Sadece onları anlamak için gençlerin dünyasını bilmek durumundasınız. Anlamadığınız biriyle sevgi bağı kuramazsınız. Yoksa uzaktan yetişkinliğe devam eder dururuz.
Mart 2020’da pek çoğumuz için “ansızın” sayılabilecek şekilde gündemimize giren uzaktan eğitim; bilgisayarların, tabletlerin, akıllı telefonların, kameraların, mikrofonların kol gezdiği bir başka âlem.
Uzaktan eğitim sürecinde bir kere daha gördük ki bu çağın çocukları teknolojiye doğuştan aşina. X ve Y kuşağı anne babaların önemli bir kısmına karmaşık ve hatta korkutucu gelen uzaktan eğitim programlarına şimdiki nesil çok hızlı bir şekilde adapte oldu. Zoom yahut Google Meet ile yapılan ilk dersin ilk 10 dakikasında tüm öğrenciler sistemi anlamış, detaylarını çözmüş hatta uzaktan eğitim yazılımlarının açık noktalarını keşfetmişlerdi bile. Z kuşağı için bunlar çok kolay işlerdi. Fakat anne babalar ve öğretmenler başka bir kuşaktandı.
İlköğretime giden öğrencilerin velilerinin önemli bir kısmı, Y kuşağından. Y nesli, eğitimi X kuşağından almıştı. X, Y’yi kendi çağına göre eğitmişti. Y kuşağı, X’in hayallerini, hedeflerini, pişmanlıklarını, tecrübelerini ve kaygılarını telafi etmek için yetiştirilmişti sanki. Başka bir ifadeyle Y’yi X’in adımlarını takip etmek üzere eğitmiştik. Fakat Y başka bir kuşaktı. X’den farklıydı. Ne ki Y olmanın farkını yaşayacak kadar da güçlü değildi. Sonuçta Y, ne Y olabildi ne de X’e benzedi. Ama Z çok daha başka bir kuşak. Z, X’e de Y’ye de benzemiyor.
Dünyanın son asırda yaşadığı gelişmeler, nesiller arasında böyle uçurumlar meydana getirdi. Uzaktan eğitim, hayatımızda yeni bir çığır açarken kuşaklar arası ayrışmanın boyutlarını da bir kere daha gözlerimizin önüne serdi. Meğer çocuklarımıza ve öğrencilerimize “uzaktan yetişkin”lik yapıyormuşuz. Öyle uzak düşmüşüz kendi evlatlarımıza.
Peki biz bu durumla nasıl baş edeceğiz?
Z kuşağının doğal yaşam akışında biz yetişkinlere ne düşüyor? Bugünlerin geleceğini hiç düşünmemiş olan X ve Y kuşakları ne yapmalı?
Uzaktan eğitim süreci bu soruları evimizin ortasına bıraktı adeta. Zira sadece akşamları bir araya gelen çekirdek aile, kuşaklar arası çatışmanın boyutlarını o kadar derinden hissetmiyordu belki de.
Uzaktan eğitim süreciyle bu önemli gerçeği reddedilemez biçimde idrak etmeye başladık. Evlatlarımızla aramızda bariz farklar var. Öyle ki bu farklar sebebiyle onlarla çatışıyoruz. Kendimiz yıpranıyoruz. Onları yıpratıyoruz.
Peki, çözüm ne?
İlk adım: Kabul
Bu çağın çocukları bilginin peşine düşmek zorunda değil. Bilgi artık onların ayağına geliyor. Okumak için çaba sarf etme devri de geride kaldı. Tüm eğitim materyalleri onların bir tık uzağında. Bunu kabul etmemiz gerekiyor. Onlar tabletlerin, bilgisayarların, yazılımların, videoların içine doğdular. Yüz yüze iletişimden çok işaretlerle yazışmayı, video çekip konuşmayı tercih ediyorlar. Onları kendi çocukluğumuzdaki şartlara uydurarak yetiştiremeyiz. Eğer bunun için onları zorlarsak nesli kaybederiz.
İşin özüne baktığımızda manevi değerlerimiz, dinimizin emirleri, iyilik ve güzelliğe dair yaklaşımlar, ahlaki temeller aynı. Değişen sadece materyaller. Bir önceki neslin harita metod defteriyle yaptığı işlemleri bu nesil tabletle yapıyor, o kadar. O tabletlerin içindeki dünya bize karmaşık geldikçe tedirgin oluyoruz. Bu gerginlik hali, çocuklarımızla aramızda derin anlaşmazlıklar meydana getiriyor. Önce onların elindeki malzemeyi tanımalıyız.
Bu devrin çocuklarına nasihat ederken: “Bizim evde televizyon bile yoktu.” cümlesini kurmanız size hiçbir şey kazandırmayacak. Sizi televizyondan mahrum bırakan onlar değil. Şimdi lütfen çocuğunuzun elinde tablet, telefon; masasında bilgisayar olduğunu kabul edin. Ve onun dünyasını çözmek için elinizden geleni yapın.
İkinci adım: Güven
Çağlar ötesinden kalplerimizi aydınlatan bir dinin mensubuyuz. O din, en küçük hareketlerimizden genel yaklaşımlarımıza kadar her şeye ölçü getirmiş. Yine asırlardır toplumumuzu düzenleyen bir örfe sahibiz. İnancımızın ve geleneğimizin muhteşem değerlerini çocuklarımıza kazandırmak için çaba sarf ediyoruz. İyi insan olsunlar. Allah’tan (c.c.) korksunlar, kuldan utansınlar. İstikametleri belli olsun. Hem güçlü hem zarif olsunlar. Ahlaklı olsunlar. Dürüst ve güvenilir olsunlar. Vatana millete faydalı olsunlar.
Çocuklarımız için bunları istiyoruz. Kim itiraz edebilir ki bu değerlere? Bunlar bizim özümüz. Ama biz özü bırakıp nesneyi ön plana çıkarıyoruz. Oysa maksat özü vermek… O öz ancak samimiyetle anlatılır. En iyi eğitim hâl eğitimidir. Biz değerlerimizi inanarak yaşayınca çocuklarımız da bizimle birlikte yaşayacaklar aslında.
“Değer”in ne olduğunu bilen ve yaşayan bir genç, aletin büyüsüne kapılmaz. Çocuklarımızı eşyadan değil, özünü kaybetmekten korumalıyız. O özü biz kendimiz yaşıyorsak ve çocuğumuza aşılamak için çaba sarf ediyorsak geriye tek bir şey kalıyor: Güven.
Çocuğunuza değerlerimizi uzun uzun anlatmak yerine o değerleri içten gelen bir samimiyetle, onun yanında yaşıyor musunuz? İstikamet üzere bir hayat sürmeye gayret ediyor musunuz? Asla yalan söylemiyor, sözünüzü her zaman tutuyor, kul hakkına riayet ediyor musunuz? Siz, değerlerinizi doğru yaşayıp halinizle çocuğunuza örnek oluyor musunuz? O zaman korkmayın. Çocuğunuza güvenin. O sizden aldığı terbiye ile yaşayacaktır. Tabletler, telefonlar, oyunlar, programlar onu yanıltabilir ama saptıramaz.
Hepimiz nefis taşıyoruz. Bazen doğruyu bildiğimiz halde yanlışa kapılıyoruz. Bu durum elbette çocuklarımız için de geçerli. Onları nefsin ve zamanın kötülüklerinden korumak istememiz doğal. Ama bunun yolu onları çağın araç gereçlerinden mahrum bırakmak değildir.
Maddi ve manevi tedbirlerinizi alın tabii ki. Ama evladınıza güvenin.
Üçüncü adım: Anlamak
“Bizim zamanımızda bilgisayar, tablet, telefon yoktu. Öyle odamız falan da yoktu bizim. Sobanın yanına kıvrılıp ödev yapıyorduk. Kitapların üstünü karalamak mı? Yook, bizim zamanımızda bir kitabı arka arkaya kaç kardeş kullanıyordu bir bilseniz.”
Uzar gider bu cümleler. Ama net bir gerçek var: Bizim zamanımız geçti. Gün gelecek, çocuklarımızın zamanı da geçecek. Kuantum bilgisayarlar tüm teknoloji donanımını değiştirecek. Her şey gibi bugün de eskiyecek. Yaşadıkça değişimin olacağını anlamalıyız. Dün geçti, yarın meçhul, bugün ise elimizde. Dem bu dem.
Çocuklarımızın kullandığı tüm teknik donanımları biz de kullanabilmeliyiz. İşimiz onlar kadar kolay olmayabilir. Ama bunun için çaba sarf etmek zorundayız. Bilmediğiniz şeyi kontrol edemezsiniz. Kontrol edemediğiniz şey ise sizi tedirgin eder. Tedirginlik kuşaklar arası çatışmanın temel noktasını oluşturur.
Çocuğunuzu çatışmalarla yıpratmak istemiyorsanız tableti, telefonu, interneti, sanal oyunları, bilgisayar düzenlerini bilmek zorundasınız. Piyasaya çıkmış, gençlerin ilgi odağına düşmüş olan oyunları çözebilmelisiniz. Kısaca çocuklarınızın, öğrencilerinizin nerede ne ile meşgul olduğunu, neye merak salıp neyi takip ettiğini, neyi konuşup neyi anlattığını bilmelisiniz. Bu, “Onlarla arkadaş olun.” manasına gelmiyor. Siz onların büyüğüsünüz. Sorumluluklarınız var. Görevinizi doğru yapabilmek için onları anlamak zorundasınız. Sadece anlamak… Tuzak kurmak, açık aramak, zor durumda bırakmak, ayıplamak, güven kırmak için değil… Sadece onları anlamak için gençlerin dünyasını bilmek durumundasınız.
Anlamadığınız biriyle sevgi bağı kuramazsınız. Yoksa uzaktan yetişkinliğe devam eder dururuz. Kopuk ve tedirgin…
Gençleri Anlamayan Onlarla Sevgi Bağı Kuramaz. Uzaktan yetişkinliğe devam eder.