Röportaj: Barbaros DOĞAN
Nasıl ki ışığın değeri, karanlıkta; iyiliğin değeri, kötülükte anlaşılıyorsa, sağlığın değeri de en iyi hastalıkta anlaşılıyor. Malum, son günlerde bütün dünya korona virüs ile mücadele ediyor. Virüs herkese, bir şeyler hatırlatıyor. Bunu en yakından yaşayan, virüsü yenmeyi başaran Adem Zengin Bey ile konuştuk. İşte, herkese ders niteliğinde, ibretlik detaylar;
1.Adım: İlk belirtiler
Korona virüse yakalanmam, Türkiye’de ilk vakaların çıktığı haberlerinin yayılmaya başladığı dönemde oldu. Hastalık ilk belirtisini, boğazda gıcıklanmayla gösterdi. Normal gripten farklıydı. 1 gün sonra öksürük de başladı ve giderek çoğaldı. Bir yandan ateşim de yükseldi. Bunlar olur olmaz, evdeki odamı ayırdım. Kendimi ailemden izole ettim.
2.Adım: Hastane hastane dolaşmak
Hastalığın ilerlediğini hissediyordum. Evde bu şekilde durmanın zararlı olacağını düşündüm. Koşarak hastaneye gittim. Doktorlara durumu anlattım. Bana; eğer virüs bulaşmışsa hastaneye yatıramayacaklarını, ellerinde ilaç olmadığını ve çalışanlarını tehlikeye atmak istemediklerini söylediler. Giderek hastalığım şiddetleniyordu. Tekrar gittim hastaneye, yine eve gönderdiler. Daha büyük hastanelere gittim. ÇAPA’ya gittim önce, sonra HASEKİ’ye. Her ikisinde de cevap aynıydı; tedavi bizde henüz yok.
Hastalığımı her duyan şunu soruyordu; nereden kapmış olabilirsiniz? Herkes gibi otobüse biniyor, bankaya, markete gidiyorum. Havalimanına gitmedim, yurt dışından gelenlerle görüşmedim. Muhasebeci olduğum için parayla da çok fazla temasım var. Aklıma gelen şey; bunu paradan kapmış olabileceğimdi.
3.Adım: Vaziyet giderek kötüleşiyor
En son Samatya hastanesine gittiğimde ateşim 38 buçuğu geçmiş, 39’a dayanmıştı. Hastanede muayene oldum. Fakat ortada test yok. 2 gündür test olmayı bekleyenler dahi vardı.
İnsan üzülüyor ister istemez. Siz iyileşmek istiyorsunuz, evinize, ailenize dönmek istiyorsunuz. Oysa kimse müdahale etmiyor, edemiyor.
Acilde bekliyorum. Öyle bir ortam düşünün ki bir yanda öksürenler, bir yanda baygınlık geçirenler. Sağlam adamı bile hasta edebilecek bir ortam kısacası. Bu ortamda 7-8 saat kaldım. Giderek durumum kötüleşiyor, ateşim yükseliyordu. Doktorun yanına gittim, bana bir yatak vermesini rica ettim. Fakat bütün yataklar doluymuş. O zaman dedim ki bari dışarı çıkayım, çimenlerin üzerine uzanayım. Çünkü bayılacak gibi bir halim vardı. Doktor yardımcı oldu, yatağa yatırdılar beni. Yanımda oldukça yaşlı bir hasta daha var ve korona virüs testi pozitif çıkmış. Aramızda 1 metre bile yok, düşünün.
4.Adım: Hastaneye yatırılma
Özel bir hastaneye sevk olmak istiyordum. Bir an önce bu kalabalık ortamdan çıkmak istiyordum. Bir yandan ateşim artıyor ve zatürre geçirmekten korkuyordum. Neyse ki Hisar Hastanesine gidebildim. Pazar günü akşamıydı. Serum bağladılar. Ateşimi 36’ya düşürüp beni eve gönderdiler. Pazartesi günü öğlen ateşim bir anda 39 buçuğu gördü. Yine hastaneye… Perşembe günü, yani ilk testten 4 gün sonra, beni sağlık bakanlığından aradılar ve testimin pozitif olduğunu söylediler. Üzülsem mi, sevinsem mi bilemedim? Üzüldüm çünkü tehlikeli bir virüs kapmıştım, sevindim çünkü en azından hangi tehlikeyle mücadele edeceğim belli olmuştu.
5.Adım: Bir iyi bir kötü
Hastanede yatarken ateşim bir iniyor bir çıkıyordu. Cumartesi veya pazar günü ateşimi düşürmeyi ve sabit tutmayı başardılar. Birkaç gün gayet iyiydim. Fakat bir sabah uyandığımda tam yataktan adımımı atacağım zaman öyle kötü hissetim ki öleceğim zannetim. Derin derin nefes alamıyordum, ciğerlerim dolmuştu iyice. Böyle olunca bana yoğun bakım ünitesi yolu gözüktü.
6.Adım: Yoğun bakım günleri
Çok zor bir durum. Giderek moraliniz düşüyor. Yanınızda hiçbir akrabanız yok, refakatçi yok. Bir yandan da doktorlar ve hemşireler sizden korkuyor. Yemek bırakan görevli bile uzaktan bırakıyor, düşmanını görmüşçesine kaçıyor.
Yoğun bakımda psikolojim iyice çökmüştü. Aileme, beni aramamalarını, nefes alamadığımı ve eşime, sadece acil durumlarda onunla irtibata geçeceğimi söyledim. Bazen arayıp çocuğumun sesini duyuyordum ve bana moral oluyordu.
Yanıma bir hasta gelmişti. Onu hemen entübe (tedaviye uyutarak devam etme durumu) ettiler. Bunu görünce iyice korkmaya başladım. Yoğun bakımda bir ben, bir de makineler baş başa kalmıştık. Bir ara cihazlar ötmeye başladı. İnsanın aklına bu atmosferde her şey gelebiliyor. Neyse ki hemşireler geldiler. Cihazı susturdular ama korkum hâlâ devam ediyordu.
Yoğun bakımda yemek veya su da yoktu. Çünkü makineler ciğerlere hava verdiği için yenen veya içilen şeylerin ciğerlere dolma riski oluyormuş. Sadece serumla besleniyorsunuz. Giderek zayıflamaya başlamıştım.
7.Adım: Yoğun bakımdan kurtuluş
Bir perşembe günü yoğun bakımdan çıktım. Bir yanda sevinç oluyor diğer yanda tedirginlik hâlâ devam ediyor. Normal odaya alacaklar beni ama lavabo vs. ihtiyacımda ayağa kalkabilecek miyim? Beni yalnız bırakmamalarını söyledim. Doktorlar ayağa kalkabilecek duruma geldiğimi söylediler. Şöyle bir doğruldum fakat ayaklarımı hissetmiyordum.
4 tane hasta daha vardı ve hepsinde Covid-19 en tepeye vurmuştu. Hatta bir tanesi vefat etti. 44 yaşındaydı. Ben biraz daha genç olduğum için atlattım galiba. Çünkü doktorlar, ikimiz de hastaneye geldiğimizde ciğerlerimizin durumunun aynı olduğunu söylediler.
Doktorlar bana, her türlü ilacı kullandıklarını fakat tedavinin olumlu yanıt vermediğini, en son Çin’den ilaç getirttiklerini söylediler. Ciğerlerimin o kötü halinden sonra iyileşmemin bir mucize olduğunu duymak, insanı bambaşka yerlere götürüyor. İkinci bir fırsatı düşünüyorsun, baba olarak, aile olarak, iş ve idealler olarak…
Son adım: Bana öğrettikleri
Bu süreç bana; ailenin değerini, sağlığın ve hayatın kıymetini, yalnızlığın ne kadar kötü bir şey olduğunu ve çaresizliğin çekilmezliğini öğretti.