Eğer yerçekimi kuvveti bir trilyon kat daha güçlü olsaydı, o zaman kâinat çok daha küçük bir yer olurdu ve ömrü de çok daha kısa sürerdi.
Kütle cazibesi, gezegenlerin veya diğer kütlelerin, cisimleri merkezine doğru çekmesidir. Kütle cazibesi, bütün gezegenleri Güneş etrafında yörüngede tutar.
“Cisimleri fırlattığımızda neden yere düşer?” sorusunun cevabı, kütle çekimidir. Kütle çekimi, bütün eşyaları birbirine doğru çeken, görünmez bir kuvvettir. Dünya’nın kütle çekim kuvveti, sizi bastığınız yerde tutar ve aynı zamanda her şeyin düşmesine sebep olur.
Dünya’dan daha düşük kütlelere sahip bir gezegende yaşıyor olsaydınız, ağırlığınız da ona göre azalırdı. Ayrıca Dünya’nın size uyguladığı kütle çekimi kuvvetinin aynısını siz de Dünya’ya uyguluyorsunuz fakat Dünya oldukça büyük olduğu için sizin uyguladığınız kuvvet Dünya’yı etkileyemiyor.
Ay ve Dünya arasındaki kuvvet
Kütle çekimi; gezegenleri Güneş etrafında, Ay’ı Dünya etrafında yörüngede tutan kuvvettir. Ay’ın kütlesel çekimi yeterince büyük olduğu için Dünya üzerinde etkilerini görürüz. Denizlerdeki gelgitler (metcezir), Ay’ın Dünya üzerindeki sulara çekim kuvveti uygulaması ile meydana gelir. Ayrıca kütle çekimi, yıldız ve gezegen materyallerinin kendilerine doğru çekilmesini sağlayarak yıldızları ve gezegenleri oluşturur. Kütle çekimi sadece kütle üzerinde değil, ışık üzerinde de çekim oluşturur. Eğer elinizdeki feneri gökyüzüne doğru tutarsanız, ışığın üzerine kütle çekimi etki ettikçe gözümüzün algılamayacağı kadar, gökyüzünün rengi değişir ve kırmızıya yaklaşır.
Gelgit olaylarının 2/3’üne Ay, 1/3’üne de Güneş neden olur. Gelgit olayının oluşması, Ay’ın çekim kuvvetine bağlıdır. Bu çekim kuvveti, Ay, Dünya çevresinde dolaşırken yeryüzünün değişik bölgelerini etkiler ve Ay’ın Dünya’ya belli bir andaki uzaklığına göre değişir. Bu kuvvet, cisimlerin birbirlerini çekmesinde ve bulundukları yerde tutulmasında etkilidir. Kütle çekimi, Ay tarafından Dünya’ya uygulandığı gibi Dünya tarafından da eşit miktarda Ay’a uygulanır. Bu kuvvetin diğer bir etkisi ise gelgitler nedeniyle Dünya üzerinde bir sürtünme kuvveti oluşturmasıdır. Bu kuvvet olmazsa (yani Ay olmazsa), sürtünme kuvveti kalkacağı için Dünya daha hızlı dönmeye başlayacak ve böylece bir gün 24 saat değil, yaklaşık 8 saat olacaktır. Dünya’dan uzaklaştıkça Ay’ın uyguladığı çekim kuvveti azalır, Dünya’ya yaklaştıkça çekim kuvveti artar.
Silsiletü’l-müceddidin hazerâtının 33. ve son halkasını teşkil eden Ebu’l-Fâruk Süleyman Hilmi Tunahan (K.S.) (SİLİSTREVÎ) Hazretleri:
Bu âlemde mevcut olan bütün eşya, her gün rabıta yapar. Mesela su, ateş, toprak, nebât ve eşcâr gibi cümle mevcûdât rabıta ile nurunu Güneş’ten alır. Dünya, Güneş’e rabıta yapar. Güneş de arş-ı âlâya, arş-ı âlâda nurunu Cenâb-ı Hak’tan alır. Eğer Dünya rabıta yapmamış olsa içindekiler yaşayamaz. Çünkü nur olmayınca nebatat yetişemez ve ağaçlar meyvedar olmaz. Ay ve semadaki diğer yıldızlar dahi Güneş’e rabıta yaparak nuru ondan alır.
Ay’ın bir an olmadığını kabul ettiğimizde oluşacak diğer bir etkiyse mevsimlerin oluşumunda gözlemlenir. Mevsimler, Dünya’nın düşey ekseniyle yaptığı 23 derecelik açı sonucunda oluşur. Ay’ın yokluğunda bu açı 23 değil, 90 derece olurdu. Bunun sonucundaysa kutuplar Ekvator kadar sıcak, Ekvator da kutuplar kadar soğuk olurdu. Tabii bu sıcaklık değişimleri çok hızlı gerçekleşeceğinden dondurucu soğukları bir anda 100 dereceye varan kavurucu, öldürücü sıcaklar izler, bu da insan yaşamını ya da genel anlamda yaşamı olumsuz etkilerdi.
Güneş sistemimiz yaratılırken koşullar çok az farklı olsaydı, bizler için her şey farklı olabilirdi. Dünya’nın büyüklüğü, enerjisi, dönme ekseni açısı, madde dağılımı, atmosfer ve mevsimler, çok farklı olabilirdi. Bizler, bu kuvvet sayesinde yeryüzünde yürüyebiliyoruz. Bu kuvvetin değerlerinde azalma olursa yıldızlar yerinden kayar, Dünya yörüngesinden kopar, bizse uzay boşluğuna dağılırız. Artış durumundaysa yıldızlar birbirine çarpar, Dünya, Güneş’e yapışır ve bizler de yer kabuğunun içine gireriz.
“Eğer yerçekimi kuvveti bir trilyon kat daha güçlü olsaydı, o zaman kâinat çok daha küçük bir yer olurdu ve ömrü de çok daha kısa sürerdi. Ortalama bir yıldızın kütlesi, şu anki Güneş’imizden bir trilyon kat daha küçük olurdu ve yaşama süresi de bir yıl kadar olabilirdi. Öte yandan, eğer yerçekimi kuvveti birazcık bile güçsüz olsaydı, hiçbir yıldız ya da galaksi asla oluşamazdı.”
Elmalılı merhum, Rahmân Sûresi’ndeki “mizan” kelimesini şu şekilde tefsir etmiştir:
Evvela mizan, ref’i Sema münasebetiyle zahir olan ma’na, bütün eşya arasındaki müvazene-i umumiyye kanunudur ki: (pesenteur) yahut (gravitation) denilen cazibe-i umumiyye veya siklet kanunu, bunun en zahir tecellisidir. Ma’lumumuz olan terazi ve kantar, çeki gibi tartı mikyası olan bütün mîzanların esası da budur. Eskiler bunun yalnız arzda cari olduğunu zannediyorlar idiyse de ulvî ve süflî bütün ecsam ve ecramda carî bir kanuni umumi olduğu ve ilmi hey’et bakımından ehemmiyyeti mahsusası bulunduğu anlaşılmıştır. Bununla beraber muvazenei umumiyye kanunu yalnız mihanikî ve fizikî olan cazibe kanununa hasredilmeyib, kimyevî ve ruhi münasebetlere dahi şamil olmak üzere adalet kanunu namiyle daha şumullü olarak tefsir edildiği takdirde faydası daha geniş olacağı derkârdır.