanır mıyım, düşüncesi de yoktu. Şimdi ise imkânlar fazla, teknoloji gelişmiş, cihazlar yapılmış ama insanlar hemen para kazanmak istiyorlar. Hatta çok para kazanmak istiyorlar. Bu doğrultuda çalışıyorlar. Aslında arabanın patinaj çekmesi gibi sanat konusunda, oldukları yerde acı çekiyorlar.
Çizerlik açısından bakarsak da aynen böyle durum. Bir çizimle meşhur olmayı hayal ediyorlar. Bu düşünce, hayal olarak kalır ve bir adım ilerisine geçemez. Profesyonel anlamda çizimler yapmaya kalkıştığınızda, hayalle geçeğin çok farklı şeyler olduğunu anlıyorsunuz.
“Okulda panolara asılan güzel resimlerin neredeyse hepsi benimdi. Fakat hiçbirinde adım yazmıyordu. Çünkü çoğunu arkadaşlarım için çiziyordum. Hatta yarışmalarda dereceye girenler dahi oldu.”
Karikatür çizmeyi denediniz mi? Bu alanda eğitim almış mıydınız?
İlk yaptığım çizimler, karikatür üzerineydi. Dergilere çok çizim gönderdim, yarışmalara katıldım. Trakya’da yayınlanan bir gazetede, karikatürler çizdim. 27-28 yaşlarındaydım bu sırada. Özellikle konuşma balonu olmadan yapılan karikatür çizimleri, beni kendisine hayran bırakıyordu. Bunlar, söz olmadan sadece çizimle, istenen mesajı karşıya aktarmaya çalışan çalışmalardı. Karikatür sanatının zirvesi olarak düşünebiliriz. Sanatçının bunları üretebilmesi için, kendisine maddi ve manevi açıdan değer verildiğini görmesi lazım. Yurt dışından incelediğim kaynaklarda bunu görebiliyorum. Çok özgün çizimler yapıyorlar. Çünkü çalışma, emek, fikir, her ne derseniz deyin, karşılığını buluyor.
En baştaki çizimlerim tabii ki kendi halimde çizdiğim resimlerden ibaretti. Özel hiçbir eğitim almamıştım. Sadece içimden geleni kâğıda yansıtıyordum. Fakat teknoloji geliştikçe, çizim yapmanın daha pratik ve kolay yolları olabileceğini gördüm. Ve bu alanda eğitimler aldım. Her ne kadar kâğıt üzerinde çizmek kadar lezzet vermese de insana, dijitalde çizebilmenin avantajları çok fazla.
Günümüzde birçok şey dijital ekranlardan gerçekleştiriliyor. Çizerlik de bundan nasibi almış durumda. Siz nasıl bakıyorsunuz, kâğıttan ekrana geçişe?
Kâğıda dokunmak çok başka, bambaşka. Kalemin, kâğıdın üzerinden kayarken ki sesi… Dijital ekran ise bunlardan çok uzak. Ama dijitale alışmaya başladım. Bazen kâğıda çizim yaparken, hata yapınca zihnim, geri alma tuşunu arıyor. Belki kalemin şekli, kâğıdın kokusu, silginin bıraktığı iz, duygularımı, hissettiklerimi, çizime en güzel şekilde aktarmama yardımcı oluyorlardı. Dijitale baktığımız zaman bunların hiçbiri yok. Koku yok, doku yok; en azından diğerlerinin hissettirdiği şekilde yok. Elbette bu durum, kendimi çizimle ifade edişimi etkiliyor olabilir. Bu yüzden kâğıttan kendimi tam manasıyla koparmıyorum.
Kâğıttan ekrana geçiş bir gereklilik mi yoksa tercih mi?
Esasında kâğıttan dijitale geçiş, yaşadığımız günün şartlarının zorlamasıyla oluyor. Süreçlerin çok hızlı olması gerekiyor. Kâğıda çizseniz bile bunun scan edilmesi (taranması), fotoğrafının çekilmesi gerekiyor. Dijital ekranda yaptığınız zaman çizimi, bunlarla uğraşmanıza gerek kalmıyor. Çizimi hazırlayıp mailden gönderiyorsunuz ve hızlıca, iş bitmiş oluyor. Takip ettiğim bazı çizerler vardı. Onlar kâğıda sadık kalmayı tercih ediyorlardı. Şimdi görüyorum ki onlar da yavaş yavaş dijitale adapte olmaya başlamışlar.
Çizer yönlendirilmeli mi yoksa serbest mi bırakılmalı sizce?
Çizeri yönlendirmeye çalışmak doğru değildir. Şunu şöyle çiz, şu renkte olsun, şuna benzesin demek, çizerin elini kolunu bağlayıp hadi çalış demek gibidir. Mesela bana bir çalışma gelmişti. İşi nasıl yapmam ve neleri çizmem söylenmişti. Ve ben oturup tavşan dahi çizememiştim. Hem yönlendirme var hem de özgün olma zorunluğu gibi bir durum var. Çiziminiz, başkasınınkine benzememeli.
Aklında, gönlünde çizerlik olanlara vermek istediğiniz tavsiyeler var mı?
Çizer olmak isteyenlere benim verebileceğim tavsiye şudur: Emek harcamaktan çekinmeyin. Emek olmadan bir iş olmuyor elbette, çizerlik, hiç mi hiç olmuyor. Durmadan çizmek gerekiyor. Aklına ne gelirse gelsin, kâğıda dökmek gerekiyor. Şöyle bir söz var: Ne zamanki resim, çizim yapmak gelmezse içinizden, hemen kalkıp çizmeye başlayın. Ben hep böyle yaptım. Maddi kazanç sağlama tarafı ise sonraki bir iştir. İşinizi güzel yaparsanız, mutlaka fark edilirsiniz. Ben fark edildim.
Çizer, her halde ve şartta çizmeye devam etmelidir. Çizmekten de çizip silmekten de korkmaya hiç gerek yok.