Söğüt İçin 9 Sebep

Söğüt üzerinde Osmanlı Devleti’nin temelleri atılırken ona güç ve kuvvet veren amiller hep merak edilir. Gaza ve cihat inancı üzerinde durulur. Söğüt, Bilecik, İznik ve Bursa’yı içine alan bölgenin stratejik konumuna vurgu yapılır. Ancak her ne olursa olsun büyük bir devletin teşekkülünde ilkler çok önemlidir. Çünkü başlangıçta ortaya çıkış şartları çok çetin olmuştur. Büyük bir mefkureyle çetin şartları lehine çevirecek idare kabiliyeti, idareye güvenen bir halk ve siyasi sosyal ilişkiler ağı ile mikro ölçekte başlayarak dünyaya açılma cesareti… İşte ecdadın ilk “mikro siyasi, kültürel ve dini teşekküllerin” merkezi Söğüt’teyiz.

Söğüt yolculuğuna, okurlarımızla paylaşacağımız örnek bir gezi olması maksadıyla çıktık. Osmanlı tarihinin başladığı bu küçük şehrin kendine has bir özelliği var mıydı? Bulunduğu coğrafyanın Batı Anadolu ve Bizans’ı fethetmede tesiri neydi? Buraya gelen Yörükler nasıl olmuştu da, yeni topraklara ihtiyaç duyan insanlar için merkez olmuşlardı? Kurulan manevi ve maddi beraberliğin ehilleriyle birleşecek ananevi alt yapıların kurulması beldeye nasıl tesir etmişti? Bütün bu soruların cevabını aramak üzere yollara düştük.

Giriş ve sonuçtan oluşan “Söğüt Tarihi”

Sakarya ırmağının güneyinde, etrafı tepelerle çevrili çok derin ve dar bir boğazın (Söğüt Deresi) ağzında, denizden yaklaşık 650 m. yükseklikte yer alan bu küçük beldenin çok sade bir tarihi var. Kayı aşiretinin Söğüt’ü kışlak, Domaniç’i de yaylak olarak kullanmaya başlamasından sonra canlanan Söğüt tarihi, Ertuğrul Gazi, Osman Gazi ve Orhan Gazi devirlerinde gelişmesine devam etmiş. Arkasından uzun bir sessizliğe bürünen Söğüt, uzun yıllar 100 kişiyi geçmeyen “Söğütçük” adıyla bir köy olarak hatırlanmış. Zaman gelmiş “nefs-i söğüt” adıyla yavaş yavaş bir kasaba sürecine girmiş. “Hac yolu” güzergâhı üzerinde olduğu için, 15. yy’da yeniden hatırlansa da İkinci Abdülhamid Han devrine kadar, beldede siyasî ya da mimarî ciddi bir faaliyet olmamış.

Ertuğrul Gazi Türbesi’nin içinden bir görünüm.

Yola çıkış ve neden Söğüt?

Yolculuğa çıkmadan önce Söğüt’teki arkadaşlarımızı arayıp rehberlerimizi ayarladık. “Müsafir umduğunu değil, bulduğunu yer.” diye bir atasözümüz var. Lakin bize orada gösterilen alaka, umduğumuzdan çok fazlaydı. İnsanların alaka göstermesi gezinin verimliliğini etkilemiyordu. Çünkü Söğüt, tarih kitaplarında ismi sık geçmesine rağmen küçük sessiz bir beldeydi ve 5-6 tarihi mekândan başka gezilip görülecek yeri de yok gibiydi. Ertuğrul Gazi ile başlayan Söğüt tarihi, Osman ve Orhan Gazilerle devam etmiş, uzun bir sessizlik döneminden sonra ikinci Abdulhamid ile son bulmuştu.

“Bir yazı hazırlamak için Söğüt’e gitmeye gerek var mıydı?” diye düşünenler olabilir. Evet, vardı. Çünkü bedeni ve zihni bir şeye hazırlamak için harekete geçmek gerekiyor. Oraya ulaştığımızda Osmanlı tarihinin başladığı bu küçük şehrin kendine has özelliklerini yakından gördük. Beldede öyle zengin maden yatakları da mevcut değildi. Beldenin bizce en dikkat çekici özelliği burada davasına inanmış, himmeti âli yerden bir avuç insanın hatıralarının bulunmasıydı. Biz de bu küçük beldede onların hatıralarını bulmaya ve başarılarının arkasındakileri görmeye çalıştık.

Söğüt meydanı ve arka planda Çelebi Sultan Mehmet Camii.

Bir yandan gezerken aklımızda hep idarenin kuruluşu, maddi ve manevi beraberliği tesisi, ilk imar ve iskân faaliyetleri vardı. Rehberlerimizle beraber, sizi Söğüt’e gitmeye teşvik edecek 9 sebep bulduk. İşte o 9 sebep:

1. Yol güzergâhında tarih ve tabiat iç içe

Sakarya’dan Arifiye istikametine giriyoruz. Yukarıkirazca’dan Ahmediye’ye kadar yerleşim yerlerinden geçiyoruz. Ahmediye’den sonra bizi Sakarya nehri karşılıyor. Sakarya nehrinin yatağından sırasıyla Nuriosmaniye ve Şerefiye’den geçiyoruz. Ormanlarla kaplı yüksek dağlar bizlere ecdadımızın sefere çıktığı yıllarda, çile çektiği, ter döktüğü, cenk ettiği mekânların hatıralarını fısıldıyor. İlk dersimizi çıkartıyoruz, günümüz şartlarında üç saatte gidilen İstanbul- Bilecik yolunu onlar üç günde geçiyorlardı, hem de orduyla beraber. Üstelik ordunun başında da bizzat atıyla sefere çıkan padişahlar vardı.

2. Göynük tabelası ve Akşemsettin Hazretleri

Pamukova’yı geçtikten sonra Göynük tabelasını görüyoruz. Akşemsettin Hazretlerini hatırlıyoruz, adeta bizi çekiyor; lakin 100 km’ye yakın bir mesafe var. Keşke zaman olsaydı, diyerek yolumuza devam ediyoruz. Ancak Söğüt gezisi düzenlemek isteyenler Göynük’e de vakit ayırmalılar. Sadece Söğüt ve Göynük değil, ilk fetihlerin yapıldığı Bilecik, Domaniç ve Orhaneli gibi yerler de görülmeli. Osmanlı’nın ilk devirlerinin ruhunu anlamak için gerekli mi derseniz, evet gerekli olduğu kanaatindeyiz. Mesela, Hac ile alakalı her şey Kudûrî, Dürer kitaplarından öğrenilebilir; ancak hacı olabilmek için o an orada bulunmak, fikren ve bedenen ibadete hazır olmak gerekiyor. Geziler de bu şekildedir; bazen bilinen bir şeyin ruhunu hissetmek için yapılır. İkinci dersimiz de bu oldu.

3. Bilecik ve Seyh Edebali Hazretleri

Osmaneli ve Selimiye’den geçerek yaklaşık 3 saat bir yolculuktan sonra Bilecik’e ulaşıyoruz. Söğüt’e bir gün sonra gideceğimiz için akşam burada kalıyoruz. Şeyh Edebali’yi ziyaret edip orada şu malumatı dinlediğimizde, hem 3. dersimizi hem de Osmanlının devlet olma sırlarından birini öğreniyoruz: Osman Gazi İnegöl tarafına sefere gideceği sırada, hocası Şeyh Edebalı Hazretleri müdahale ederek, İnegöl’e sonra gitmesini söylüyor. Ve Osman Gazi’yi Lefke (Osmaneli), Gölpazarı tarafına yönlendiriyor. Yani, Osmanlının yaptığı fetihler manevi ricalin işaretleriyle yapılıyor.

4. Bölgenin coğrafi durumunun bize hatırlattıkları

Bilecik’te Şeyh Edebali Hazretlerini ziyaret ettikten sonra Küre beldesinde bulunan Dursun Fakih türbesine kadar devam ediyoruz. Bu coğrafya sanki harita üzerinde özel olarak aranıp bulunmuşa benziyor. Sanki önceden Osmanlı’nın dünya hâkimiyeti kuracağı belliydi. Tarih sayfalarında isimlerini duyduğumuz ya da duymadığımız, bütün İslam coğrafyasından cihat için akın eden gazi ve dervişler bunun için gelmişlerdi. Bu bize Peygamber Efendimiz zamanında, Efendimizin Medine’ye hicret edeceğini bilen O’nu tanımak için bazı Kurayza Yahudilerinin önceden gelip Medine’ye yerleşmelerini hatırlattı.

5. Söğüt’e giriş

Söğüt’e girerken mermer madenleri dikkatimizi çekiyor. Sorduğumuzda beldede sanayi faaliyetlerinin çok yoğun olmadığı, ancak mermer ve seramik imalatı yapıldığı belirtiliyor. Geçmişte

ipekçilikte de iddialı bir beldeymiş. Onun için Söğüt taşı mermer, toprağı seramik, yaprağı ipek diye bilinirmiş. İlçeye Bilecik’ten girişte
Ertuğrul Gazi türbesini ziyaret ederken, Dursun Fakih ve Şeyh Edebali Hazretleri türbesinin ayrı bir özelliği anlatıldı. Söğüt’ün en yüksek yerinde Ertuğrul Gazi’nin türbesi var. Şeyh Edebali Hazretleri ise Bilecik’te medfun. Söğüt’ten Bilecik’e doğru giderken yolun sağ tarafında bir tepenin tam üstünde Dursun Fakih hazretlerinin türbesi buluyor. Üçü de farklı yerlerde medfun bulunan bu zatlar, öyle bir yere defnedilmiş ki üç türbe de birbirini görebiliyormuş.

6. İkinci Abdülhamid Han’ın ağırlığı

Küçük bir belde olan Söğüt’ü 15-20 dakikada gezmek mümkün. Ertuğrul Gazi türbesinden sonra devam ettiğinizde sırasıyla Etnoğrafya Müzesi, Hamidiye Camii, Hamidiye İdadisi, Dar’ül Eytam (yetimhane), Çelebi Sultan Mehmet Camii, Kaymakam Sait Bey Çeşmesi ve Ertuğrul Gazi mescidi var. Sultan İkinci Abdülhamid Han tarafından 1905 yılında yapılmış Hamidiye Camii ile Hamidiye İdadisi ve Dar’ül Eytam aynı parsel üzerine inşa edilmiş. Öyle anlaşılıyor ki, şehre gelen gruplar, Abdülhamid Han’ın yaptırdığı eserlerin ağırlığını hemen görüyorlar. Halkın Çifte Minareli Cami olarak söylediği Hamidiye Camii tek kubbeli, çift minareli, duvarları kesme taştan örülmüş, kubbesi kurşunla kaplanmış haliyle son dönem Osmanlı mimarisinin enfes bir örneği. Cami mimarisi ve çini işçiliğiyle bize İstanbul Ortaköy Camii’ni (Büyük Mecidiye Camii) hatırlattı.

Cami hakkında herhangi bir malumat konulmamış. Ama bu cami ve karşısındaki Hamidiye İdadisi ve Dar’ul Eytam dikkate alınarak Osmanlı Tarihi ve Abdülhamid Han sıfırdan anlatılabilir. Çünkü burası, Osmanlı’nın bu küçük beldeden çıkış hikayesini, sıradan bir belde olmasına rağmen içinde barındırdığı derin sırları ve devletin son yıllarında Abdülhamid Han’ın mücadelelerinin buraya kadar sirayet etmesini anlayabilecek ve anlatabilecek kadar malzeme sunmaktadır. Cami bunun için çok müsait ve sakin. Şayet eğitim gezisi yapılacaksa öğrenciler burada Osmanlı’yı dinlemeye, anlamaya ve hakkında bilgi almaya hazır olacaklardır.

7. Kendi küçük tarihi büyük Kuyulu Mescidi

Şanlı ve bir o kadar da uzun soluklu bir devletin ilk defa tohumunun küçük bir ilçenin küçük bir mescidinden atıldığını biliyor muydunuz? Söğüt’teki Kuyulu Mescit, Ertuğrul Gazi ve beraberindeki Müslümanların beldede alınlarının topluca ilk defa secdeye geldiği mescit. Bu mescidin başka cami ve mescitlerde olmayan önemli bir özelliği var: O da, ana bölümün Osmanlı’nın ilk eseri, kapıyla mescit arasındaki giriş bölümünün de Osmanlının en son eseri olmasıdır. Buradaki dersimizi Mescit’in kapısındaki levha / kitabeden çıkartıyoruz. Kur’an-ı Kerim’de mescitlerle, namazlarla, secdeyle ilgili yüzlerce ayeti kerime varken, mescidin kapısına bunların dışında bakara suresinden şu ayeti kerime konulmuş: ” Feseyekfîke hümüllah ve hüve’s-semîu’l alîm.” (Her şeyi bilen Hazret-i Allah size kâfidir.) Devrin İslam coğrafyasının en uç noktasında cihat için bulunan gazilerin ruh halleri bu ayet-i kerimenin manasına ne kadar da denk geliyor.

8. Ertuğrul Gazi Türbesindeki acı hatıralar

Ertuğrul Gazi’nin türbesi tamamen taş yapıdan imar edilmiş. Türbenin başında Kayı bayrağı, Osmanlı arması ve Türk devletlerinin bayrakları var. Ayrıca fethedilen bölgelerden getirilmiş topraklar, türbenin yanına konulmuş. Bir de türbenin kepenklerinde acı hatıraların detayları yer alıyor; Yunanların işgal sırasında sıktığı kurşunlar. Türbenin bahçesinde üç kardeş olan Osman Bey’in ağabeyi Savcı Bey’in kabri ve Ertuğrul Gazi’nin yakın arkadaşlarının makam kabirleri bulunuyor.

9.  Bölgedeki yer adlarının düşündürdükleri

Söğüt’e giderken insanın içini ferahlatan bir manzara, yol boyunca size arkadaşlık ediyor. Bir yandan etraftaki çam ağaçlarını ve kokusunu içine çekerken, diğer yandan da Söğüt’ü ve çevreyi müzakere ediyorsunuz. Gerek yol kenarındaki tabelalar, gerekse güzergâh üzerinde konuştuğumuz yer adları dikkatimizi çekiyor. Orhaneli, Mihalcık, Savcıbey, Yıldırım, Mihalgazi… İlk dönemlerde fetih için sefere çıkan komutanların isimleri bu beldelerde yaşıyor. Son dersimizi de buradan çıkartıyoruz. İlklerde yer almak zordur; ama mükâfatı büyüktür.

Söğüt Gezisi Düzenlemek İsteyenlere Hatırlatmalar:

1.Yerinde Tarih: Çocuklarımızı tarihi mekânlara götürüp ecdadımızı anlatmazsak, onlar tarihi başkalarının ve medyanın anlattığı şekilde öğrenecekler. Osmanlı’nın hakikatini bizzat onların yaşadığı yerde, “işte hakikat budur.” diye anlatmak en doğrusudur. Kaleleri, türbeleri, sefere çıktığı yerleri göstermek, onların fetihlerini ve ilimle yoğrulmuş gayretlerin coşkusunu anlatmak, yeni nesli tarih şuuruyla yetiştirmeye iyi birer vesile olabilir.

2. Kendinizi Bulabileceğiniz Yer: Bu küçük şehir o kadar sessiz ve sakin ki… Bazı büyük şehirlerde insan sokaklarda kalabalığın arasında kendini kaybediyor. Ama Söğüt, kendinizi ve tarihinizi rahatça bulabileceğiniz bir yer.

3. Misafirperverlik: Buraya geldiğinizde dışarıdan geldiğiniz hemen belli oluyor. Çünkü neredeyse herkes birbirini tanıyor. Namaz kıldıktan sonra cami cemaati sizinle tokalaşabiliyor ve nereden geldiğinizi sorabiliyor.

4. Bilecik’siz Olmaz: Söğüt ten dönerken Bilecik’e uğrayıp Şeyh Edebali Hazretlerini ziyaret etmeden olmaz. Ancak dua ettikten sonra Söğüt’e doğru manzarayı izleyebilirsiniz. Buralar Osmanlı’nın ilk kurulduğu yerlerden. Yunan harbi zamanında Bilecik işgale uğramış ve camiler yok edilmiş, ama yarısı yıkılmış minareleri yerinde görmek mümkün.

5. Mütevekkil insanlar geçidi: Geçmişte yaşayan insanların mütevekkil hali insanı düşünmeye sevk ediyor. Sefer denildiği zaman pek çoğu arkasına bakmadan Söğüt’ten, Karacahisar’dan, inegöl’den evinden çıkmış. Dönüşü olmayan bir sefere gönüllü olarak gitmek. Onların imtihanı böyleydi herhalde. Biz onların imtihanını kaldırabilir miydik? Şimdi seferlerin şekli değişiyor. Bizden sonraki nesli de daha farklı imtihanlar bekliyor. 50 yıl sonraki nesli şimdiden iyi yetiştirmek için de Söğüt gezisi kendince iyi bir sebep olabilir.

Kuyulu Mescit

Kayıların Söğüt’teki ilk eseri olan Kuyulu Mescit, 1268’li yıllarında Ertuğrul Gazi tarafından yaptırılmıştır. Mescide sonradan eklenen giriş bölümü ise 1902’li yıllarda Sultan ikinci Abdülhamid Han’ın armağanıdır.

Kayı aşiretine kılıç hakkı olarak Söğüt verildiğinde Ertuğrul Gazi’nin çadırını kurduğu ilk yer de burasıdır.  Kayı aşireti o devirde 400 kadar çadırdan oluşuyordu. Çadırların kurulduğu yer Rum ve Ermeni mahallesiydi. O zamanlar Söğüt’te yaklaşık sekiz yüz kişi yaşamaktaydı. Ayrıca Kayılardan önce Söğüt’e (bugünkü Çarşı Cami çevresine) yerleşmiş, 100 kadar Müslüman bir Türk boyu vardı.

Söğüt’e otağ kurulduktan sonra zamanla bir mescide ihtiyaç duyulur. Mescidin Müslüman mahallesine mi, yoksa Rum mahallesine mi yapılacağına istişare edilerek karar verilir. istişare toplantısından çıkan karar şöyledir;”Kayı boyu beyimizin tahayyül eylediği mescidin ivedi olarak Rumların en cazip toprak parçasına yapılması elzem ola.” Mescidin kuyusunun bir de hikâyesi vardır: Bir grup Rum, kendilerine bir arraf (kahin, müneccim) bulurlar. Ondan insanlara rahatsızlık verici bir karışım hazırlamasını ve Kayı boyunun tek suyu olan Söğüt deresini kirletmesini isterler. Nitekim bu kötülüğü yaparlar. Ertuğrul Gazi, insanlar için temiz su bulmanın derdine düşer. Kimseye söylemeden (üç sırdaşı hariç) mescidin hemen önünü kazmaya başlar. 15 metreye geldiğinde billur gibi berrak bir suyla karşılaşır. Bu kuyu iyi niyetle açıldığı için o günlerde yaşanan bir hadise tam 56 Rum vatandaşının Müslüman olmasına vesile olmuştur.

 

Exit mobile version