Konya’nın geniş ve düz bozkırlarında seyahat ederken yol boyu gözünüze yeşil ve uzun mısır tarlaları takılır. Mevsim yazdır. Oysa bozkırın rengi bu aylarda sarı olmalıydı. Tabii, bozkırda yeşil görmek insana sürur verebilir ilk anda. Ama bölgenin ekolojisi düşünüldüğünde bunun adı yanlış ürün seçimidir. Biraz daha pozitif bir dille ifade edersek doğru ürün seçimi yapamamaktır.
Amerika kıtasından gelen çok su ve nem isteyen mısır, nasıl oldu da bozkır ikliminde kurak ve en az yağış alan, buğday ambarı Konya’da bir ürün olarak seçildi?
Suya ihtiyacı çok bir üründü
Yanlış ürün seçimi derken bazı kıstaslar koyalım veya düşünelim. Mısırı, Türkiye’de tabii/doğal bir şekilde nerede yetiştirebilirsiniz? Aklınıza hemen Karadeniz iklimi ve bölgesi gelecek. İç Anadolu ve Karadeniz iklimini hemen karşılaştırırsınız. Bu karşılaştırma evvela toprak sonra su ihtiyacı üzerine olur. İlk başta iki yerdeki toprakta da bu ürün yetişir, dersiniz. Ancak suya gelince orada durursunuz. Çünkü birisi en yağışlı yer, diğeri en kurak yerdir. Mısırın yeri Karadeniz’dir, Karadeniz için mısır doğru bir tercihtir, cümlesini söyleyebilirsiniz. Aradan Karadeniz’i de çıkaralım. Mısır, çok suya ihtiyaç duyan bir bitkidir, bol su alan yerlerde yetiştirilmelidir, cümlesini tespit edersiniz.
Karadeniz’de buğday yetiştirmek kadar zor aslında
Mevzuyu tersten de anlatabiliriz. Karadeniz bölgesinde buğday yetiştirmek ne kadar zor ise İç Anadolu’da Konya’da da mısır yetiştirmek o kadar zor olmalıdır. Ama mantık öyle demez. İkna olmak istemez. Bir kere zor denildi ya, sanki kolaymış gibi, olabilirmiş gibi şeyler söylemeye başlar. Bozkıra su getirirsek o zaman mısırın su ihtiyacını çözeriz. Ama uzmanlar Konya bölgesi için diyorlar ki “Yerin altı deniz olsa, bu kullanıma su yetmez.” Her tarla başına neredeyse sondaj vuruluyor.
Fiğ tecrübesi ne çabuk unutuldu
Yanlış ürün tercihinde düşülen en önemli hata, başta ekonomik sebeplerdir. Mısır üretimindeki kârlılık, üreticiyi cezbediyor. Ama bu kârlılık kısa vadede görünüyor. Uzun vadeli bir ürün düşünüyorsanız ekolojik dengenin gözetilmesi gerekiyor. Toprak, su, hava gibi anasır-ı erbaanın muhafazası şart. Yıllar önce de yem bitkisi olan fiğ sunulmuştu bazı bölgelere alternatif ürün olarak. Onun cazibesi neydi? Bir kere ekiyorsun, 4-5 sene hiç sökmeden biçerek hasat ediyorsun. İyi sulanırsa senede 3-4 defa hasat mümkün olabiliyordu. Buğday ve türleri bir kere hasat ediliyor, aynı işlem için her sene aynı maliyetler yapılıyordu. Mantıklıydı bakınca. Ancak köylüler gördüler ki, fiğ durdukça kök salıyor, adeta tarlaya başka bir şey ekilemeyecek hale getiriyordu. Bu yanlıştan döndüler, en azından şöyle dediler. “Ben, bu tarlada başka hiçbir ürün yetiştirmeyeceksem fiğ ekebilirim.” Buğdayın kullanım alanını düşündüler; temel gıda maddesiydi, tavuklarına, ineklerine, keçilerine yem olabiliyor; bulgur yapabiliyorlar; samanından da istifade edebiliyorlardı. Fiği ise sadece hayvanlar yiyebiliyordu. Çoğu 1-2 senede fiği, tarlaya kök atmadan söktüler.
Konya gibi en az yağış alan bir bölgenin, en çok su isteyen bir ürünü seçmesinin tabii ki KALICI sonuçları olacaktı. En başta vurulan sondajlarla sulanıyordu. Yer altı suyu hızla tükeniyordu. Bu da dev obruk oluşumlarına sebepti. Su kaybının yanına toprak kaybı da eklenecekti.
Kısa vadedeki kârlılık, uzun vadedeki kayıp
Gelelim tekrar mısıra. Mısırın devasa şeklinde ekilmesi buğdayı unutturdu. Konya’daki silolar buğday ambarı iken birer mısır ambarına dönüştü. Tanesi endüstride posası da slaj/hayvan yemi olarak kullanılıyordu. Amerikan tarım endüstrisi ilk, mısırın genetiğinde değişlik yaptığı için onu endüstriyel bir ürün olarak her şeyin içine koyabiliyordu. Bu da dünyada mısırın üretim alanlarının artmasına sebep olacaktı. Birim alanındaki verimlilik ve kârlılık cezbediyordu. Ancak buradaki denge unsuru, iklim ve su ihtiyacı idi. Mısır, mayıs ayında ekiliyordu. 120 günlük bir bitkiydi ve bu durumda yazın sulanması gerekirdi. Yetişme döneminde de 15 kere su isterdi. Karaman’da tane mısırın oluşum sürecinde ortalama 192 saat sulama yapılıyor. Buğdayda ise bu süre sadece 36 saat kadardı.
Konya gibi en az yağış alan bir bölgenin, en çok su isteyen bir ürünü seçmesinin tabii ki kalıcı sonuçları olacaktı. En başta, vurulan sondajlarla sulanıyordu. Yer altı suyu hızla tükeniyordu. Bu da dev obruk oluşumlarına sebepti. Su kaybının yanına toprak kaybı da eklenecekti. Aynı zamanda, temel gıda maddesi olarak buğdaydan üretilen ürünleri kendileri yetiştirmediği için pahalı alacaklardı. Bir cebe konulan kâr, öteki cepten zarar olarak çıkabilirdi. Bunu genel olarak düşündüğümüzde, nüfusun geneline vurduğumuzda maliyet artışı herkese yansıyordu.
“Dünya global köy” hatası
Üreticilerin haklı olduğu noktalar var tabii. Ektikleri ürünün maliyetinin altında olmamasını istiyorlar. Burada ülkelerin düştüğü “dünya global köy” hatası var. Yani bir ülke, bir ürün nerede çoksa oradan tedarik edebilirdi, kendisinin yetiştirmesine gerek yoktu ve katma değeri, kârlılık değeri yüksek ürün yetiştirirse bu dengeyi sağlayabilirdi. Böylelikle kârlılık düzeyi düşük ürünler ilk önce gözden çıkarıldı. Yani, bir ürün nerede çoksa ve dünyanın neresinde olursa olsun getirilebilirdi. Bu, bütün ülkelerin iştahını kabarttı. Kârlılığı yüksek ürünler öne çıktı. Bazı ülkeler burada hataya düştü. Çünkü temel gıda maddelerini bile bu kafayla düşündü. Küçük ve yerel üreticiler, maliyetin altından kalkamayınca ister istemez, doğal şartları bozmaya, kendi iklimine uygun ürünlerden vazgeçerek; kârlılığı yüksek ürünleri seçti. Mısır da böyleydi. Buğdaya nispetle daha kârlı gibi görünmüştü. Tarımda “var yılı ve yok yılı” düşünüldüğünde, unutulan arz-talep mevzusu bu global balonu patlattı. Global bir köy olsa da dünya, ürünün fiyatını her zaman arz-talep dengesi belirlerdi. Buğdayın azlığı ve temel ihtiyaç oluşu da, mısırın yanlış bir seçim olduğunu gösteriyordu.
Değişik türleri ve hayvan seçimini de etkiledi
Mısırın tercih edilmesi toprak ve su dengesini değiştirmekle kalmadı, bir bitkiyi tüketen hayvanların da ortaya çıkmasına sebep oldu. Yaban domuzları, mısırı buğdaydan daha çok tercih eder. Bu da ister istemez o bölgede, besin kaynağının artmasıyla birlikte yaban domuzu popülasyonunu artırdı. Büyükbaş hayvancılığı yaygınlaştırdı. Mesela, koyun geniş bozkırda yetiştirilmesi ve elden çıkarılması 6 ay-1 yıl iken, büyükbaşa 2 yıla kadar bakılması gerekiyordu. Yazın tarlalar mısır ekili olduğu için zaten koyuna otlayacak yer de kalmazdı. Büyükbaşın maliyeti de büyük olurdu. Başa dönersek Karadeniz bölgesinde mısırı takiple büyükbaş rahat yetiştirilebilirdi, hem de düşük maliyetle. Netice: Yanlış ürün seçimi, kısa vadede karlı görünse de uzun vadede orada yaşayan insanların geleceğini, kaynaklarını kuruturdu. Yer altı suyunun çekilmesi sonucunda, 20 yılda doldurulmayan dev obruklar oluştu.
Yanlış Ürün Seçimleri
1- SSCB zamanında Aral Gölü civarında pamuk ekimi yapıldı. Aşırı pamuk ekiminde gölün sulamada kullanılmasıyla Aral kurudu. 1 kilogram pamuk 12 ton su ile üretiliyor. Bu miktardaki suyla 12 ton buğday üretilebiliyor.
2- Nasreddin Hoca’nın maya çaldığı Akşehir Gölü etrafında şeker pancarı yetiştirilmiş, şeker pancarı ve kâğıt fabrikası da kurulmuştu. İkisi de aşırı su istiyordu. Kâğıt fabrikasında aslolan ağaç değildi, temiz su idi. Çok su isteyen ürünler tercih edildiği için Akşehir Gölü de kurumuştu. Dışarıdan su getirilmesi için milyonlarca lira harcansa da nafileydi.