Biz beş kardeşiz, ben en küçüğüm. Annem ve babam, 5-6 aylık mevsimlik işlere çalışmaya gider, giderken iki ablamla büyük abimi de götürürlerdi. Ailemizin yanında olmadığımız için kendimizi çok yalnız hisseder, aylarca ailemizin yolunu gözlerdik.
Anadolu’nun bağrında doğup büyümüş, Hazreti Allah’ın ikramıyla gün gelip dünyanın merkezi İstanbul’a hicret etmiş, çok sıradan biri olarak, geçici olup adına dünya denilen bu yerde hep yalnız hissettim kendimi. Tanıdığım, irtibatta olduğum çok güzel insanlar oldu. Ancak düşünmeden güvenebileceğim, çat kapı gidebileceğim, dizinin dibinde ağlayabileceğim kimse olmadı. Çağıran olmadı mı, elhamdülillah o da çok oldu. Ama insanlara karşı saygılı davranmaya çalışmakla beraber, duruma göre mutlaka az ya da çok mesafeli davranan, çevremdekilerle samimi ama sizli bizli olan bir insan oldum hep. Yani o mesafe herkese karşı hep oldu. Herkesin derdi için konuşup, kendi derdim için konuşamadım. Anneciğimle bile belli başlı şeyler hakkında dertleşip, her şeyi konuşamadım. Hâlbuki anneye mesafe olur mu?
Sonra bunu düşünmeye başladım. Ben niçin böyleydim, bu kadar kalabalık içerisinde niçin yalnız hissediyordum? Aradım taradım, duygularımı elden geçirdim, çocukluğumu gözden geçirdim, ister istemez çok düşündüm, sonra hatırladım.
Biz beş kardeşiz; ben en küçüğüyüm. Annem, babam, başka şehirlere 5-6 aylık mevsimlik işlere çalışmaya gider, giderken iki ablamla büyük abimi de götürürlerdi. Küçük abimle ben, okula başlamamış dört ve altı yaşlarında iki çocuk olarak dedemlerde, amcamlarda kalırdık. Ailemizin yanında olmadığımız için kendimizi çok yalnız hisseder, aylarca ailemizin yolunu gözlerdik. Aylar sonra beklenen gün gelir, ailemize kavuşurduk. Ama bu uzun sürmez, bazen bir ay bile kalmadan başka bir şehre, başka mevsimlik işlere giderlerdi. Ama her şeye rağmen çok şükür ki, aramızda bir buçuk yaş olan abim yanımdaydı. Çünkü tek tesellim, tek dayanağım oydu. Fakat bir süre sonra bu gidişlere küçük abim de eklendi. Benim için asıl yalnızlık başlıyordu, kalabalık içerisinde yalnızlık. Evde dedem, ninem, amcam, yengem, kuzenlerim birçok kişi vardı. Bu kalabalığın arasında annesi, babası, ablaları, abileri çok uzaklara gitmiş, çok uzun zaman sonra gelecek, ufacık bir çocuk daha vardı; o bendim.
Her gece annemler ne zaman gelecek diye sorar ağlardım. Kar yağınca gelecek derdi, ninem. Çok ufağım, yanlış hatırlamıyorsam bir gece kar yağmıştı ve ben bahçeye dışarıya çıkmışken, karanlıkta bizim olduğumuz tepeye doğru yaklaşan sesler duymuştum. Aman Allah’ım, bu sesler benim ailemin sesleri miydi? Kar yağmıştı ve ailem gelmiş miydi?
Karanlık gecelerimi, bana karanlık gelen günleri, ayları bir anda güneş gibi aydınlatmışlardı. O gün sevinçten ağlamış olmalıyım. Onun içindir ki, kar yağışları vuslat demektir benim için. O güne dair bir hissiyat daha var içimde. Yalnızlıktan ağlamıştım. Yalnız olduğumu daha net anlamıştım. Çünkü ben belki beş, belki altı yaşında, ufacık boyum ve minicik kalbimle tek başıma bekleyen taraftaydım. Onlar ise hep birlikte gelen taraftaydı. Bu ve buna benzer hâdiseler yıllarca devam etti.
Benden birkaç yaş küçük kardeşim vardı. Ben beş, o iki yaşlarındaydı. Yine böyle bir gidişte her zaman olduğu gibi o da götürülmüştü. Çünkü çok hastaydı. Günler, belki aylar sonra, annem ve babam, kardeşimin cenazesiyle çıkagelmişlerdi. Kardeşimin cenazesinin yıkandığı bir fotoğraf karesi hep gözümün önündedir, o kareyi ömrüm boyunca hiç unutmadım. Sonra, yıllar sonra o karede baktığım ama görmediğim bir şey fark ettim. Ben o karede tarifsiz bir acı içerisinde olanları izliyordum. Üstelik tek başıma izliyordum. Bana sarılıp beni teselli eden kimse yoktu. Anneciğim bile korkusundan gelip kızına sarılamamıştı demek ki. Öyle hatırlıyorum. Yani o zaman da kalabalık içerisinde yalnızdım. Yapayalnız.
Bu yalnızlık hissi, kimsenin dizinde ağlayamayışım, o ufacık olduğum dönemlerde öyle içime işlemiş ki, ilkokul, ortaokul ve devamındaki tedrisat hayatım boyunca aynı şekilde devam etti. Çok sevdiğim birçok arkadaşım oldu ama ağlarken yalnız ağladım.
Aslında o kadar da yalnız sayılmazdım. Bazen gökyüzündeki kuşlarla, bazen geceleri dolunayla, bazen şimdi olduğu gibi kâğıt kalemimle konuşarak, yazarak bir teselli aradım. Seher vakitlerinde boynumu büktüğümde teselli buldum.
Ancak bu derin yalnızlık hissiyatının içerisinde, gözü yaşlı gecelerin sabahında beni teselli edecek bir hediye gönderen, “Varsın yanında kimse olmasın, ben yanındayım kulum!” diyen, o kadar hatama, kusuruma rağmen bana hep şefkat ve merhamet gösteren Rabbim vardı. Bana şah damarımdan da yakın olan, bu hüzün dolu kalbimi kendisini sevmem için yaratan Allah’ım vardı.
Sonra da zaman zaman şöyle düşünerek kendimi teselli etmeye çalıştım. Kişi sevdiğini her daim yakınında ister ya, belki de, inşallah Rabbim bu aciz, garip kulunu seviyordur da, kendine yakın olayım diye, sevinçte, hüzünde ona koşayım diye bana bu hissiyatı vermiştir, dedim. Belki de bu bir imtihan değil; ikramlardan bir ikramdır, dedim.
Bu hikayeyi değerlendirecek olursak, kahramanımızın ebeveynleri tarafından çocukken ihmal edilmiş olduğundan bahsedebiliriz. Çocuk ihmali, çocuğa bakmakla yükümlü olan kimsenin, çocuğun gelişimi için gerekli ihtiyaçları yeterince karşılamaması veya bu ihtiyaçları dikkate almamasıdır. Bu ihtiyaçlar barınma, beslenme, duygusal, sağlık, eğitim, gelişim ve güvenli yaşam şartlarıdır.
Buradaki ihmal nedir? Çocuğun ailesinden uzak kalması, yaşadığı sorunlarda ebeveyn desteği görememesidir. Birinci bakım, verenden (anne baba) kaynaklı ihmaldir. Üstelik anne-baba sağ olduğu hâlde. Hikayemizdeki kahramanımızın ihtiyaçları dede ve ninesi tarafından karşılansa da anne ve babanın yerini tutamaz. Yani anne ve babanın, çocuğunun yanında olmaması, ihmaldir.
Bir ebeveyn, çocuğuna yeteri kadar zaman ayırmalı, onu sevgi ve ilgiden mahrum bırakmamalı, onunla ebeveyn çocuk ilişkisini sağlıklı bir şekilde yürütebilmelidir. İhmal edilen çocuklar genellikle duygusal sorunlarla karşı karşıya kalır. Bu sorunlar arasında depresyon, anksiyete, düşük özsaygı ve ilişki sorunları yer alabilir. Çocuklukta yetersiz sevgi ve destek, yetişkinlikte duygusal dengesizliklere neden olabilir.
İhmal edilen çocuklar, ilişki kurma ve sürdürme konusunda zorluklar yaşayabilirler. Güven sorunları, duygusal bağ kurma zorluğu ve sosyal izolasyon gibi sorunlar, ilişkilerini olumsuz etkileyebilir. Çocukken ihmale uğramış birinin yaşamı, yalnızlık ve yoksunluk hisleriyle şekillenebiliyor.
Ancak ihmalin üstesinden gelmek ve psikolojik sağlığı yeniden inşa etmek mümkündür. İlk adım, bu deneyimleri kabul etmek ve duygusal iyileşme sürecine adım atmaktır. Sonuç olarak, çocuklukta yaşanan ihmal, yetişkinlikteki psikolojik sağlığı etkileyebilir, ancak bu etkilerin kalıcı olması gerekmez.
Ayrıca, sağlıklı ilişkiler kurma ve sürdürme becerilerini geliştirme, özsaygıyı yeniden inşa etme ve stresle başa çıkma stratejilerini öğrenmek de önemlidir. Kendinize şefkatli olmak, duygusal iyileşme sürecinin önemli bir parçasıdır. Eğer bu hâl, kişi için yaşamını devam ettirmekte zorlayıcı bir unsura dönüşüyorsa bu konuda bir uzman desteği önerilebilir.