Vücudun herhangi bir bölgesinde görülen hastalıklar; acı, sızı ve ağrı olarak hissedilir. Ruhta görülen rahatsızlıklar ise; dışarıya, stres, korku, panik atak, baş ağrısı olarak çıkar.” diyor, Uzman Psikolog Elif Cihan. Bunun yanında tıp ilmi her geçen gün ilerlese de sonsuz hayatı insanlara getirmeyecektir. Ancak insanın maddi hastalıklarını da manevi rahatsızlıklarına göre daha kolay tedavi ettiği de bir gerçektir. Çünkü ruhi hastalıkların kaynağı birçok sebebe bağlı olduğundan ona ulaşmak kolay değildir. Ruh sağlığı dengesinin bozulması ile panik atak, fobi, stres, korku gibi rahatsızlıkların yaygınlaştığını dile getiren Elif Cihan “Ruh sağlığı dengesi sadece bilinç ile değil bilinçaltı ile de yakından ilişkilidir.” diyerek çözüm için kişinin kendisinin dahi kontrolü dışındaki bölgeye “bilinçaltına” dikkatimizi çekiyor.
Korkunun Kaynağı “Bilinçaltı” Bilinçaltı doğum, ölüm, şiddet, cinsellik gibi duygularda da çok hassastır. İnsan beyni bu duyguların en küçük uyaranlarına bile cevap verir. Yapılan bir deneyde yetişkin bir insana saniyenin yirmide biri kadar bir zamanda gönderilen korku içerikli fotoğraflara beyninin nasıl tepki verdiği araştırılmıştır. İnsana “korku içerikli bir fotoğraf görmedim” dese de amigdala (beynin altında çok hassas bir noktada bulunur) korkmuş insan yüzleri, ölüm, mezarlık gibi fotoğraflara gereken tepkiyi vermiştir. Bu deneyde bilinçaltının insanı korumak için çok hassas bir şekilde yaratıldığı ve farkında olmasa da bazı şeylere tepki verdiğini gösteriyor. Ayrıca insanın bu duyguları üzerinden kendi farkında olmasa bile, fiziksel olarak kendisine ulaşılabileceği ispatlanmış oluyor. Burada akla gelen soru “İnsana fark ettirmeden ulaşmak ve onun izni olmadan insanı yönlendirmek mümkün olur mu?” Korkan insan bunu bildiğinde neyle karşılaştığını ve neye karşı tepki verdiği bilir. Korkunun daha derininde olan kaygı ise ondan farklıdır. Korku anında, bilinçaltı buna koşullanır ve beden korkunun koşullandığı durumla her karşılaştığında, nedeni bilinmeyen huzursuzluk duyar. İşte bu kaygıdır. Korku duygusunun “bulaşıcı” olduğunu söyleyen uzman psikolog Merve Günday, “Ebeveynler neden korkuyor ise muhtemelen çocuklar da ondan korkar.” diyor. Yine aynı konuda konuştuğumuz Marmara Üniversitesi Öğretim Görevlisi Murat Çakar “Medya da işlenilen korku, insanlarda olması gereken korku kavramının anlam kaymasına ya da karmaşasına sebep oluyor. Bu tür anlam karmaşasına neden olan korku, yayıldığında ise toplumun kendini bir korku girdabında hissetmesine sebep oluyor.” diyor.
Günday’ın verdiği örnekte, “Ebeveynler çocuğuna yeterince zaman ayırmayarak kestirmeden onların korku duygularını kullanıp dediklerini yaptırıyorlar. Korkutarak bazı şeyler kısa zamanda elde edilebilir ama bu kalıcı bir davranış olmaz. Sadece çocuğun korkuları kullanılmış olur.”diyor.
Ancak “korkuların istismarını” sadece ebeveynler kullanmıyorlar. Bu konudaki sorumuza Murat Çakar, “Korku, insanı harekete geçiren bir duygu olduğundan toplumdaki güç odakları kendi istediklerine ulaşmak için bu duyguyu kullanıyorlar.” diyor. Daha sistemli bir duygu hareketi için ise kavramlar kullanılıyor. TDK Türkçe sözlüğünde kavramı “bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, çevrenin insan zihnine yansıma biçimi” diye tarif edilmektedir. Yalnız insanların zihinlerindeki bu kavram dünyası kalıcı değildir. Çevreden geldiği için zamana, insanlara ve çevreye bağlı olarak değişebilir veya değiştirilebilir.
Kavram Anarşisi
“Korku iki uçlu bir kavramdır. İyi ve kötü tarafları vardır. Toplumdan kopmaktan korkan insanlar sosyal kurallara uymaya çalışırlar. Burada uymak istediği toplum iyi de olabilir kötü de olabilir.” diyor Günday. Bu konuda Jiddu Krishnamurti “Korku Üzerine” isimli kitabında “korku sözcüğünün analizi, korkuyu anlamada en temel noktadır” görüşünü savunarak “Korkunun ne olduğunu ve korkuya nasıl yaklaşılması gerektiğini düşündüğümüzde, çoğunlukla sözcüğün olaydan daha önemli olduğunu görüyoruz.” diyor. Bu iki görüşe göre ucu açık bir kavram olan korku sözcüğü, arkasında barındırdığı olaydan daha önemlidir. Şimdi aşağı sıraladığımız kavramları okuduğunuzda sözcüklerin olayların önüne nasıl geçtiklerini göreceksiniz. “Senin geleceğin yok.”, Kime göre? “Bunu da mı almadınız hâlâ?”, Faydası ne?, “Üniversiteye bile gitmemişisin”, Hayatın vizesi o mu sadece?, “Kriz geliyor!”, Kim için?, “İngilizce de bilmiyorsun…”, Türkçe düşünmelisin, “Salgın hastalık var.”, Ben hazırım, “Ölüm var.”, Ona da herkes hazırlansın, “Kurt adam!”, O bende yok. Bu örnekler aklımıza toplumdaki bazı grupların kendi korkularını diğerlerine yaşatabilirler mi sorusunu getirdi? Çocuklara ailelerinden korku bulaşırken insanlara da bulundukları çevrelerden korku bulaşamaz mı?
Kimlerin Korkularını Yaşıyoruz?
“Bütün kötülüklerin temelinde yaşanmamış hayatlar vardır.” diyen Erich Fromm’un “yaşanmamış hayatlar” sözü korku temelinde düşünüldüğünde “başkalarının korkularını kendi korkuları zannederek yaşamak” anlaşılır. Bir annenin çocuğunun az yemek yediğini düşünerek ona zorla biraz daha yemek yedirmesi kimin sorununu çözmek içindir? Ya da burada açlığı bilen kimdir? Anne mi çocuk mu? Anne gelecekte çocuğunun sağlık sorunu yaşamaması için buna zorlamaktadır. Aslında korkuların şimdiki zamanla ilişkisi azdır. Korku ya geçmişin izlerini taşır ya da geleceğe dair belirsizlikler bulundurur. Anne çocuk ilişkisinde çocuk o anı yaşadığı için bunun farkında olmasa da anne kendi korkusunu çocuğuna yaşatmaktadır.
Korku Çağında Cesur Olmak
Fransız edebiyatçı Albert Camus İkinci Dünya Savaşı yıllarında Avrupa’nın o günkü durumundan dünyaya bakarak 20. Yüzyılı “Korku Çağı” olarak adlandırmıştı. Çünkü ona göre her çeşit inanç sahipleri dışında, insanların geleceği yoktu ve geleceği göremeyen insanlar aşılmaz bir duvarın önünde köpekçe yaşıyorlardı. Ama daha önce de görülen bu durumun benzerleri konuşularak aşılmıştı. Şimdi ise insanların bazısı diğerlerinin gözlerinin içine bakarak yalan söylüyorlar, insanı küçültüyorlar, onu öldürüyorlar ve bazen de işkence edip sürüyorlardı. Neticede artık bu yaptıklarının kötü olduğuna inandırılamayan insandan korkulmaya başladı ve bu insanların önüne de geçilemediği için 20. Yüzyıl onların çağı oldu. İkinci Dünya Savaşından hemen sonra ölen Camus göremedi ama yaptıklarının yanlış olduğuna ikna edilemeyen insanların kötülükleri devam etti. Yalnız inanç sahibi insanların cesaretleri onları bulundukları duvarın önünde öylece bırakmadı.
Korkan İnsan Ne Yapar?
Korku, insanların hayatının seyrini değiştiren davranışlardan biridir. Çoğunlukla insanları negatif yönde etkiler. Mesela bir yetişkine ne kadar anlatsanız da korktuğu için evde yalnız kalamayabilir. Böyle olunca bu duygu başkaları tarafından kullanılabilir. Tıpkı karanlıktan korkan çocuğun ebeveyn tarafından yönlendirilmesi gibi yetişkinlerde de durum farklı değildir. Eğer bir yetişkin bir şeyden korkuyor ise kötü niyetli insanlar bunu çok rahatlıkla kullanabilir. Gereksiz örnekler arttırarak korkan insanları korkunun karşısındaki alternatife itmeye çalışmak doğru olmasa da yapılabilir. İnsanlar buna karşı duramıyorlar ise sebebi kaldıramayacakları kadar ağır yük altında hayat sürmeye çalıştıkları içindir. Böylece ağır yük altındaki insanlar zaaflı hale gelmektedir. Zaaflı insanlar da kendilerini birçok şeyden geri çekmektedir ve neticede onların dengesini bozmaktadır. Çevresindekiler tarafından bilinmesi halinde, ki bilinir, bu tür insan ve insan gurupları bunu bilenler tarafından kullanılırlar. Bunun yanında zaten güçlülerin güçsüzlerin korkularını kullanmaları literatürde vardır.