Sanatın İlmek İlmek İşlendiği Yer Beypazarı’nda Telkâri

Telin yumuşayıp şekil verilmesi için sık sık ısıtılarak tavlanması gerekir. Tıpkı insanın dahi yumuşaması, ahlâkın güzelleşip süslenmesi için pek çok dert ile müptela olması, hatta yanması gibi.

Cumbalı evleriyle misafirlerini karşılayan tatlı bir ilçedir Beypazarı. İç Anadolu’da içinde nice güzellikleri, sırları saklar. Sokakları, cumbalı, kuşkanalı evleri ile uzar gider. Geçmişe götürür ve bir anda günün gamından, kederinden insanı azat ediverir.

Sanat ve incelik, atölyelerde ilmek ilmek işlenir. Günümüzde az sayıda usta tarafından yaşatılan el sanatları, Beypazarı’nın hem gelir kaynağı ve hem de yaşattığı bir kültür mirasıdır. Bu el sanatları arasında dövme bakırcılık, altın ve gümüş telkâri işlemeciliği, sırma işlemeler, dokumacılık, ipekli el dokumacılığı, semercilik, saraçlık ve demircilik yer alır.

Beypazarı 

Beypazarı, Ankara’nın kuzeybatısında, merkeze 98 km uzaklıkta yer alır. Tarihî İpek Yolu’nun üzerindedir. İlçe ve çevresinde gerçekleştirilen kazı çalışmalarında bulunan eşya ve paralar üzerinde yapılan incelemeler; ilçenin Hitit, Frig, Galat, Roma, Selçuklu ve Osmanlılara ev sahipliği yaptığını gösterir. Beypazarı ilçesine, tarihte ilk kez Luwi’lerce “Kaya Doruğu Ülkesi” anlamına gelen “Lagania” ismi verilmiştir.

İlçe, Roma döneminde İstanbul-Ankara-Bağdat gibi önemli merkezlerin geçiş yolları üzerindeydi. Şehrin adının bu dönemde Anastasiopolis olarak değiştirildiği, tarihî eser ve haritalardan anlaşılmaktadır.

Evliya Çelebi, Seyahatnâme’sinde (Miladî 1648) Beypazarı’ndan şöyle bahseder: “ İlk kurucusunu bilmiyorum. Fakat ilk fatihi, Kütahya beylerinden Germiyanoğlu Yakup Şah’ın veziri Dinar Hezar’dır. Onun için şehre “Germiyan Hezar” da derler. Haftada bir gün güzel süslü bir pazar kurulup, bütün kıymetli eşyalar bulunur…”  Evliya Çelebi, bu notları alarak üç gün konakladığı Beypazarı’ndan, babasının vefat haberi üzerine İstanbul’a döner.

Bu pazarın ünü, zamanla beyin adının sonundaki “Hezar” kelimesini gölgede bırakır. Böylece bu kelimenin yerini “Bey” sözcüğünün aldığı ve ilçenin adının Beypazarı olarak değiştiği tahmin edilmektedir.

Başka bir görüşe göre de Osmanlı Devleti’nin toprak rejimi ve askeri sisteminin bel kemiğini oluşturan Tımarlı (Anadolu) Sipahi Merkezleri’nden birisi olan Beypazarı, yöredeki sipahi beyine ve ticarî, ekonomik hayatın yoğunluğuna istinaden Beğ Bazarı diye adlandırılmıştır.

Türklerin, Sultan Alparslan komutasında Anadolu’ya girmesinden kısa bir süre sonra, Beypazarı da ilk Türk akıncıları ile karşılaşmıştır. Selçuklu yönetimindeki Beypazarı, konum itibarı ile sık sık göç eden Türkmen boylarına yurt olmuştur. Bu boylardan en önemlisi Kayı boyudur. Selçuklu Sultanlığı’nın kendilerine yurt olarak yer gösterdiği bu Türk boyu, Gazi Gündüzalp yönetiminde ilk önce Ankara civarına yerleşmiştir. Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Osman Bey’in dedesi Gazi Gündüzalp’in mezarının Beypazarı’nın Hırkatepe köyünde olduğu bilinmektedir.

Beypazarı; şifalı suları, İnözü Vadisi, Eğriova Yaylası, Tekke Yaylası, Kirmir Çayı, Osmanlı dönemi klasik şehir içi hanlarından Suluhan Kervansarayı, Selçuklu mimari tarzında yapılan Akşemsettin Camii, Sultan Alaaddin Camii ve Kurşunlu Camii ile bir tarih ve kültür beldesidir. Zengin bir mutfağa sahip olan ilçenin tanınan yemekleri arasında güveç, dolma, baklava, höşmerim ve Beypazarı kurusu sayılabilir.

Telkâri 

Gelelim telkâri sanatına. Milattan 3000 yıl öncesinde telkârinin Ortadoğu’dan başlayan yolcuğu, ülke sınırlarımızda Mardin’den Beypazarı’na kadar devam etmiştir. “Gümüş veya altın tel ile süsleme sanatı” diye anlatıyor ustalar. Osmanlı zamanında ‘Vav ( ) işi ’diye biliniyor.

Vav harfi, hattatların süslemelerinde göz dolduruyor. Her sanatkâr değdiriyor kalemini vavın üzerine. Hat sanatında vavın değeri bir başka olacak ki Osmanlı zamanında bu süslemeye “vav işi” deniliyor.

Sabır ve incelik ile dokunuyor, el emeği göz nuru işleme. Sıralı atölyelerin vitrinlerine, birbirinden güzel aksesuarlar diziliyor. Geleneksel sanatların pek çoğunda olduğu gibi ustalar, dükkânların içinde ilmek ilmek işliyorlar, tepeden tırnağa.

Ocakta pota içerisinde eritilen gümüşler, yapılacak işin durumuna göre delikli haddeden geçiriliyor. Hadde nedir, diye sorarsanız; sıcak madeni, tel durumuna getirmekte kullanılan, türlü çapta pek çok delikleri bulunan çelikten bir araçtır. Gümüşü haddeden geçirmeye, tel çekme denir. Silindirlerden geçirilip, 40-60 mikron incelikte teller elde ediliyor. Hazırlanmak istenilen ürünün bir taslağı, kâğıt üzerine çiziliyor. Bu kâğıda göre, süslemenin nasıl olacağına ve ne kadar gümüş tel kullanılacağına karar veriliyor. En önemli işleme geliyor sıra. Haddelerden ve silindirlerden geçip inceltilen ve bükülen teller, hızlıca esnekliğini kaybedip sertleşiyor.

Tele şekil verebilmek için sık sık ısıtılarak yumuşatılması ve tavlanması gerekiyor. Telkâride tavlama sık sık yapılıyor. Bu tavlamaların sonucunda da nadide güzellikte aksesuarlar işleniyor.

Hâlen pek çok usta, atölyelerinde çıraklar yetiştiriyor, bu sanatın unutulmaması için çaba gösteriyorlar. Çıraklığını yapmadıkları işin ustası olamazlar. Bunu da iyi bilen çıraklar, yapışıyorlar ustalarının eteklerine.

Yandıkça yumuşayıp şekil verilen tellerde, kesim aşamasına geçiliyor. Tasarlanan ürünün incelik ve uzunluklarına göre teller kesilerek hazırlanıyor. Çizilen taslak model alınarak, önce dış çerçeve şekillendirilmeye başlanıyor. Belirli eklem yerlerinden kaynak yapılarak bu parçalar birleştiriliyor. Dış çerçevesi hazırlanan telkârinin içindeki boşluklara, ince tellerle yapılan süslemeler lehimleniyor. Yapılan telkâri son şeklini alıp süslemesi bittiği zaman, gümüşün parlak doğal rengini alması için ağartma uygulanıyor ve telkâri, alıcılara sunuluyor. Desen desen yapılan takılar, aksesuarlar diziliyor vitrine. Görenlerin gönlünü hoş ediyor, gözlerine bayram ettiriyor.

Beypazarı’nda 120’ye yakın atölyede, ustalar çıraklarına hâlen bu geleneksel sanatı öğretirler. Osmanlı padişahlarının dahi, koskoca bir devlete hükmetmekle beraber el işi sanatlarına da verdikleri ehemmiyet, her şehrin kendine has mimarî dokusunda gözler önüne seriliyor. Şairane ruhların bir tezahürü olarak görülüyor bu sanatlar.

Halk kültürümüzün bir parçası olan el sanatlarının, Anadolu’nun binlerce yıllık tarihinden gelen zenginlikleri yansıttığı aşikârdır. Bu şahane kültürel mirasın yaşatılması gerektiğini, bunun için çabalayan zanaatkârları gördükçe tekrar hatırlıyoruz. Kültürel kimliğimizi daha yakından tanımak için bu sanatları görmek, bilmek gerek tabii.

Beypazarı, medeniyetlerin buluşma noktasıdır. Tarihin ayak sesleri duyulur, atılan her bir adımda. Zaman değişse de beldenin dokusu değişmemiştir. Bu doku, el sanatları ile ilçenin zarafetini gözler önüne serer. Geleni hoşça selamlar, gideni görsel bir şölen ile uğurlar.

 

Exit mobile version