En, boy ve yükseklik anlamına gelen 3 boyut (mekân), uzayı açıklamak için yeterli gelmemektedir. Bu sebeple bilim adamları uzayın 4. bir boyutu olduğundan bahsederler. En, boy, yükseklik ve zaman. Geldikleri nokta gösteriyor ki 15 milyar yıl öncesinde (Big Bang hadisesi) sadece mekân değil, aynı anda zaman da yaratılmıştır. Dolayısıyla bulgulara göre Big Bang’ten önce bizim algılayabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Zaman, mekân, madde, uzay, enerji… Bu yokluğu beşeri zihinle algılayamayız. Bu durum, 10 kg tartma kapasitesi olan bir terazi ile milyarlarca ton ağırlığında gelen bir dağı tartmaya benzer.
Adem Serdaroğlu
Bilim, yaratılışı öğreniyor
Bilim dünyasının en popüler tartışması, günümüzden yaklaşık 60 yıl öncesine kadar devam etmiş olan “Evrenin (Kâinat) yaratılıp-yaratılmaması” belirsizliğidir. Bu tartışma dönemin bilim insanlarını da ikiye bölmüş, üniversite kürsüleri profesörlerin birbirleriyle çatıştıkları arenalara dönüşmüştür.
Materyalizmin o dönemler popüler olmasının sebebi de, bu tartışmada üstünlüğü elinde tutan tarafın öne sürmüş oldukları “durağan evren” modelinden kaynaklanmaktaydı. Bu modele göre kainat ortaya çıkmamış, sonsuzdan beri var olup, sonsuza kadar da devam edecektir. Kâinat sabit, durağan ve değişmez bir madde bütünü olarak kabul edildiği için de bu bütünün bir Yaratıcı’yı gerektirmediğini iddia etmişlerdir. Ancak 20. yüzyılın ikinci çeyreğine gelindiğinde, tam da materyalistlerin “Eğer öyle olsa, bir Yaratıcı olduğunu kabul etmek gerekirdi.” dedikleri “yaratılış tezi”, yani kainatın bir başlangıcının olduğu kendilerince ispat edildi. Kabullenmek zorunda kaldılar.
Süreç nasıl işledi?
1.Adım: Genişleyen kâinat modeli
20. yy.’ın başlarına kadar evrenin durağan bir yapıya sahip olduğu sanılıyordu. Öncesinde de hiçbir bilim insanı, evrenin genişlemesinden bahsetmiyordu. 20. yüzyılın başlarında Belçikalı bilim adamı Georges Lemaitne ve Rus fizikçi Alexander Friedmann, evrenin sürekli hareket halinde olduğunu ve genişlediğini teorik olarak ispatlamayı başardılar. 1929 yılına gelindiğinde ise Amerikalı astronom Edvinn Hubble, kullandığı devasa teleskop sayesinde evrenin genişlediğini gözlem olarak ispatladı. Evrenin genişlemekte olduğu gerçeği, sonraki yıllarda yapılan araştırma ve gözlemlerle de ispatlanmaya devam etti.
Kâinatın genişlemesi hadisesi, üzerinde noktalar olan bir balonun şişirilmesi gibi düşünülebilir. Balon şiştikçe nasıl noktaların arası açılıp, birbirinden uzaklaşıyorsa, evrendeki cisimler de evrenin genişlemesiyle beraber birbirinden uzaklaşıyordu.
Ne var ki bilim dünyası için yeni olan bu buluş, Müslümanlar için pek de yeni değildi. Çünkü Müslümanlar, 1400 yıldır bu gerçeği zaten biliyordu. 1300’lü yıllarda yapılan Kur’ân-ı Kerîm tefsirlerinde evrenin genişlemesi hadisesi ayrıntılı olarak anlatılmaktaydı. Zariyat Suresi’nin 47. ayetinde bu durum şöyle beyan edilmektedir: “Bir de semaya bakın, biz onu kuvvetle bina ettik ve şüphe yok ki biz çok vüs’a malikiz (Kudret ve kuvvetimiz öyle geniştir ki semayı bina eder ve onu daha çok genişletebilir.)
2.Adım: Kozmik radyasyon
1965 yılında Arno Ponzias ve Robert Wilson, uzayı gözlemleyebildikleri en uzak sınırlara, en geniş ufuklara kadar incelediler ve ilginç bir ışımayla karşılaştılar. Kozmik radyasyon (Background Rolation) adını verdikleri bu ışımanın (inşia) tam olarak kaynağı neydi ve nereden geliyordu? Ve niçin uzayın her doğrultusunda hep aynı şiddetle yayılıyordu.
Başlarda anlam veremedikleri uzaydaki bu garip inşianın, sonradan alemin ilk yaratılış anından arta kalan enerji oluğunu anlamaları uzun sürmedi. -270 derecelik soğukluğa sahip olan bu ışıma, yaratılış sırasında aşırı sıcak olan maddenin, mekana müthiş bir hızla “genişlemesinden” kaynaklanmaktaydı. Kozmik radyasyonun verdiği deney sonuçlarla, “genişleyen evren” teoreminin teorik değerlerini bir araya getiren bilim adamları önceleri hayretle, sonralarıysa hayranlıkla dolu bir neticeye vardılar: “Bu âlem yaratılmıştı!.” ve bunu yeni keşfetmişlerdi.
Big Bang ve yaratılışın ilk anları
Bing Bang hadisesinin en önemli delillerinden bir tanesi, uzaydaki hidrojen ve helyum gazlarının miktarıdır. Kâinattaki hidrojen-helyum gazlarının oranı, Big Bang’den arta kalan hidrojen-helyum oranının teorik hesaplamalarıyla birebir uyuşmaktadır. Eğer evrenin bir başlangıcı olmayıp da sonsuzdan beri devam ediyor olsaydı, evrendeki hidrojenin tamamen yanarak helyuma dönüşmüş olması gerekirdi.
Bilim, alemin yaratılışını Big Bang (Büyük Patlama) şeklinde ispatlar. Buna göre sonsuz küçük hacimdeki ve fakat sonsuz büyük yoğunluktaki madde ve enerji yumağının, zamanımızdan 15 milyar yıl önce birdenbire kendi hacmine sığmayarak büyük bir hızla taşması sonucunda zaman ve mekan boyutları yaratılmıştır. Big Bang hadisesinin ilk saniyelerinde neler olup bittiği bile bilimsel olarak ispatlanabilmiştir. Şöyle ki:
“…. buna göre çok yüksek sıcaklık değerleri altında; elektron, proton, nötron ve nötrinoların fotonlarla birlikte nasıl bir reaksiyona girdikleri ve reaksiyon sırasında nasıl davrandıkları görülmüş; atomların, daha sonra da moleküllerin ve nihayet moleküllerden maddenin nasıl yaratıldığı saniye dilimleri arasında aşama aşama anlaşılmıştır.”(Uzayın Sırları – Boğaziçi Yayınları)
Kısacası; bilim artık Big Bang’ten önceki zamanda (20 milyar yıl önce, 40 milyar yıl önce..) neler olduğuyla ilgili sorular sormuyor. Çünkü ellerindeki bulgular zamanın da âlemin halkedilişi ile beraber yaratıldığını gösteriyor. Maddenin yaratılmaya başladığı “an”, aynı zamanda “zamanın” da yaratılmaya başladığı “an”dır. 15 milyar yıl önce zaman olmadığı için, “15 milyar yıl önce ne vardı?” sorusu da sorulamaz!