Kıyafet, sahip olunan yaşayış biçiminin aynasıdır. Giysiler, bazı rolleri belirtir. Herkes yaşına, cinsine, durumuna ve mesleğine uygun olarak giyinir. Olabilecek değişiklikler, farklı görünüşler, bütün olan anlayışı bozmaz.
Moda, Latincede oluşmayan bir sınır anlamında kullanılan “modus”tan gelir. İngilizce karşılığı “fashion”dur ki âdet, üslup, biçim, tarz anlamına gelir. Türkçeye ise son yüzyılda dâhil olmuştur. Giyim-kuşam anlayışı etrafında birçok tartışma ve değişikliği de beraberinde getirmiştir.
Arapçadan dilimize geçen elbise ise “libas”tan gelir. Örtmek ve saklamak gibi manaları ihtiva eder. İslâm ahlâkında tam olarak kıyafetin amacı da böyledir. Her işin başını ve amacını “niyet etmek” belirlediği için giyinmenin de niyeti belli olmalıdır. Garip olan şudur ki, insan sadece kendi niyetine vakıftır. Örtünmekten süslenmeye, kapanmaktan dikkat çekmeye uzanan ince çizgiler, ahlâk ve estetik arasında belli belirsiz bir dengede, özellikle de kadınların karar ve niyetini sınamaktadır.
Kimlik
Bir kıyafet, bir kişinin kimliği gibidir. Kimlere benzediğini ve nereye ait olduğunu gösterir. Nitekim Evliya Çelebi, Trabzon ilinin sakinlerini anlatırken onları kıyafetlerine göre sınıflara ayırır: “Şehir sakinleri eskiden beri yedi sınıfta toplanmıştır. İlki, yüce ve güçlü beyler, beyzadeler ki, samur astarlı görkemli harmaniyeler giyerler. İkincisi, ulema ve din adamlarıdır ki, kim olduklarını belli eder şekilde giyinirler. Üçüncüsü, deniz ve kara yoluyla Ozakof ile Kazakistan, Hingrelia, Çerkezistan, Abaza, Kırım’a ticaret yapan tüccarlardır. Kumaştan feraceler, çuhadan yapılan yakası dik, kolları bol olan geniş üstlükler, kontoş denilen kumaştan cübbemsi bol ceketler giyerler. Dördüncüsü, sanatkârlardır. Çeşitli patiskalar giyerler. Beşincisi, Karadenizli kayıkçılardır. Altıncısı, bağcılardır. Bu iki sınıf, işlerine uygun giyinirler. Yedincisi, balıkçılardır ki, binlerce kişi bu adla anılır.”
Sanayileşme süreci ile birlikte dikiş makinaları, çeşitli matbaaların giyim-kuşam dergileri, moda bayrağını diyar diyar gezdirmeye başlamasıyla dünya genelinde şekilsel değişimler de başlamış oldu. Asırlardır tesettür usulünü muhafaza eden Anadolu’da, özellikle de son yüzyılda, kozmopolit bir tarz egemenlik kazanmış ve bu tarz, bazı kavram karışıklıklarına neden olmuştur. Ortak kararlar ferdi iradeye, toplumun menfaati kişisel çıkarlara, örf ve âdetler, yerini modaya bırakmıştır.
Kalptekinin Dışavurumu
Bir insan, kime benzemek isterse o insan onlardan olur. Şüphesiz, bir zümreye şeklî açıdan benzemek, onlara karşı duyulan kalbî muhabbetin bir yansımasıdır. Buna en güzel misal Rûhu’l-Beyân tefsirinde geçen şu ibretlik hadisedir: Cenab-ı Hakk’ın azametinin tecelli ettiği o gün, Hazreti Musa (a.s.) ve ona inananlar, yarılan denizden geçmiş, inanmayanlar boğulmuştur. O gün Firavun’un askerlerinden birisi de kurtulmuş, herkes onu görünce şaşkınlıkla sormuştur. Cevap şöyledir; “Ben, Musa Peygamber’e inananların taktığı başlık var ya, onu çok sever ve beğenirdim. Hanımıma bana da işlemesini söyledim. Ara ara takardım. Bugün başımda bu vardı. Kendimde bu kurtuluşla alakalı olarak bundan başka bir işaret göremiyorum.”
Zaman değişse de değişmeyen şeyler vardır
Mukaddes olan, değişmez ve değerlidir. Fakat dünyevî olan, her çağa göre yenilenir ve değişir. Mesela, eskiden yemek pişirilen ve yenilen kapların günümüzde kullanılmaması, onların yerini daha farklı araçların alması ve bunları kullanmanın abes olmaması dünyevîlikle alakalıdır. Fakat hangi çağda yaşanırsa yaşansın, tesettürün çizgilerinin ve ihtiva ettiği içeriğin değişime uğramaması ve de uğramasının düşünülememesi dünyevîliğin ötesinde, kutsiyetle bağı olduğu içindir.
Tarz ve imajda yansıtılan görüntü, moda için en önemli etkendir. Bir Müslüman hanım ile örtünmeye dikkat eden ama farklı inançta olan biriyle arasındaki fark, onların giyim tarzıdır.
Dinî kaideler, nasıl giyinilmesi konusunda birtakım müeyyideler belirtir. İnananlar ise bunu uygular. Giyim, inancı ve meyli yansıtır. Meyil de muhabbeti doğurur. Fakat modern dünya, bunu gittikçe zorlaştırmaya, mukaddes ve dinî olan sahayı günden güne daraltmaya başladı. Bunu da insanları doğrudan yahut dolaylı etkileyecek psikolojik algoritmalar üreterek yaptı ve ne yazık ki yapmaya devam ediyor.
İnsanların zihniyeti, değer yargısı üzerine işler. Bunlardan bazıları; toplumsal, ahlakî, dinî, estetiksel, duygusal ve hayatî değerlerdir.
Modayı, toplum yorumlar. Çoğunluğun beğendiği bir şeyi beğenmeyen bir ferdin görüşü, yüzeysel anlamda pek önemsenmez. Kişi, kendisi sorguladığında bile anlamsızca cevaplar. Mesela, “Bu işkence verici dar pantolonu veya yürüyemediğim ayakkabıyı neden giyiyorum?” sorusunun cevabı “Moda olduğu için!”dir. Bunun sebebi ise reklam ve pazarlama telkinlerinden kaynaklı olan gaflet ve bilinçsizce uyum sağlama sürecidir.
Medya, özellikle de sosyal medya üzerinden gelen etki, tartışılamayacak boyuttadır. Bilhassa ev hanımlarının zihnini, planlanmış -sözde- kadın kuşağı programları, temiz ve ışıltılı ortamlar, abartılı tanıtımlar, mecburî memnuniyetler bulandırıyor. Önce paylaşımlar izleniyor daha sonra nasılsa o kıyafet incelenir hale geliniyor. Ekran ve seyreden kişi arasında oluşan mahrem zaman, gerçekte olmayan bir samimiyet içerir. Ve kullanıcı, bu var olmayan duygusal bağa yakınlık kurar. İzlediği bu şeyler, zamanla masum hale gelerek normalleşir. Bu tehlikeye dikkat etmek gerekir.
Bir Batılı Seyyahın Gözünden:
“Hiçbir Osmanlı, kendine has olandan başka tür bir kıyafet giyemez. Aksini yapmak hem utandırır, hem inanca ters düşer. Müslümanlarca kullanılması âdet olmayan bir örtü, hele ki başlık irtidat işareti sayılır. Bu durum, muhtelif şeyhülislamlar tarafından sabittir. Bu fetvalara göre bunları işleyen, yani başka dinden olana benzer şekilde giysilere bezenen kişi, sadakatsiz olarak görülür, hatta imanını ve nikâhını tecdit etmesi lazım gelir. Onlara göre taklit etmek, inanmanın bir çeşididir.” (Ignatius Mouradgea D’ohsson, XVIII. Yüzyıl Türkiye’sinde Örf ve Âdetler)
Aidiyetin simgesi
Nasreddin Hoca’nın ilk gelişinde göremediği itibarı, kürkü ile gelince görmesi, gelen ikramları da kürküne teklif etmesi kadar olağandır, kıyafetin uyandırdığı ilk intiba. Kendine özgüveni arttıran en önemli unsur, giyimdir. “Kişi, giyimine göre karşılanır, ilmine göre ağırlanır, ahlâkına göre uğurlanır” demişler. Fakat kimi insan sınıf şuuru, kimisi bir sosyal statü hayaliyle kıyafetini seçer. Ve herkes birilerini kıyafetine göre yorumlar. Eskiden başında sırmalı kavuğu olanı görünce devlet erkânı, denirmiş. Bugün beline peştamalını sarana “Bu bizim uşak!” denir.
Velhasıl kıyafet, âidiyetin simgesidir. İnsanın nereye ait olduğunu gösterir. Kişi, ait olduğu yeri bildiği müddetçe oraya göre kendini şekillendirmenin yoluna bakar. Baktığını gören, gördüğünü yorumlayan, yorumladığını da üzerinde elbise olarak uyarlayan kişi, sondan başa doğru değil, baştan sona doğru düzelmeye çalışmalıdır. Önce bakacağı yeri belirlemeli, orasını gördükten sonra yorumlama ve libasa dönüşmesi kendiliğinden olacaktır.