Temizliği hasta olmak için değil hastalıktan korunmak için yapıyoruz. Ancak deterjanlarda kullanılan kimyasallar sadece mikropları öldürmüyor, bize da zarar veriyor. Özellikle deterjanlarda ve sıvı sabunlarda kullanılan kimyasalların neden olduğu kanser, kalp-damar rahatsızlıkları, temizliğin kirli yüzünü bize bir kez daha hatırlatıyor.
Zararlı kimyasallar yüzünden Türkiye’de her yıl 150 bin insan kansere yakalanırken, deterjanların tabiata verdiği geri dönüşümsüz zararlar tahmin sınırlarının zorluyor. Öte yandan bütçeleri sarsan tedavi masrafları düşünüldüğünde, iktisadi sistemlerin sonunu sağlık harcamaları mı getirecek sorusu akla geliyor.
Yakın bir geçmişe kadar amansız hastalık olarak bilinen kanser, uzak memleketlerden gelen haberler gibi çok nadir rastlanan hastalıklardan biriydi. Ancak son yıllarda birinci dereceden akrabalarımız arasında da duymaya başladık kanser vakıalarını. Duymakla kalmadık maalesef yakın dostlarımızı da kanserden bir bir kaybetmeye de başladık. Bunun en başta gelen sebeplerinden birisi de deterjanlarda kullanılan kimyasallar. Hastalıklardan korunmak için yaptığımız temizlik, kitlesel bir ölüm girdabına dönüşmek üzere. Özellikle deterjanlarda ve sıvı sabunlarda kullanılan kimyasalların neden olduğu kanser, kalp-damar rahatsızlıklarından sonra ölüm nedenleri arasında ilk sıralara çıkmış durumda.
‘Öldüren temizlik’ olarak tanımlanabilecek bu durumu Gıda ve Kimya Mühendisi İsmail Erbay ile konuştuk.
Kanser kontrolden çıkıyor mu?
Dünyada her yıl 10 milyon insan kansere yakalanıyor. Türkiye’de ise bu sayı 150 bin seviyesinde. 1960’ların başında her dört Amerikalı ve Kanadalının birini etkiliyordu. 2007 itibarıyla kanser yaklaşık olarak her iki erkekten birini ve kadınların üçte birinden fazlasını etkilemeye başladı. Kanser son dönemde hem ABD hem de Kanada’da kalp hastalığını geçerek birinci ölüm nedeni haline geldi. Türkiye’de ise kalp-damar hastalıklarından sonra şu anda ikinci sırada, fakat bu artış hızıyla devam ederse 2030’larda birinci sıraya çıkması bekleniyor. Dolayısıyla gelip geçici ekonomik krizlerden daha korkutucu bir gerçekle karşı karşıyayız.
Tedavisi mümkün mü?
Kanser hastalığı ile mücadele sağlık sisteminin en başta gelen problemlerinden birisi. Kanser tedavisi çok zor bir hastalık olduğundan, kanserden kurtulabilen hastalarda bile uzun kalıcı izler kalabiliyor. Bu yüzden sağlık sistemleri kanser için tedaviden çok kanserden korunmanın yollarını bulmaları gerekiyor. Çünkü ‘Kansere yeni bir ilaç bulundu’ haberleri bile pazarlama tekniğinin bir sonucu olabiliyor. “Bir korunma bin tedaviden evlâdır” Çünkü tedaviye büyük para dönmesine rağmen kanserli hasta sayısı azalmıyor katlanarak artıyor. Hastalığın duygusal yükü dışında, hastaya ve ülke bütçesine getireceği mali yük rakamlarla ölçülemez. Türkiye’de en basit örneğinden meme kanseri için hasta tamamen kurtulursa 6 aylık bir tedavi kürü için 50 bin lira gidiyor. Eğer hasta kurtulamaz ve kronikleşirse bu milyon liraları buluyor. Çünkü kemoterapi devam ediyor ve bu ilaçlar her geçen gün pahalanıyor.
Kanserin en başta gelen sebebi deterjanlardır. İlk deterjan üretimi 1943’de gerçekleşti. İlk kanser vakası ise bundan dört yıl sonra, 1949’da ortaya çıkmıştır. İkinci dünya savaşından sonra kimyasallar kontrolsüz bir şekilde kullanılmaya başlandığı için insanlarla birlikte bütün ekosistem çok hızlı bir şekilde hastalığa koşmaktadır. Bir tarafta çaresi bulunamayan ve sürekli artan hastalıklar insan hayatını, diğer tarafta deniz ve nehirlerde artan yosunlar ve kirlilik oksijeni tüketerek su canlılarını tehdit ediyor. Japon denizinde balinalar sürü halinde karaya vurmasının arkasında da sıralanan sebeplerden biri de şehirlerden denizlere bırakılan kimyasal atıklar.
“Bol köpüklü”, “daha parlak”, “daha beyaz”, “daha yumuşak” “dip bucak ince temizlik”, kadınları temizlik hastası yapan bu davranışlar, görünürdeki kirliliği temizlerken işin arka planında temizlenemez kirlilikler bırakıyor. Özellikle ülkemizdeki kadınlar arasında yapılan anketler sonucunda “daha parlak”, “daha beyaz”, “daha yumuşak” tutkusunu çözen temizlik firmaları da bunu iktisadi kazanca dönüştürmekte son derece muvaffak oldular. Diğer taraftan “daha parlak”, “daha beyaz”, “daha yumuşak” isteğini arttırarak piyasa şartlarında insanları buna inandırdılar. Deterjan konusu buna iyi bir misal olarak gösterilebilir. Yapılan incelemelere göre kanalizasyon sistemleri ile alıcı ortama ulaşan fosforun yüzde 70 dolayındaki miktarı, fosfatlı deterjanlardan ileri geliyor. Bu nedenle birçok Avrupa ülkesinde ve ABD’de fosfat yerine zararsız maddeler kullanılarak deterjanlar üretiliyor ve bu ülkelerde fosfat kullanılması yasaklanmış bulunuyor. Oysa Türkiye’de üretilen deterjanlardaki fosfat oranı gereken miktarın da çok üzerinde seyrediyor. Bunun sebebini de açıklarken karşımıza bir diğer araştırma çıkıyor. O da “Türk kadını için önceliğin lekesiz temizlik ve beyazlık” olası.
Ipsos KMG’nin Türkiye’yi temsil eden 6 bin 200 hanede gerçekleştirdiği ‘Ev Bakım Ürünleri Kullanım ve Tutum Araştırması’na göre Türkiye’deki evlerin yüzde 48’inde elde yıkama yapılmazken, makinede çamaşır yıkayanların yüzde 64’ü ise haftada 3-4 yıkama yapıyor. Böylelikle her yıl ortalama yüzde 20’ler seviyesinde büyüyen deterjan pazarı, 1.2 milyon TL’yi geçmiş durumda. Ekonomide tarihi küçülmeler yaşanırken bile, deterjancılar çift rakamlı büyüyorlar.
Ne yapmak lazım?
Öncelikle tedbir almak, korunmaya çalışmak ve “kusursuz beyazlık”, “ferah koku” “parlak yüzey”lerde ısrarcı olmamak lazım. Deterjan kullanımındaki hassasiyetimizi arttırmak ve mevzuu sümen altı etmeyerek gündemimize taşımak gerekiyor. Deterjan dediğimiz suni temizlik maddeleri, yani çamaşır ve bulaşık deterjanları, şampuan, sıvı sabun, diş macunu vb. uzak durmak lazım.
Temizlikte sentetik deterjan ve sıvı sabunlar yerine doğal sabunlar kullanmak gerekiyor. Sağlığının kıymetini bilenler, evlerindeki bütün temizliği (Bulaşık ve çamaşır makineleri dâhil) sabun bazlı ürünlerle yapabilirler. Bu ürünler artık Türkiye’de üretilir durumda. Sabun tozu ile lekesiz ve beyazı çamaşırlar mümkün artık. Hatta sabunun ve tozunun doğru kullanımı konusunda ev hanımlarına bilgilendirme bile yapılıyor. Çünkü sabun ve sabun tozu kullanımında da dikkat edilmesi gereken 1-2 husus var. Yoksa alışılagelmiş deterjan-şampuan alışkanlığı ile sabun tozu ve zeytinyağlı sabun kullanılması mümkün değil. En önemli husus sabunun deterjan alışkanlığında olduğu gibi fazla değil daha az kullanılması gerekiyor.
Sabun insanlık tarihi kadar eski, M.Ö. 4000 yıllarında dahi kullanıldığı tespit edilmiş, temel temizlik maddesi su ile birlikte kullanılan yegâne ve sağlıklı temizlik maddesidir.
Konu net olarak anlaşılsın diye gelin yaşadığımız dünyaya, insan ve çevre sağlığına bir göz atalım. Şu gerçeği önce hatırlamak lazım: Ne imal ederseniz edin, neyi ne kadar hassas üretirseniz üretin etki ve tesirini net olarak söyleyebilmeniz için orta ve uzun vadeli dönemde insanlar ve çevre üzerindeki sonuçlarına bakmanız lazımdır. Bir süreyi değil uzun dönemi irdelemek şarttır. Bu konuya alt satırlarda ne demek istiyoruz tekrar döneceğiz.
Neden temizlik yaparız? Kirliliklerden kurtulmak, dolayısı ile de hasta olmamak için! Hafta da birkaç kez yıkanıyor, en ufak bir leke olduğunda çamaşırlar hemen yıkanıyor, bulaşıklar daimi olarak yıkanıyor. Velhasıl hiç kirli kalmıyoruz değil mi? Bu kadar temizlikten sonra aynı evin içerisine bir bakıyorsunuz her sene o evin bütün fertleri hasta. Ev, ecza deposu gibi ilaç dolu. Temizsek niye hastayız? Hasta isek demek ki temiz değiliz? Basit bir denklem bu… Çözümü de çok basit.
Konumuz olan kanserle de açıklayalım: En yaygın kanser türleri hanımlarda meme ve rahim, erkekler de ise prostat ve akciğer kanseri değil mi? Bütün bunlar açık ve nemli olan uçlardır. Temas ettikleri tek şey de çamaşırdır. Çamaşırdan çekecekleri tek kimyasal da deterjandır. Deterjanlar da kanserin yegâne sebebidir. Bu gün konuşmak kolay ama yarın belki de iş işten geçmiş olacak.
Sabun bildiğimiz yağların kostikle karışımından elde edilir. Kostik olmadan yağ sabun olmaz. Sabun kostikten yapılır ama sabunda kostik bulunmaz. Kostik kendi vasfını kaybederek yağla birleşmiş ve ikisi birlikte sabunu hâsıl etmiştir.
6 bin yıldır kullanılan sabunla yapılan temizlik gerçek temizlikti. Ne hastalık türü bu kadar çoktu, ne de kanser denilen illet vardı. Sabun su ile birlikte kullanılır. Kimya yapısı itibari ile temizliğini yapar ve biyolojik olarak parçalanır. Ne insan sıhhati ne de çevre üzerinde bir etki ve tesiri kalmaz.
Çamaşır ve bulaşık deterjanlarının performansını artırmak ve suya yumuşaklık vermek için kullanılan fosfatın, çevre üzerindeki etkileri, ülkelerin en önemli çevre problemlerinden biri haline geldi. Fosfat, ırmakları, gölleri ve fazla akıntı olmayan körfezleri istila eden zehirli mavi-yeşil alglerin (yosunların) ana nedenidir. Deniz, akarsu ve göllerde en belirgin kirlenme çeşitlerinden biri, aşırı üretim anlamına gelen ötrofikasyondur. Suyun yeşil ve bulanık bir renge dönüşmesine, kıyılarda fosfatla beslenen yosunların (alglerin) birikmesine yol açar. Aşırı fosfat ile birlikte insan tarafından sulak alanlar ve denizlere yüklenen diğer bitki besin maddeleri, bu yosunların çok büyük miktarda üremesine, hızlı büyümesine sebep olur. Bu yosunların dibe çöküp ayrışması sonucu, dip suların oksijeni tükenir ve hidrosülfit gazı (çürük yumurta kokusu) ortaya çıkar. Bu, suda yaşayan canlı hayatın sonunu hazırlar. İzmir Körfezi, Köyceğiz Gölü fosfat kaynaklı kirlenmenin iki örneğini oluşturur.
Türkiye kanser tedavisine yılda 5,6 milyar TL. harcıyor
Bütün dünyada hızla artış gösteren kanser, çok sayıda kişinin ölümüne neden olurken, ülkelere ciddi ekonomik kayıp da veriyor. Sağlık Bakanlığı Kanser Savaş Daire Başkanı, Türkiye’nin kanser tedavisine yılda 5,6 milyar TL. harcama yaptığını açıkladı. 7 Ekim 2011 tarihinde Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada, kanserin 2030 projeksiyonunu da çıkarttıklarını belirterek, ‘’Kanser artış hızının böyle devam etmesi halinde 2030 yılına gelindiğinde her yıl yarım milyon vatandaşımız kansere yakalanacak. 1,5 milyon insan kanser ile yaşıyor olacak’’ diye konuştu.