Arapça bir kelime olan naat, lügatte: “bir şeyi överek anlatmak” demektir. Istılahta ise, Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed’i (s.a.v) övmek üzere yazılmış şiirlerin genel adıdır.
Peygamber Efendimiz’i (s.a.v) övmek üzere yazılan şiirlerin bir türe dönüşmesi edebiyatımızın bu konuda ne kadar velud olduğunun göstergesidir. Ona (s.a.v) duyulan sevginin şiir ehlince asırlardır işlenmesi, naat yazmanın adeta “şiir örfü” olması ise gurur verici bir durumdur.
Her şair, şiirinde kendi serüveninin bir kısmını aktarmaktadır. Dolayısıyla naat kaleme alarak O “en güzel örnek”e kendi penceresinden yaklaşan her şair, aslında kendi dünyasının ikliminde Onu (s.a.v) aramaktadır. Yani asıl maksat, Peygamber Efendimiz’i (s.a.v) anlatmakla beraber Onun ilhamından nasipdar olmaya çalışmaktır.
İmam-ı Rabbani Hazretlerinin Mektubat adlı eserinde geçen ve bir Arap şaire ait olan:
“Mâ medahtü Muhammeden bi makâlâtî
Lâkin medahtü makâlâtî bi Muhammedin”
Ben kelamımla Hazreti Muhammed’i(s.a.v) övmedim. Ancak Hazreti Muhammed (s.a.v) ile kelamımı yücelttim.
beytinde anlatılan bu durum, bizde Fuzuli’nin diliyle en veciz halini bulur:
“Yümn-i natünden güher olmış Fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsândan dönen tek lü’lü-i şehvâra su”
Senin naatini söylediği için Fuzulî’nin sözleri inciye dönüştü. Nisan yağmurunun inci tanesine dönüşmesi gibi.
Su Kasidesi’nden alınan bu beyitte Fuzuli, sözlerinin güzelliğini “naat”a bağlamaktadır.
Naat geleneği İslam’ın ilk yıllarından itibaren oluşmuştur. “Peygamber Şairi” olarak tanınmış olan Hassan Bin Sabit (r.a) naat türünün ilk başarılı örneklerini sunmuştur. Abdullah İbn-i Revaha’nın (r.a) “Es-subhu bedâ” diye başlayan bir şiiri ise günümüzde ilahi formunda seslendirilmektedir. Bunun yanı sıra naatlar arasında bir zirve sayılan Kaside-i Bürde’nin şairi Kaab Bin Züheyr’i (r.a) de anmak gerekir. Hazreti Ali (k.v), İbn-i Abbas (r.a), Kaab Bin Mâlik (r.a), Âmir Bin Sinan El-Ekvâ (r.a) da Peygamber Efendimiz (s.a.v) için şiirler kaleme almışlardır. Sonraki yıllarda Dağbel, Ferezdak, Kümmeyt, Mihyarü’d-Deylemî, İmam Busîrî, İbn-i Nebate gibi (Allah cümlesinden razı olsun) şairler de naat türünde eserler vermişlerdir.
Türk edebiyatında ise ilk naat örneğine Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’inde rastlarız. Edebiyatımızın bilinen en eski mesnevisi olan bu eserde Yusuf Has Hacib, münacat bölümünden hemen sonra on beş beyitlik bir naatla eserine başlar.
Naatlar, edebiyatımızda kendi içinde türlere de ayrılmıştır. En başarılı örneğini Süleyman Çelebi’de gördüğümüz Mevlid, yakın zamana kadar tıpkı mevlid gibi bestelenen ve Mirac Kandili’nde camilerde okunan Miraciye ve başlı başına bir tür olan Hilye, birer naat türü olarak zikredilebilir.
Bunun dışında naatların bizce en sadeleri elbette Yunus dilinden dökülmüştür. Öyle ki halkımızın kâhir ekseriyeti Yunus’un arı duru şiirleriyle yâd etmektedir Peygamber Efendimiz’i (s.a.v):
“Canım kurban olsun senin yoluna
Adı güzel kendi güzel Muhammed”
“Aşkın ile aşıklar yansın ya Rasulallah
İçip aşkın şarabın kansın ya Rasulallah”
gibi onlarca ilahi, halkımızın dilinde dolaşmaktadır. Divan şiirinin ilk örneklerini sunan Şeyhî ise:
“Yek-danesin cihan sadefinde güher gibi
Ey bî bedel, yetim anun için denir sana”
diyerek Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) “yetim”liğini mükemmel bir teşbihle izah etmiştir. Kıt’aların sultanı oldukları kadar sözlerin de sultanı olan Osmanlı padişahlarından birkaçına kulak verelim.
Bakın ne diyor Selimî mahlasıyla şiirler yazan Yavuz Sultan Selim Han:
“Kimse sensiz bulamaz Hakk’a vusûl
Feyz-i lûtfunla olur merd-i kabûl
Rahmeten li’l-âlemînsin yâ Resûl
Elmeded ey ma’den-i nûr-i Hudâ”
Ya Muhibbî mahlasından süzülen bir nice şiirin efendisi Kanuni Sultan Süleyman Han:
“Umarım her bir adın başka şefaat eyleye
Ahmed ü Mahmud Ebu’l Kasım Muhammed Mustafa”
Peki ya Sultan III. Selim Han:
“Felekte pâdişah olsam da etmem itibâr ancak
Kapında kulluğumdur bana matlab yâ Resûlallah”
Divan edebiyatında hangi şaire baksak eşsiz bir naat görürüz. Öyle ki sırf naatlardan oluşan divanlar bile bulunmakta ve hatta Na’tî mahlasıyla şiirler kaleme alan şairler bulunmaktadır.
Meşhur naatlara gelince, ilk sırada elbette Fuzuli’nin Su Kasidesi zikredilmelidir. Su Kasidesi , bizce Türkçe naatların zirvesidir. Nabi’nin “Sakın Terk-i Edebten” diye başlayan naatı ise hem hikayesi ve hem de dili açısından muhteşemdir.
“Sakın terk-i edepten, kuy-i mahbub-ı Huda’dır bu
Nazargâh-ı ilahidir, Makam-ı Mustafa’dır bu.”
Yaman Dede’nin:
“Gönül hun oldu şevkinden boyandım ya Rasulallah,
Nasıl bilmem bu nîrana dayandım ya Rasulallah,
Ezel bezminde bir dinmez figandım ya Rasulallah,
Cemalinle ferahnâk et ki yandım ya Rasulallah”
Şiiri ise bir alev gibi yanmakta ve asırlardır yürekleri tutuşturmaktadır. Şeyh Galib’in:
“Hutben okunur minberi iklimi bekada
Hükmün tutulur mahkeme-i ruz-i cezada
Gülbang-i kudümün çekilir arş-ı Hüda’da
Esma-i Şerifin anılır arz u semada
Sen Ahmed-i Mahmud-u Muhammed’sin Efendim
Hak’tan bize Sultan-ı müeyyedsin Efendim”
Mısralarını da içeren müseddes şiiri de burada zikredilmelidir. Aziz Mahmud Hüdayî Hazretleri de o rahmet Efendisine (s.a.v):
“Kudümün rahmetu zevku sefâdır yâ Resûlallah
Zuhurun derdi uşşâka devadır yâ Resûlallah”
diyerek seslenmektedir. Bahtî mahlasıyla şiirler yazan Sultan Birinci Ahmed Han ise bugün halen Sultanahmet Camii’inde bir levha halinde asılı duran kıtasında şöyle der:
“Nola tâcım gibi başımda götürsem dâim
Kadem-i resmini ol Hazret-i şâh-ı Resûlün
Gülü gülzâr-ı muhabbet o kadem sâhibidir
Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün.”
Doğrusu Divan edebiyatı, naat konusunda bir deryadır. Yüzlerce şairin muhteşem naatları arasında kendinizden geçersiniz. Bu şiir ummanında o rahmet Efendisini (s.a.v) aramak ve şiirin efendisi olan naatları bilmek, bu dili yaşamak için ne güzel bir yoldur.
Yazımızı noktalarken Peygamber Efendimiz’den(s.a.v) yedi yüz sene evvel yaşamış olan şair Es’ad Ebû Kerîb el-Himyerî’ye (r.a) kulak verelim. Zira o, şiirleriyle Efendimize (s.a.v) seslenmiş ve Peygamber Efendimiz (s.a.v) tarafından tevhit ehli sayılmıştır:
“Şahitlik ederim
Varlıkları yok eden Allah’a
İman ederim onun göndereceği Resül’e
Yani Ahmed’e”
* * *
Burada zikredemediğimiz bütün naat şairlerini rahmetle anıyoruz.
Ve son söz: “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed”
Kaynaklar: Peygamber Şiirleri, Hasan Ali Kasır, Denge Yayınları, İstanbul, 1997, Divan Şiirinde Naat, Emine Yeniterzi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1993, Hazret-i Peygambere Şiirler Antolojisi, Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu, Yağmur Yayınları, İstanbul, 1996, Su Kasidesi, İskender Pala, Kapı Yayınları, İstanbul, 2004, Edebiyat Yazıları I, Sezai Karakoç, Diriliş Yayınları, İstanbul, 1992, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi