Hicretin sekizinci senesinde , Ramazan-ı Şerif ’in 20. günü (Miladi 11 Ocak 630) nihayet Mekke-i Mükerreme fethedilmiş, Ramazan Bayramı fetih coşkusuyla birleşmişti…
[ M.Mehmet Gündoğdu ]
Hudeybiye’de yapılan sulh ile Huzâ‘a kabilesi Resûl-i Ekrem’in himayesine ve Benî Bekr kabilesi Kureyşlilerin himayesi altına girmişlerdi.
Huzâ‘a ile Benî Bekr arasında eski bir düşmanlık vardı. Hicretin 8. senesi içinde Benî Bekr kabilesi ansızın Huzâ‘a kabilesi üzerine hücum etmiş, yirmi üç kişiyi öldürmüşlerdi. Kureyşliler de Benî Bekr ile beraber Huzâ‘a’ya taarruz ettiklerinden dolayı Hudeybiye antlaşmasını bozmuş oldular. Bu cihetle Resûl-i Ekrem de Huzâ‘a’ya yardım edeceğine söz verdi. Mekke-i Mükerreme’deki Kureyşlilere de “Ya Huzâ‘a’dan ölen adamların diyetlerini veriniz, yahut Benî Bekr’i korumaktan vazgeçiniz.” diye haber gönderdi. Kureyşliler iki teklifi de kabul etmediler. Fakat ahdi bozmuş olduklarını anlayınca telaşa düştüler. Sulhu yenileyip uzatmak üzere Ebu Süfyân’ı Medine’ye yolladılar. Ebu Süfyân Resûl-i Ekrem (s.a.v.) ile görüşüp sulhü yenilemek istedi; lakin bir cevap alamadı.
Resul-i Ekrem ise Ebu Süfyân’ın dönmesinden sonra sıkı sıkıya sefer hazırlıklarını başlattı.
Hicretin 8. senesi Ramazan’ından on gün geçtikten sonra, 10 bin İslam askeriyle Medine-i Münevvere’den çıkıldığında, Mekke üzerine yürüneceği gizli tutulmaktaydı. Hudeybiye senesi Medine’den hareket eden İslam ordusu bin beş yüz kişi civarındayken iki sene sonra Mekke üzerine çıkarılan ordunun on iki bin kişi olması Hudeybiye sulhunun bir meyvesiydi.
Ordu, Merru’z-Zahrân vadisine vardı. Kureyş hâlâ Peygamberimizden bir haber alamıyor, onun ne yapacağını bilmiyordu. Resul-i Ekrem gece orada on bin ateş yaktırdı ve teşrifini büyük bir ateş donanmasıyla Kureyş’e bildirdi. Huzâ’a kabilesi yolları tutmuş olduğundan İslam ordusundan haberleri olmamıştı. Kureyş reisleri bir anda hayret ve telaşa düşmüşlerdi. Her zamanki gibi, reisleri Ebu Süfyân’ın başına toplandılar. O da Merru’z-Zahrân’ın üzerindeki tepeye çıktı. “Bu kadar ateş yakan ordu acaba kim?” diye düşünüp dolaşırlarken İslam ordusundan çıkarılmış olan süvari karakoluna esir düştü. Resul-i Ekrem’in (s.a.v.) amcası Hz. Abbâs (r.a.), Ebu Süfyan’ı ertesi sabah Resul-i Ekrem’in çadırına getirdi. Resul-i Ekrem:
– Ya Ebâ Süfyân! Henüz lâ ilâhe illallâh diyeceğin vakit erişmedi mi? diye sordu. Ebu Süfyân, biraz düşünüp durdu. Nihayet “lâ ilâhe illallâh” deyiverdi. Sonra Resul-i Ekrem (s.a.v.):
– Ya, Muhammedün Resûlullah diyecek vakit erişmedi mi?” diye buyurdu. Ebu Süfyân:
– Muhammedün Resûlullah” dedi.
– Hz. Abbas, Resullah’tan (s.a.v.) Ebu Süfyan’a bir imtiyaz verilmesini arz etti. Resûl-i Ekrem de:
– Kim ki Ebu Süfyân’ın evine girerse emniyettedir, ona dokunulmayacaktır. Kim ki Mescid-i Şerife girerse emindir. Kim ki evine kapanırsa emindir. Kim ki silahını terk ederse emniyettedir. Kim ki Hakîm bin Hizâm’ın evine girerse emniyettedir, buyurdu. Resul-i Ekrem, Hazret-i Abbâs’a:
– Ebu Süfyân’ı al da ordunun geçeceği boğaza götür; Allah’ın ordusu geçerken (ihtişamı) seyretsin, buyurdu.
Hazret-i Abbâs, Ebu Süfyân’ı alıp ordunun geçeceği boğaza götürdü. Asker bölük bölük geçtikçe Ebu Süfyân soruyor, Hazret-i Abbâs da kimler olduklarını tarif ediyordu.
Resûl-i Ekrem, devesi Kusvâ üzerinde, önünde Ensar’ın sancağıyla Sa’d bin Ubâde, sağında Ebu Bekri Sıddîk, solunda Üseyd bin Hudayr ve etrafında diğer Ashâb-ı Güzîn (radıyallâhü teâlâ anhüm), zırhlara bürünmüş beş bin kişi tekbir alarak geliyorlardı. Ebu Süfyân bunları görünce:
– Ya Abbâs, kardeşin oğlunun mülk ve saltanatı ne çok büyümüş! dedi. Hz. Abbas:
– Sus, o mülk ve saltanat değil, peygamberliktir! deyince Ebu Süfyân da:
– Evet, peygamberlik, dedi.
Bütün İslam askeri o boğazı geçtikten sonra Hazret-i Abbâs (r.a.) Ebu Süfyân’ı bıraktı. Ebu Süfyân hemen Hakîm bin Hizâm ile birlikte Mekke’ye vardı. Harem-i Şerife gidip Kureyş’e hitaben “Ey insanlar, işte gelen Muhammed’dir. Sizin karşı duramayacağınız bir kuvvetle geliyor.” diye vaziyeti onlara bildirdi.
“Muhammed ne dedi?” diye sorduklarında:
“Ebu Süfyân’ın evine giren emniyettedir. Mescide giren emniyettedir; evinde oturup da kapısını kapatan emniyettedir” dedi. Sonra:
“Ey Kureyş topluluğu! Müslüman olun, selamet bulasınız” diye sözü kestirdi. Kavminin reisi olan Ebu Süfyân’ın imana gelmesiyle Kureyş’in ekserisi İslam’a meyletmişti.
Kurevşlilere Umumi Af
Hâtemü’l-Enbiya Hazretleri “Kureyş tarafından hücum edilmedikçe harbe girişmeyiniz” diye Ashabının hepsine tembih buyurdu. İslam askerleri kimseye taarruz etmeyerek tam bir hürmet ve saygıyla Mekke-i Mükerreme’ye girmek üzere kol kol olarak yürüdüler. Halk tarafından da saldırı olmadı. Hâlid bin Velîd’in yolu kapatmak isteyenleri dağıtmasının haricinde asla muharebe olmaksızın İslam askerleri takım takım Mekke-i Mükerreme’ye girdiler.
Hâtemü’l-Enbiya Aleyhisselam Hazretleri de Mekke-i Müşerrefe’ye girdi, Kabe-i Mu‘azzama’ya gitti. Tekbir alınca bütün Ashâb-ı Kirâm tekbir aldılar. Dağlar tekbirlerle inledi.
O gün Cuma günü idi ve Ramazan Bayramına on gün kalmıştı. Müslümanlar için mesut bir gün olmuştu. Hâtem-i Enbiya Hazretleri Harem-i Şerifte Beyt-i Şerifin kapısında umumi af ilan etti. Beytullah’ı tavaf etti. Ashâb-ı Kirâm da onu takip ettiler. Kabe-i Muazzama’daki üç yüz altmış putun hepsi kırılıp atıldı. Öğle vakti gelince Hz. Bilal (r.a.) Kabe’de ezan okudu. Fahr-i Âlem (s.a.v.), Safâ Tepe’sinin üzerine oturarak Mekkelilerin biatlarını kabul ettiler.