Yazmak çok meşakkatli bir yol. Bu yolculuğa çıkarken bazı tavsiyelere uymak yazı dünyasındaki seyahatimizi kolaylaştırır.
İlk sual ‘Yazmaya nereden başlamalıyım ve nasıl yazmalıyım; yazımın diğerlerinden farkı ne olacak?” Bu suallerin hepsi yerinde. Cevabını ise günümüze bakarak Abdülhak Şinasi Hisar’ın Edebiyat’a Dair Nasihat ve Tavsiyeler ile beraber vermeye çalışacağız.
Sosyal medya hengâmesinden uzaklasın!
Sosyal medya denen kaygan zemin yazmak fiilini de etkiledi. Artık kimse derin bir tefekküre dalıp cümlesinin siyak ve sibakını düşünerek yazmıyor.
Bir çırpıda cevap vermenin, muhatabı susturmanın hesabını yapıyor. Daha fazla takdir için orijinal bir fikri pişirmeden piyasaya sürüveriyor. Hakikat şu ki herkes bir şey anlatmak için adeta birbiriyle yarışıyor. Bu yarışta sosyal medya bir meydan muharebesine, tuşlar birer silaha dönüşüyor. Bu hengâmeden biraz uzaklaşıp iç
sese/kalbe kulak vermek gerekiyor. Çünkü dış tesirler iç sesimizi gittikçe bastırıyor. Yazar ‘kendimizi duymaya’ davet ediyor:
“Başkalarını işitip dinlemekten kendimizi duymaya ne vaktimiz, ne takatimiz kalıyor!
Vahşiler ve yabancılar haykırışlarını ve şarkılarını her gün üstümüze yığıyorlar. Eğer dikkat etmezsek ruhumuzdan gelen samimî ve mahrem sesleri ve sözleri artık dinleyemeyecek ve hatta işitmekten utanacağız.”
Evvela kendinizi keşfedin!
Yazmaya başlarken düşünün, neyi biliyorsunuz, ne okudunuz, neyi keşfetmenin peşindesiniz? Bir yazar en iyi kendi çevresini ve kültürünü anlatır. Çünkü sizi sizden başka kimse olduğu gibi anlatamaz. Anlatmaya kalksa, Osmanlı coğrafyasına bakan oryantalist gibi bir bakış hemen kendini belli eder. Yazıdaki hakikati keşfetmek işi bize düşüyor:
“Kendi hakikatimizi bir başkası keşfedip bize sunamaz. Bütün hususiyet ve servetlerimizi kendimiz bulmaya, bunlara ermeye- var olmak istiyorsak- biz çalışmalıyız.
“Kültür lüzumundan bahsolundu mu, yeni yetişenlerin bazıları haklarına bir tecavüz oldu sanıyorlar.
Bazılarımız millî veya umumî kültürden o kadar mahrum kalmışlar ki, en eski bir cehalet ananesine tebaiyet ettiklerini bile bilmeyerek, sanata düşmanlık ediyorlar. Her zaman daha itinalı, daha nükteli ve daha hakikate sadık bir edebiyat arzusunu ve ihtiyacını duymamak mümkün değildir.”
Daima tetikte olmalı
Üzerine yazı yazılmamış mevzuyu bulmak da yazmaya dahildir. Bunu bulurken yıldırımları toplayan paratoner tabiri tam da yerinde duruyor.
“Tıpkı bir fener bekçisi, bir yangın nöbetçisi gibi daima tetikte olmalı, ufuklarımızı kollamalıyız ve içimizde beliren en hafif ışığı, en küçük parıltıyı, en müphem nuru yazımızın ağlarıyla avlamaya kalkışmalı, eserimize aktarmaya çalışmalı, eserimize aksettirmeye uğraşmalıyız.
Demirden bir kalem ucu ile, fırtınalar içinde bizi tehdit eden bütün yıldırımları toplamalı. Paratonerler gibi, onları mahvetmek için.”
Taklit etmeden yazmak ne mümkün?
Gök kubbe altında söylenmedik söz yoktur, derler. Kendinizden önce yazılan muteber eserler yazınıza yön verecektir. En azından nasıl söylemişler onu görürsünüz, yeni bir üslub/söyleyiş yakalar, tekrara düşmekten kurtulursunuz. Her cümlenizin dayandığı bir yer vardır. Siz sadece yeni bir söyleyiş ile fikri günümüze taşırsınız.
“En taze dalgalar binlerce asırlardan gelir. Her kelime bir aksi seda, her yazı, bilerek veya bilmeyerek, bir gizli taklittir. Her his ve her fikrin bir “incubation” (kuluçkaya yatma) devri, her kitabın ecdadı olan bir kütüphane vardır. Her cümle eskiden duyulmuş ve tanınmış bir cümleye, hayırlı veya hayırsız, bir nazariyeye benzer. Bir eserin ehemmiyetli bir tarafı varsa bu, onun muharririnden başka birisinin yazamayacak olduğu kısmıdır.”
Yazayım derken gönül kırma!
Yazıda en kolay şey nasihat vermektir. Nasihat güzeldir, din nasihattir, doğrudur. Ancak nasihati dinlenir ve okunabilir kılmak bir yazı ustalığıdır.
“Acaba bir gün gelecek, biz de, eski yuvalara konan ihtiyar leylekler gibi, büyük babalarımızın kapanmış oldukları en eski kitaplara dönmek isteyecek değil miyiz? Nafile yere, hiç kimseye nasihat vermeye kalkışma! Sözünü başkasına değil, kendine bile dinletemezsin! Hâlbuki her kaş yapmak isteyenin maruz olduğu bir tehlike vardır ki o da gönül kırmaktır.”
Sadece tenkit için yazma!
Yazı sadece meram ifade etmek için yazılmadığı gibi sırf bir fikri tenkit için yazılmamalı. Belki tenkit etmekle zamanınızı çalmak istiyorlardır.
“Bir meseleyi iyi biliyorsan onu hiç bilmeyenlerle münakaşa etmekten ne zevk alıyorsun?
Matbuat âleminde bir liyakat ibraz etmemiş olanlara, ne kadar maruf olsalar da, hiç cevap verme! Onlara cevap vermek paye vermek olur. Hamdolsun ki herkese söz anlatmaya kimse muhtaç değildir. Sen de âleme değil, ancak kendi üstatlarına ve arkadaşlarına söz anlatmak mecburiyetini duy! Tezyif ve inkâr için bile, ancak bahse değerlerini intihap et!”
Yazıdaki hâsılatın nedir?
Yazmadaki niyetin yazı sonundaki neticedir. Niçin yazıyorsun, sorusuna bir cevap vermelisin. Bu husus yazı yolculuğunun temel taşıdır.
“Sanatın gayesi kalpte şiddetli bir galeyân uyandırmaktır. Sanatkâr eserinin ilk önce kendi zevki, sonra mümtaz bir çevrenin tasvibi ve aşkı için ibdâ eder. Bundan sonra halk gelir, eseri beğenir.
Veya beğenmez, bu kendi bileceği bir şeydir. Fakat ilk önceden halkın tasvibi ve muhabbeti için çalışan sanatkâr sanat için mahvolmuş demektir.
Maksadın sanat mıdır yahut para mı? Bunu intihâb etmeli. Yoksa ‘para getirir sanat’ bir vehimedir. Arkasından nâfile hiç koşmamalı!..”
Kaynak: Abülhak Şinasi Hisar, Kelime Kavgası Edebiyat ve Romana Dair, Selis Kitaplar, 2005 (Ağaç Dergisi, 16 Mayıs s.7, 23 Mayıs s.8, 27 Haziran s.13 1936; Yarın Dergisi, Kasım 1921, s.7)