Muallimin Son Mektubu

İstanbul Hukuk Fakültesi’nin son sınıfında bir öğrenci… Aynı zamanda Bayezid’deki Numune Mektebi’nde öğretmenlik yapan Hasan Ethem, 1915’te gönüllü olarak Çanakkale’ye giden kınalı kuzulardan sadece biri.

Normalde büyük tesadüf olarak algılanması gerekirken söz konusu Çanakkale olunca en kesif tesadüfler, olmayacak hadiseler bile çok sıradan bir hal alır. Tıpkı baba ve oğlunun, ya da Muallim Ethem’in de yaşadığı gibi subay olan kardeşi Ahmet Halit ile vatan, bayrak, hilal, ezan ve bütün mukaddesat uğruna aynı cephede, aynı siperde düşmana geçit vermemek için omuz omuza direnmesi gibi.  Vatan için faydalı nesiller yetiştirmekten daha ehemmiyetli bir durum vardır: o da vatanı muhafaza etmek. Bunlar yaşanırken bir taraftan da yaşadığı yerin güzelliklerini, iklimini, havasını çok derinden hisseden ve satırlarına bu duyguları ilmek ilmek işleyen Muallim Ethem annesine bütün bu güzellikleri bakın nasıl anlatıyor:

“Valideciğim,

Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi! Nasihatamiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşil bir ovada, ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının altında otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha güçlendirdin. Okudum, okudukça büyük büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgâra mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı.

Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim, cığıl cığıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu… Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedası ile beni tebşir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.

İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri:

-Efendim çayınız, buyurunuz, içiniz dedi.

-Pekâlâ, dedim. Aldım baktım, sütlü çay…

-Mustafa bu sütü nereden aldın? Dedim.

-Efendim şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?

-Evet, dedim. Evet, ne kadar güzel.

-İşte onun çobanından 10 paraya aldım.

Valideciğim, 10 paraya yüz dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim.

Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu: “validen kaderine küssün, ne yapalım. O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi.”

O güzel çayının koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.

 “Ey benim Rabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i celalini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahfeyle!” diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mesut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.

Anneciğim, oğlun Halit de benim gibi güzel yerlerdedir.

Dünyanın en güzel yerleri burasıymış. Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor. İnşallah düşman asker çıkarır da bizi de götürürler, bir düğün yaparız, olmaz mı?

Valideciğim, çamaşır falan istemem, paralarım duruyor, Allah razı olsun.”

Oğlun Hasan Ethem

4 Nisan 1331 (17 Nisan 1915)

Ana yüreği başka olur derler ya hani; işte Muallim Ethem’de bunu çok iyi kavramış olmalı ki burnundaki barut kokusuna, havada çarpışan mermilere, kendi cenaze namazını kılanlara, metrekaresine altı bin merminin düştüğü bir vatan coğrafyasında olmasına rağmen annesine bunlardan hiç bahsetmiyor. Bilakis yazdığı mektupta ağaçların, tabiatın, ekinlerin, derelerin güzelliklerini döküyor ve bülbülü konuşturarak annesinin bütün bu güzelliklerden nasıl mahrum kaldığını anlatıyor.

25 Nisan 1915 tarihindeki kara çıkarmalarından bir hafta önce yazılan bu mektup Muallim Ethem’in annesine ulaşsa da kendisi ulaşamıyor ve şehadet şerbetini içerek şehitlik mertebesine yükseliyor. Dünya açısından Gelibolu Yarımadası’nın ehemmiyeti beş yüz binden fazla gencin bu küçücük toprak parçasında can vermesi. Yeryüzünde bu kadar gencin uğruna can verdiği, hayatlarından, analarından, yârlerinden vazgeçtiği başka bir toprak parçası var mıdır?

Exit mobile version