Çocuklar iki yaşından, üç dört yaşlarına kadar, ağır bir benmerkezci (egoist) özellik gösterirler. Onlara göre, dünya sadece kendi etraflarında döner. Oyuncak onundur, anne-baba onundur, ev onundur, odası onundur… Bu yaşlarda hiçbir şeyi paylaşmaya tahammül edemezler.
Paylaşmak, insanın bir parçasıdır. Kişilik özellikleri bilinen paylaşma işi, aslında genetik olarak kalıcı özellikleriyle de karşımıza çıkmaktadır. Kişiliğinde paylaşımcılık özelliği olmayanlar da korkmasınlar çünkü paylaşım aynı zamanda öğrenilebilir duygudur. Çoğunlukla çocukluk döneminde öğrenilen bu duygu, genelde anne-babalar tarafından çocuğa kazandırılır.
Aileler çocuklarının paylaşımcı, aktif ve kendini kolay ifade edebilen özelliklere sahip olmasını isterler. Bu konuda çocuklarının gelişim özelliklerinden kaynaklanan dalgalanmaların bilincinde olmaları gerekir. Farklı yaş aralıklarında farklı kişilik özellikleri istenmeyen şekillerde ortaya çıkabilir. Bu davranışların geçici olabileceğini bilerek, ona göre davranmak daha rahatlatıcı sonuçlar ortaya çıkarır.
Ben Merkezli Fetret Dönemi Kısa Sürelidir
Çocuklar iki yaşından dört yaşına karar paylaşmayı sevmezler. Bu yaşlarda anne-babalar genellikle çocuğunun aksi, söz dinlemeyen, paylaşmayan, hırçın olarak kalacağını sanırlar. Ancak bu dönemde anne-babalara düşen, onlara karşı bilinçli hareket etmek ve çocuğa model olmaktır. Tam tersi davranıp stres oranını artırmak, çocuğa dediğini yaptırmak, sağlıklı bir kişilik geliştirmeyi zorlaştırır. Bu dönem, aslında çocuğun hayatında bir fetret döneminden ibaret bir kısa süreçtir. Altı yaşına gelindiğinde, çocuğun daha rahat, sosyal, paylaşımcı, aktif kişilik özelliklerinin daha belirgin olması beklenir.
Tek Çocuk, Paylaşmayı Zor Öğreniyor
Tek çocuk olmanın en sık görülen olumsuz etkisi, paylaşım konusunda yaşanılan tatsızlıklardır. Her anne-baba çocuğunun en iyi şekilde yetişmesini ister. Aslında bu durum tarafsız olarak değerlendirildiğinde, sağlıklı kişiler yetiştirme konusunda iyi bir yol olabilir. Çünkü ilginin tek kişide yoğunlaşması, imkanların daha kolay sağlanması ve farklılaştırılmasında tek olan çocuklar daha şanslıdır. Ancak süreç içerisinde var olan ince çizgiler, bunun mantık ağını haksız çıkartabilmektedir.
Çünkü bir evin tek çocuğu olmak, bütün ilgi ve alakanın tek kişide toplanması demektir. Bunun da üzerinde aileler, çocuğun yalnız kaldığını düşünerek zaten yoğun olan ilgiyi ve alakayı, biraz daha artırırlar. Çocuk böyle bir ortamda, hep alıcı konumunda olduğu için, paylaşma duygusuna vakıf olamaz. Akranlarıyla zaman geçirirken de paylaşım konusunda sıkıntıya düşer. Elindekilerin bir başkasına geçeceği fikri onu korkutur. Bu çocuklar genellikle yalnız oyun oynamaktan, bir gurubun lideri olmaktan hoşlanırlar. Çünkü böyle olduğunda paylaşmak gibi bir durum söz konusu olmaz. Aksi halde hırçın, söz dinlemeyen, agresif bir görüntü çizerler.
“Çocuğuma Paylaşım Duygusu Kazandırmak İstiyorum. Ne Yapabilirim?”
Çocuğun hayata gözlerini açtığında karşılaştığı ilk kişiler anne ve babasıdır. Sağlıklı bir kişilik gelişimi için onlara büyük görevler düşmektedir. Çocuk kaç yaşında olursa olsun anahtar, davranış model olmak ve sabır göstermektir. Bir ağaç diktiğinizi düşünün. Size ertesi gün meyve vermesini bekleyemezsiniz. Çocuk yetiştirmek de böyledir. Siz bakımını yapıp zamana bıraktığınızda gelişmeleri zaten göreceksiniz.
“Paylaşma konusunda nasıl örnek olabilirim?” diyorsanız evde basit paylaşım metotları deneyebilirsiniz. Bu, annenin babadan kişisel bir eşyasını ödünç alması, ya da çocuğun muhatap olduğu bir yakınından kişisel bir eşya istenmesi olabilir. Ancak bu konunun en hassas noktası alınan şeyin sahibine geri verilmesidir. Çünkü çocuklar, kişisel olarak kendilerini anneden ayırmaya başladıklarında, artık bir şeylerin kendilerine ait olduğunu öğrenirler. Bunların idaresinin kendilerinde olduğunu fark ettiklerinde, sahiplenmeye başlarlar.
Mesela; çocukların en çok sahiplendiği eşyaları, oyuncaklarıdır. Oyuncaklarını istediği gibi oynayıp kullanmak isterler. Oyuncakların idaresini kazandıkları zaman, onları yeniden kaybetmek gibi bir korku yaşarlar. Çünkü giden şeyin geri geleceği fikri onlarda daha oluşmamıştır. Bu duygunun oluşması için zamana ihtiyaç vardır. Bu nedenle anne ödünç aldığı eşyayı sahibine geri vermeli ve bunu çocuğun yanında yapmalıdır.
Eğer okula giden bir çocuğa paylaşma duygusu öğretilecekse; öğretmenle birlikte hareket edilebilir. Mesela, çocuğun çok sevdiği bir eşyasını okula götürüp arkadaşlarına göstermesi gibi destekleyici bir çalışma yapılabilir. Bunun yanında çocuğa seçenek sunulabilir. Seçenek sunarken de çocuğun sadece birini seçebileceği vurgulanmalıdır. “Bu arabalardan hangisini arkadaşına vermek istersin?” gibi yönlendirmeler buna örnek olabilir.
Ayrıca çocuğun akranlarıyla daha fazla zaman geçirmesi için imkan sağlanmalıdır. Akranlar arasında çıkan tatsızlıklardan sonra çocuğun cezalandırılması, durumun sert karşılanması ya da onun paylaşmayı öğrenmiş arkadaşlarıyla karşılaştırılması istenmeyen neticelere sebep olur.
Dikkate alınması gereken önemli bir nokta da, çocuğun paylaşım konusunda istenen davranışı gösterdiğinde, abartıya kaçmadan ödüllendirilmesidir. Çocuğa illaki somut bir şeyler almanız gerekmez. Saçlarını okşamak ya da “harikaydın, beni çok mutlu ettin” gibi sözlü ifadeler kullanarak davranışının farkında olduğunuzu göstermek yeterli olacaktır. Unutmayın ki fark edilmeyen, ya da olumsuz tepki gösterilen davranışlar, silineceği yerde daha çok beslenir.