Her yaş, bizim dünyada olduğumuz gibi bir süreliğine misafir oluyor hayat sahnemize. Tabii o yaşta yaşananlarla, yaşadıklarımızla beraber.
İnsan ömrü safha safhadır. Herkes doğumdan bebekliğe, bebeklikten çocukluğa, çocukluktan gençliğe, gençlikten yaşlılığa uzanan bir yolun yolcusudur. Her durakta beden başkalaşır, ruh farklı bir ruh olur. Duygular, düşünceler gelişir ve değişir. Vakit tamam olunca da hayat libası çıkarılır bedenlerden. Yolculuk, faniliği de aşarak ebediyete uzanır.
İnsanın bu serüveni, halk şairlerinin de ilgisini çekmiştir. Ana rahmine düşmesiyle başlayıp ölüme kadar devam eden sürecin, yaş kademelerine göre anlatıldığı, ömrün safha safha değerlendirildiği ve insanın hayat duraklarındaki fizikî ve ruhî durumunun işlendiği “yaşnâmeler” bu serüvenin şairler tarafından manzumlaştırılmış halidir. Bir cümleyle özetlemek gerekirse, yaşnâmeler için şunu diyebiliriz: Her yaş, bizim dünyada olduğumuz gibi, bir süreliğine misafir oluyor hayat sahnemize. Tabii o yaşta yaşananlarla, yaşadıklarımızla beraber.
Ne demek mi istiyorum? Hayat basamaklarından usul usul çıkarak anlatayım sizlere.
0-1 yaşında her bebeğin göbek bağı kesilir, kulağına ezan okunur, bir adı konur. Sonra bembeyaz bir kundağa sarılır. Bu kundak ki yeni bir hayata başlamanın işaretidir. Anasına babasına mis gibi kokar. Öpene bal olur, sarılana açılmamış bir gonca gül gibi gelir. O kadar tatlı, o kadar taze, o kadar narin olunur bu çağda.
Yaş iki oldu mu, anne-baba tanınır. Yerlerde sürünme biter de yavaş yavaş, düşe kalka gezinmeye başlanılır. Küçük kaşıklarda küçücük yemekler, minnacık lokmalar ağza uzatılır; yeme içme öğretilmeye, öğrenilmeye çalışılır. Açılan her kucağa varılmaz öyle hemencecik. Bakılır, sevgiyle açıldığına emin olduktan sonra koşup varılır.
Adımlar sağlamlaşmaya başlar üç yaşına gelinince. Kendinden daha emin, sağlam adımlar ata ata yürünür. Ele avuca sığmama bu yaşta başlar. Bir şeyler yıkılmasın, kırılmasın diye annenin, çocuğunun peşinden hiç ayrılmayışı bundandır. Ama daha çok kendine bir şey yapmasından korkulur. Sorular başlar. Her nesne nedir, ne değildir, anlamaya çalışılır. Ön tekerlek nereden giderse, arka tekerleğin oradan gittiği çağdır. Yani bu yaşlarda bazı şeyler anne babaya baka baka öğrenilir.
Artık yemeğe kaşık uzatmanın vakti gelmiştir. Yaş dörttür. Dilleri açılır, tatlılaşır ağızlarda söylenmeye çalışılan kelimeler, gönülleri bir hoş eder. Anne baba kontrolü önceye göre biraz daha hafifler, o nispetle özgürce hareket edilir.
Beş yaşında akıl, “Ben buradayım” der, kullanılmaya başlanır. Nesneler, akrabalar, insanlar tanınır. Söze kulak verilir. Körpe kuzu, taze fidan diye nitelendirilir.
İyinin-kötünün seçilmesi altı yaşında başlar. Kalem ile yazı yavaş yavaş giriverir hayata. Kalpte her yeri gezme, dolaşma arzusu uyanır. Ağızlarda bakla ıslanmaz. Altmış yaşındakinden sorma, altı yaşındakinden sor, sözü buna işarettir.
Ağızda dişler yenilenmeye durunca, biliriz ki yaş yedi olmuştur. Ve her şeyi anlamanın çağı gelmiştir. Bu yaş, açılmış bir gonca güle teşbih edilir. İnsanın kuşluk vaktidir. Derken, sekiz çıkagelir, yaş sekiz olur. Hayatın gerçek yüzü yavaş yavaş görülür. Her şeye, her işe safça yaklaşılmaz artık. Çünkü bazı işlerde hile vardır ve o hile sezilir. Galiba bu yaşla birlikte hayat, yakan ve ısıtan yüzünü yavaş yavaş göstermeye başlar.
Gönül isterdi her yaşın anlamını uzun uzun yazmak. Fakat söz uzayıp laf olmasın, can sıkmasın diye bundan sonra hepimizin merak ettiği yaşlara merdiven dayayacağız.
Yaş on beş! Yaş on beş demek, bülbülün bağa konması demek. Bu yaşta, sanki akıl baştan çok az süreliğine uzaklaşmış gibidir. Kan, hızlı hızlı akmaya başlamıştır. İyi ve kötü arkadaşlar seçilir. Günahı, sevabı ayırma öğrenilir. Anne babayla yaşanan ufak tefek gerginlikler, bu yaşın ileride hatırlanacak tatlı güzel hatıralarıdır.
Hele o gün bir gelsin, bir büyüyeyim, özgürüm denilen on sekiz yaş, coşkun ırmaklar gibidir. Hayaller, hayat olur. Gençlik enerjisi, heyecan, damarlarda kan olur. İşler karışır, yumaklaşır. Ama olgunluk kapının hemen arkasındadır. Ahh! Yirmi yaş denilince erkeğe asker ocağı, kıza çeyiz sandığı açılır. Yükseklerde kanat çırpan gönüller durulur. Akıl büyür, olgunlaşır. İş, aş, evlilik yolu uzaktan görünür.
Yirmi beş yaşında akıl artık baştadır. Hayatın yükü yavaş yavaş omuzlara binmeye başlar. Geçen günler hayal edilir. Şer işten sakınılır, az söylenir çok dinlenir. Edep takınılır.
Otuz beş yaş, öğle güneşi gibidir. Hüner sahibi, yani bir meslek sahibi olunur. Güzellik çağı gerilerde kalmıştır artık. Ar bilinir, kötülüklerden hayâ edilir. Tanıdıklar, yakınlar bu yaşta daha çok aranılır, hal hatır sorulur.
Aklın tam yerine oturması kırkla beraber olur. Güneş de alçalmaya başlar. Kırk, ikindi vaktidir. Olunursa bu yaşlarda olunur mal mülk sahibi. Öncesi çalışmakla, kenara üç beş kuruş atmakla geçen bir ömürden ibarettir. Herkesten, her şeyden uslanır gönül. Düşlere ölüm fikri karışmaya başlar, gözler buğulanır. Ördeği avlanmış göl gibi çaresizlik hissedilir. Saçta beyazlar haddini aşmıştır. Beyazlıklar ötelerin habercisidir. Haberi alan, anlayan daha çok çalışır.
Altmış yaşında, çıkılan basamaklardan iner gibi olunur. Güç kuvvet azalır. Ayak yürümez, diz tutmaz olur. İnce bel, zarafetini kaybeder, bükülür. Yeşilliğini, canlılığını yitirmiş kurak bir tarlaya döner beden. Saça, tarak yakışmaz daha. Kalp kederlenir, gönül mahzunlaşır. Yorgunum der, durulur. Akıl, azar azar azalır. Yatacak bir yer, yiyecek bir lokma aranır. Fazlası yok. Belki de bu zamanlar için büyütüp beslediği evlada güvenilir. Ecel ara sıra hatırlatır kendini. Sanki vakit azaldı, hazırlıkları tamamla, der gibi. Başın öne eğilişine, gözün toprağa bakışına belki de sebep budur.
Bundan sonrası biraz daha uzayıp gider. Bazen yüze varır, bazen de yüzü aşar yaşnâmeler. Nihayetinde hiç bitmeyecek sandığımız ömür, bir nefes gibi gelip geçer. Beden yine, yeniden beyaz bir kundağa sarılır, ilk andaki gibi. Yeni, yepyeni bir hayata başlamak için.
Velhasıl Âşık Fehmi’nin de dedi gibi:
…
Ömür para ile satın alınmaz,
Nasıl geldi, nasıl geçti bilinmez,
Altın iken şimdi bir pula döner.
…
Derdine hiç kimse müşterek olmaz,
Şu fani dünyada hiç kimse kalmaz,
Gidip geri gelmez bir yola döner.