“Reformcular(!)”

Bir Eser, Bir Tercüme ve Bir Sadeleştirme Vakası

Mezhep konusu asırlardır tekrar tekrar gizli bir el tarafından tartışmaya açılır. İlk sunumu “İslâm’ın birleştirilmesi” adınadır. Günümüzde son raddesi ise mezhep tanımama, mezhepsizlik şeklindedir.

Bahsedilen mevzu, “Mezahibin Telfikı ve İslâm’ın Bir Noktaya Cem’i” adlı Reşîd Rıza’nın bir garabeti. Kitap demeye dil varmaz. Türkçesi “mezheplerin birleştirilmesi” kastediliyor. Kısacası mezhepsizlik tohumu ekiliyor. 1916 yılında da tercüme olarak basılmış. Ahmet Hamdi Aksekili, o eseri “Toyluk zamanında, henüz talebe iken tercüme etmiş.” Başka birinin sadeleştirmesi istenilerek Diyanet İşleri Başkanlığı bu eseri 1950’li yıllarda bastırmıştır. Takdimi ise korkunçtur: “Kitap, İslâm birliği ve hurafe bidatler, İslam birliğini bozan mezhep ve zümre taassubu” şeklinde pazarlanır.

Ancak “Ahmet Hamdi Akseki, ilimce kemal bulduktan sonra hatasını anlayarak tercüme ettiğine pişman olmuş. Çünkü Reşit Rıza’nın sakat fikirliler silsilesinden olduğunu sonradan fark etmiştir. Hatta tekrar neşretmek isteyenler olmuş, müsaade etmemiştir.” Hatasında ısrar edenlerden değildir. İşte bu yazıyı mezhepsizlik hatasında ısrar edenler için Ahmed Davutoğlu (Doğum:1912-Vefat:1983)  Din Tahripçileri kitabında kaleme almıştır. İşte dikkate şayan o yazı:

Bu devirde bir Müslümanın mutlaka Sünnî mezheplerden birine bağlı olması lazımdır. Bilindiği üzere itikatta iki, amelde dört mezhep vardır. Bunlar Ehl-i Sünnet mezhepleridir: İtikadda sahih doğru inançları: 1.İmam Ebu Mansur Mâturidî Hazretleri, 2. İmam Ebu’l-Hasen Eş’arî Hazretleri beyan etmişlerdir. Amel meselesini ise: 1. İmam-ı Âzam Hazretlerinin kurduğu Hanefî mezhebi, 2. İmam-ı Malik Hazretlerinin kurduğu Malikî mezhebi, 3. İmam-ı Şafiî Hazretlerinin kurduğu Şafiî mezhebi, 4. İmam-ı Ahmet İbn-i Hanbel Hazretlerinin kurduğu Hanbelî mezhebi, büyük bir vukufla açıklamıştır.

Bir Müslüman hangi mezheptense, sadece ona bağlanır. Mezheplerin hükümlerini karışık şekilde tatbik etmek, dinî hükümleri oyuncak etmek demektir.

Cahillerin ve az ilimlilerin içtihat yapmağa kalkışması, mezheplerin aleyhinde bulunmaları, Ehl-i Sünnet Müslümanlığına ve şu ümmete büyük kötülüktür.

Reformcular neler yapmışlardır?

Reformcular Müslümanların hissiz, hareketsiz, muttal ve geri kalma hususunda kabahati İslâm ulemasına, Ehl-i Sünnetin müçtehitlerine, müfessirlerine ve muhaddislerine yüklüyorlar. Zu’mlarınca (batıl şüphe) İmam-ı Âzam’dan bugüne kadar gelip geçen ulema dinini dondurmuşlar, onun büyüyüp gelişmesine mani olmuşlar, boşuna ferayizlerle uğraşmışlar. Allah’ın kitabına, peygamberin sünnetine böyle şeyler sokmuş(lar). İnsan olmamış şeylerle uğraşacağına aradığı hükmü doğrudan doğruya Kur’ân’dan, hadîsten almalı imiş. Fukahanın ciltler dolusu eserleri –haşa- din değilmiş!..

Bu zevat, eski ulemanın akılları, fikirleri varsa; bizim kafalarımız da süpürge koçanı değildir diyerek paçaları sıvamış içtihada (yani Kur’ân’dan, hadisten hüküm çıkarmağa) kalkışmışlar. Onlara göre ayetten, hadîsten zamanın icabına göre hüküm çıkarılacak; his ve tecrübe ile  anlaşılandan maada hiçbir mevcut tanımayan müspet ilmin tavsiyelerine yüzde yüz uyulacak, bu ilmin tanımadığı veya reddettiği şeyler güneş gibi parlayan hakikatlerde olsa tevil yoluyla inkar edilecek!..

“Zavallılar…”

Zavallılar düşünmüyorlar ki, Müslümanların gerilemesine sebep dinleri ve dinlerinin uleması değil, bilakis dinden uzaklaşmalarıdır!.. Biçareler vurdukları Avrupa iğnesinin makûs tesiriyle akı kara, devayı dert görüyorlar. Düşünmüyorlar ki, kitabın başından sonuna arz ettiğimiz veçhile Müslümanlar ancak dinlerine sahip oldukları devirlerde dünyanın ilim ve medeniyet hocasıydılar. Şimdi dinlerinden uzaklaşmış, tembelleşmiş, miskinleşmiş; aralarına müthiş nifak girmiş, Allah’ın yap dediğini yapmıyorlar, yapma dediğini inat ve ısrarla yapıyorlar. Kabahat de eski din ulemasının, hatta bizzat dinin!.. Fesubhanallah…

Evet, İslâm âleminin halini biz de görüyoruz. Ve bir değil, bin müceddit lazım geldiğine biz de hükmediyoruz. Amma reformcuların anladığı gibi değil. Dinde tecdit (yani yenileme) dinden uzaklaşan Müslümanları tekrar ona döndürmekle; terk ettikleri dinî, dünyevî vazifelerini yaptırmakla, onlara dinlerini öğretmekle olur. Bu hususta fazla söze, izaha hacet yoktur. On dört asırlık koca mazi baştanbaşa bunun böyle olduğuna şahittir.

“Dipdiri ve Taptazedir.”

Müslüman çocuklarının doktor, mühendis, kimyager vesaire olmak için Avrupa’ya giderek tahsil görmelerine kimsenin bir şey dediği yok. Acaba reformculara ne oluyor ki, ayağı yanmış kedi gibi Avrupa’ya koşarak: “Aman Avrupa’nın peşinden gidelim; onun ilmini alalım, yoksa halimiz haraptır!” diye çırpınıp duruyorlar… Yoksa “dinimizi de gidip Avrupa’dan öğrenelim” mi demek istiyorlar? Maksatları bu ise, hayır! Bu ebediyen olamaz. Çünkü Avrupalılar, Müslümanların değil, Müslümanlığın düşmanıdırlar. Müslümanlığın hakikatini bilmezler. Bilseler derhal Müslüman olurlardı.

Bugün Müslümanlar düşmüş de olsa, Müslümanlık –haşa- düşmemiştir. O ayaktadır. Dipdiri ve taptazedir. Düşmanından değil, dostundan bile istimdada ihtiyacı yoktur.

(Kaynak: Dini Tâmir Dâvasında Din Tahripçileri)

Exit mobile version