Dünyalık makamlarını, nimetlerini ve ailelerini terk etmek üzere iman yolculuğuna çıktılar. Ashab-ı Kehf ismiyle nâm ve şân aldılar. İnançlarını korumak için, küfrün şiddetinden Allah’a sığındılar ve kazandılar. Geride ise hakikati örtmeye çalışan ne Dakyanus kaldı ne de taş duvarlar.
Tarsus’tayız. Berdan Çayı uzakta şelalesini akıtırken derin bir uykudan serin bir sabaha uyanıyoruz. Bugün de maddeten uyanabildik, diyoruz. Ya manen uyanabilmek ne zaman mümkün? Bencülüs Dağı heybeti ile karşımızda duruyor. Hemen berisinde Takbaş Köyü, köyden şehre geçişin meşakkatini çekiyor. Ancak yol üzerinde giderken çoban köpeklerine rastlamamız zihnimizi de canlandırıyor. Kıtmir de buralardaydı, diyoruz. Hemen bağlantı yolu ile otoban üzerinden Bencülüs’e doğru kıvrılıyoruz. Dağın dibinde bir çoban evi. Sürüler teknelerinde yemlerini yiyor. Bir an Kefeştetayyuş buralarda bir yerlerde mi, diye hayretimizi zirveye taşıyoruz.
“Azap köprüsünden geçip halkını inkar diyarına götüren Dakyanus nerede?” der gibisiniz. Ashab-ı Kehf’ten altı zat şehir merkezinde, mağaraya ulaşmanın planlarını yapıyor. Tek dertleri var; imanlarını muhafaza edebilmek. O zaman şimdi zihnimizde fotoğrafik bir hafıza oluşturalım. Şahıslar, mekan ve zaman cihetinden, bu kıssayı itikat yolculuğumuzda bir sığınak olması için tasavvur edelim. Çünkü yaşanılan her olay; mekan, zaman ve şahıslar etrafında daha iyi anlaşılır. Maksat, turist gibi gezmek değil; yapılan kötülükten ibret almak, iyiliklerden ders çıkarmak, iman ile küfrün mücadelesini bugün de görebilmek. Çünkü küfür, devrindeki herkesin kendi gibi olmasını ister.
Dünya ne halde?
İbnü’l-Mukaffa, ed-Dürretü’l-Yetîme eserinde insanları, yöneten ve yönetilen şeklinde tasnif eder. Zaman; insanın hallerine göre dört türlüdür. Birincisi; en iyi zamandır. Yöneten ve yönetilenlerin iyi, adil, hakkı bilir olmasıdır. İkincisi; yöneticinin düzgün, insanların bozuk olduğu zamanlardır. Üçüncüsü; insanların iyi, yönetenin bozuk olduğu zamandır. Dördüncüsü; yönetenin ve halkın kötülüğünün birleştiği zamandır.
Ashab-ı Kehf işte bu dördüncü zamana denk düşer. İnsanın ilahlık iddası gütmeye cüret ettiği, inancın putlaştırıldığı zamanlardır. Zalim bir yönetici kral ve ona cebren tâbi putperest bir halk. Zaman olarak Hazreti İsa’dan (a.s.) sonra Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) risaletinden evvel idi. Biraz daha tarihi netleştirmek icap ederse, Elmalı Hamdi Yazır “Nasârâ’nın müşrik Romalılara galebe çalmalarıyla meydana çıkmaları Miladın 4. asrının bidayetinde vaki olduğuna göre 300 küsur sene” der. Ve çoğu İslâm âliminin işaret ettiği Miladi 300-400 yılları aralığını çizer.
Neden Tarsus’ta zuhur etmişti bu hadise?
Her hadise, devrinin şartları ile izah edilirse gerçek keyfiyeti anlaşılır. Tarsus, 5000 yıllık bir şehir. Tarsus o zaman Kilikya’nın (Adana ve Mersin bölgesi) en mühim şehri idi. Hazreti İsa’dan (a.s.) sonra, tehvid inancında olan az kişi kalmıştı. Devrin en büyük imparatorluğu Roma, İtalya’dan İran’a kadar uzanmış, putlarıyla cesametini artırıyordu. Roma putperest bir imparatorluktu; çünkü Antik Yunan üzerinde yükselmişti. Dakyanus ise mahalli bir yönetici idi. İlk önce kendisine devasa bir saray yaptırdı. Putlarla süsledi sarayını. Kendisinde “Nemrut hastalığı” görünmeye başladı. Yani uzun zamandır kendisinde bir hastalık emaresi dahi belirmemişti. Bunu kendine güç saydı.
Siz, kimdi bu Dakyanus, sarayı nerededir, diye etrafa bakarsınız. Zamanla mekanı birleştirirsiniz. Roma’ya yani kıssanın yaşandığı devirlere ait eserler fikir verir. Roma Hamamı, Roma Yolu ve Donuktaş Tapınağı dikkatinizi çeker. Donuktaş gerçekten ismi gibi, donuk, mat ve soğuktur. İnşa tarihi ve maksadına dair ipucu bulmanız gerekir.
“Roma’nın M.S. 2. yüzyıldaki haritası. Bu devirde resmî devlet erkanı arasında putlara kurban edilmesi ve tapılması dikte ediliyor, insanların imanları çalınıyordu.”
Babillerden, Hint ve İran’dan kalan Zerdüştlük, Mecusilik (Zoroastri tanrısı) hepsi Mitra denilen bir ilah addetmişlerdi. Güneş tanrısı diyorlardı. Anadolu’ya bulaşan Mithra Kültü de (M.Ö. 1. yüzyıl) Kilikyalı korsanlar, köleler, askerler ve tüccarlar vasıtasıyla Roma’nın Avrupa topraklarına taşındı. Roma’da bir devlet dini hâline dönüşüp siyasî ve askerî gücü de arkasına aldı. Bu putlar kent dışında açık arazilerde ya da kent içerisinde özel bir evin veya kamu binasının içine konuşlandırılmıştı. Hemen hemen Tarsus’taki Dakyanus’un taptırmak istediği putlar da bunlardandı.
Kurbanlar, adaklar, tapınmalar ona yapılıyordu. İşin tuhafı bu inanışa üst seviyedeki yöneticilerin ve askerlerin baş eğmesi kati derecede isteniyordu. İşte Donuktaş Tapınağı’nın bu yerlerden biri olma ihtimali yüksek. Çünkü yüksekliği 8 metre, kalınlığı ise 6.50 metre duvarla çevrili bu yer, sanki kimse içeriden kaçamasın diye yapılmış.
İçeriye giremedik, zira kapanmıştı. Tek bilgi; vakti zamanında 1960’larda düğün yeri olarak kullanıldığıydı. İşte küfür böyledir; kendini görmek zordur; eğer Ashab-ı Kehf’in imanını iyi tanırsak zıddı olan küfür daha net görünür.
İmanı keşfetmek
Dakyanus, kalbine kibir ve kin dolmuş, tanrılık davası güden bir “la‘în” idi. Günlerden bir gün tahtı üzerinde uyumakta, Yemliha da ona hizmet etmekte ve etrafı gözlemektedir. Ansızın yarıktan bir fare çıkar, bir kedi de onu yakalamaya çalışır. Fare, uyumakta olan kralın üzerine düşer, uykudan korkuyla uyanan kral sanki düşmana kılıç çalar. Yemliha, onun bu hâlini görünce yanındakilere “Şayet Dakyanus tanrı olsaydı, korkuyla bu hâle gelmezdi.” der.
“Putperest Roma devrinden kalma Donuktaş Tapınağı, duvarlarının yüksekliği 8 metre, eni 6,5 metre. Tarsus şehir merkezinde bulunuyor.”
Şeytan da bir taraftan Dakyanus’a, Yemliha ve arkadaşlarının onun sayesinde rızkını yediğini ancak başkasına ibadet ettiğini söyler. Dakyanus da bu durumu Yemliha ile kardeşlerinden sorar. Onlar da kendilerine rızık verene, hasta olduklarında iyileştiren, yeri, göğü, denizi, dağları yaratan Allah’a ibadet edeceklerini belirtirler.
Devamlı Yemliha’nın evinde toplanıp Allah’ın birliği hakkında konuşurlar ve bu sayede imanlarını taze tutarlar. Akabinde Dakyanus bütün halkı putların olduğu yere topladığında bu altı zatın gelmediğini fark eder, hanelerine kapanıp hakka ibadet ettiklerini işitir. Putlara tapmayı, onlara kurban kesmeyi reddetmişlerdir. Dakyanus, kendi emri altında bulunan ve onlara rızık verdiğini düşündüğü bu kimselere, emrine tabi olmaları için mühlet verir. Kendisi Bağdat tarafında bulunan Ninova şehrine gider. Altı zat, devlet yönetimindeki en üst makamlarını, ailelerini, hatta anne karnındaki bebeklerini geride bırakarak imanlarını muhafaza için hicret ederler, yola çıkarlar.
İnkar diyarından iman diyarına yolculuk: Hicret
Yanlarına biraz yiyecek ve akçe de almışlardır. Yola çıkarlar, kuzeye giden Roma yolunu takip etmezler. Şehir merkezinde 5 metre kazı sonucu 200 metrelik bir Roma yolu ortaya çıkarılmış. Bu yolun 15 km ileride Pozantı’ya giden Sağlıklı Köyü’nden çıktığı söylenir. O devirde Roma, ele geçirdiği yerlerdeki esirleri bu yolların yapımında köle gibi çalıştırdı. 80.000 kilometre yol yaptırıldığı söylenir. Bu yoldan ne taşındı? İnkar ve putperestlik, akabinde teslis inancı… Altı zât işte bu inkar ve putperestlik yolundan değil de kuzeybatı yönünde yola koyulurlar. Şehir merkezinde bulunan Donuktaş Tapınağı mevkii ile Bencülüs Dağı arası yaklaşık 15 km’dir; yürüme mesafesi ile 3-4 saat sürüyor. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, bu yolculuğu hicret ile vasıflar; “Bugün (İslâm’ın garîb olduğu zamanda), Resûlullah Efendimizin (s.a.v.) dininin hak olduğunu tasdik ederek yapılan az bir amel, çok amel yerine geçer. Bunda şaşılacak bir şey yok. Zira görmez misin, Ashab-ı Kehf, elde ettikleri bütün derecelere bir tek iyi amel vasıtasıyla nail oldular. Onların yaptığı, inkar edenlerin istila ettiği bir zamanda, yakînî (hakîkî) iman nûru sebebiyle Allâhü Teâlâ’nın düşmanlarından firar ve hicret etmekti. Ashab-ı Kehf gibi hicret edemeyen, bâtın yolu ile hicret etmeye çalışmalıdır. Din düşmanları arasında bulunurken, gönülleri, onlardan ayrı, uzak olmalıdır. Allahü Teâlâ, bu suretle de saadet kapıları açabilir.”
Sağlam insanlarla yola çıkarlar
Altı zat yola çıkarlar, yaya yol alırlar. Çoban Kefeştetayyuş ile tahminen, bugün ismi Takbaş Köyü olan yer civarında karşılaşırlar. Tanınmamak için çobandan elbise ve içecek su isterler. Çoban onların durumlarından, varlıklı kimseler olduklarını anlar. Nereye gittiklerini sorar. Onlar da Allah’a ibadet etmek için zalim kraldan firar ettiklerini söylerler. Çoban onlara kalbinin ısındığını belirtir. Ve ibadet etmek için hemen yakında bir mağara olduğunu, iki kısımdan oluştuğunu, bir kısımda sürülerin, bir kısımda da çobanların kalabileceği genişlikte bir mağara olduğunu anlatır.
Sürü başkasınındır, sahibine emanet edinceye kadar beklemelerini ister. Kefeştatayyuş da onlara dahil olur. Bencülüs Dağı, bu yedi imanlı genci sinesine çeker. Ancak arkalarında Kıtmir namında bir köpek de gelir. Taş atarlar, bizim izimizi buldurur derler. En sonunda Kıtmir dile gelir; “Benden ne istersiniz. Ben Cenab-ı Hakk’ın sevdiği kullarına muhabbet ederim. Bunun için sizinle ben de gelirim. Siz uyuduğunuz vakit size gözcülük ederim.”
Allah’a sığındılar
Bencülüs Dağı bütün misafirperverliği ile mağarasını bu gençlere açar. Mağara, dağın denize bakan tarafındadır. Mağarının kapısı, kuzeybatı cihetine bakar. Üst tarafı halka şeklinde açıktır. Kefeştetayyuş’un anlattığı gibi mağara iki kısımdır. İç kısma 7 imanlı genç geçer. Kapı kısmında ise Kıtmir nöbet tutar. İşte o semaya açılan halka, bu iki kısım arasındadır. Gittiğinizde gökyüzünün maviliğini ve o temiz havanın letafetini hissedersiniz.
“Kefeştetayyuş ve köpeği Kıtmirle karşılaşılan Takbaş Köyü’nden, Ashab-ı Kehf’in imanlarını korumak için madden sığındığı Bencülüs Dağı’nın görünümü.”
İşte şimdi mağaraya girdik. İsimleri Ashab-ı Kehf, mağara arkadaşları oldu. Gâr, mağaranın küçüğü; kehf ise büyüğüdür. Önemli olan cismani büyüklük değildi tabii; imanın büyüklüğü ve kuvvetiydi. Mağara, onlar için maddi bir sığınak oldu sadece. İşte orada tam bir tevekkül ve teslimiyet ile Allah’a sığındılar. Bilinen tek amelleri imanlarını muhafaza etmek için gösterdikleri cesîm (büyük) azim ve gayretti. O yüzden korkusuzdular. Dakyanus’tan uzaklaştıkları için değil; Hazreti Allah kalplerine rabıta vererek bağlılıklarını sağlamlaştırdığı için.
Tam teslim oldular
Yorulmuşlardı. Dinlenmek için uykuya vardılar. Ancak Dakyanus boş durmadı. Şehre geldiğinde bu altı genci herkese, ailesine, anne babalarına sordurur. Onlar da şehirden firar ettiklerini söylerler. İzleri takip ederler ve mağaraya ulaşırlar. Ancak kapıda nöbetçi Kıtmir’e Allah’ın kudreti ile öyle bir heybet verilir ki içeriye girmeye cüret edemezler, kalplerine bir korku düşer. O zaman küfür tarafları ağır basar, “Mağaranın ağzını kapatırsak buradan çıkamazlar, yok olup giderler.” derler. Öyle de yaparlar. Ancak, hakikat güneşi balçıkla sıvanamaz, duvarlarla örtülemez. Cenab-ı Hakk bedenlerine uyku, kalplerine rabıta verir. Toprak yememesi için de vazifeli melekler bedenlerini günde iki defa güneş doğarken sağ, güneş batarken sol taraflarına çevirir. Güneşin hararetinden, havanın rutubetinden muhafaza eder. Yoksa yer, her şeyi yer.
Uyanırlar, ne kadar uyuduklarını dahi bilemezler. “Bir günden daha az.” diye düşünürler. Anlaşamazlar aralarında; ancak Yemliha “ne kadar uyuduğumuzu Allah bilir.” der, teslimiyet sancağını çeker. Ne kadar uyudukları mevzubahis olur her zaman. Ehl-i kitaptan bazıları Hazreti Ali’nin (r.a.) huzuruna gelir. Bazı kitapta uyudukları 300 yıl, bazılarında 309 yıl geçer derler. Hazreti Ali (r.a.), “İkisi de doğrudur der; sizin kullandığınız sene-i şemsiyye, güneş senesi hesabına göre 300 yıl kılınmış. Kameri seneye riayet kılındığı için kitab-ı şerîfimiz Kur’ân-ı Kerîm’de 309 yıl işaret buyurulmuştur. Her 100 yılda kameri sene, güneş senesine göre 3 sene fazla olur.” diyerek ilmen iskat edilmiştir. 309 sene meselesi böylece anlaşılmıştır. Yine de en güzel cevabı Ashab-ı Kehf verir, “En iyisini Hazreti Allah bilir.”
Temiz bir yiyecek aradılar
Uyandıklarında karınları açtır. İçlerinden Yemliha’yı seçerler. Kendilerine “temiz bir taam/yemek” alması için şehre gönderirler. Temizden maksat, helal olmasıdır. Yanında, getirdikleri para vardır. Yola çıkar; ilginçtir ki o kadar sene geçmesine rağmen geldiği yolu unutmamıştır. Ekmek almak için parayı uzatır. Paranın geçmediğini öğrenir. “Dün yanıma almıştım, bugün ekmek almak için buraya geldim.” der. Şaşırır, hayret eder. Zulmeden putperest Dakyanus’u anlatır. Cevap nettir: “Dakyanus da kimdir?”
“Tarsus şehir merkezinden 16 km uzaklıktaki Sağlıklı köyüne uzanır bu yol. Ashab-ı Kehf bu yoldan değil de kuzeybatı istikametinde Bencülüs Dağı’na giden iman yolunu tercih etmişlerdi. Bütün yollar Roma’ya mı çıkar! Ashab-ı Kehf zamanında Romalılar 30 ülkede 80.000 kilometreye ulaşan yol yaptırmışlardı. Esirler ve köleleri öldürmektense yol yapımında kullanmışlardı. Bu yoldan ne taşınmıştı inkar diyarına? İnkar mı itikatsızlık mı?”
Kendisi, hazine bulduğu ve sakladığı suçuyla itham edilir. Devrin kralına çıkarlar. Devir değişmiş, yeni kral iman yoluna girmiştir. Her şeyi baştan sona anlatır. İnanması için yaşadığı eve gider, fakat çıkan kişi Yemliha’yı tanımaz. “150 yaşındayım. Burada doğmuş, büyümüşüm. Benim malımdır.” Yemliha, “O zaman benim falan köşede gömülü altınım var, kazın.” der. Gerçekten hadise doğru çıkar. Kral ve bütün halk hayretler içinde kalır.
Ahde vefa: Arkadaşlarım bekler
Kral ve halk, Yemliha’nın anlattıklarından öyle müteessir olur ki; yanlarında kalmasını teklif ederler. Yemliha “Ey melik ve kalabalık, benim arkadaşlarım var, beni buraya yiyecek-içecek almak için gönderdiler. Şimdi onlar beni bekler. Belki Dakyanus, tutuklamıştır diye müteessif olurlar.” der.
Yemliha bir miktar yiyecekle beraber, onların da gelmesini kabul eder. Mağaranın kapısında beklenir. Yemliha, sükuneti ve tedbiri elden bırakmaz. Arkadaşlarının bunca sene uyuyup kalmış, halk ile görüşmemiş olduklarından, bu kadar kalabalığı bir anda görürlerse şaşırıp kalabileceğini gelenlere anlatır. “Ben tek gireyim yiyecek ve içeceklerini vereyim. Hem yaşananları hem de sizin ziyaret etmek istediğinizi anlatayım.” deyip içeri girer.
İstişare ettiler
Arkadaşlarına inkar diyarının değiştiğini ve insanların doğru yolu bulduğunu anlatır. Halkın arasına karışma hususunda istişare ve tefekkür ederler.
“Madem ki Cenab-ı Hak bizi burada düşman ve inkar şerrinden emin ve bu kadar sene, uyku âleminde iman ile muhafaza eylemiş, dünya ve inanmayan halktan alakamızı keserek kurtarmıştır. Şimdi onlar ile görüşüp konuşarak, onlara karışarak dünyevî sıkıntılara dalıp belki dünyaya giriftâr, isyan ve gaflette oluruz. Bu fani âlemin meşakkat ve eziyetlerinden kurtulmuşken yine bu fani âleme rağbet edip meşgul olabiliriz. Bu ise akıl kârı değildir. Gelin Cenab-ı Hakk’tan rica ve niyaz edelim ki bizi yine, hâl-i sabıkamız/geçmiş halimiz üzere geri döndürsün.” diye karar verip, hepsi birden secdeye kapanıp niyaz eylediler. Allah’ın emri ve inayeti ile ahirette uyanmak için bahr-ı hûba/uyku denizine daldılar.
İmanla uyumanın lezzetini tattılar
Dışarıdaki halk, mağaradan kimsenin geldiğini göremeyince, Yemliha’nın torunu girmeye cesaret eder. Hepsinin bî-ruh gibi yatmış olduklarını görür ve geri döner. Kral, mağaranın üzerine mescid yapılmasını emreder ve günümüze kadar yenilenerek gelir. Mağaranın kapısına da bakırdan bir levhaya isimleri ve halleri yazılır.
Kıssayı okuduk bitti, diyebilirsiniz. Ancak Ashab-ı Kehf’i, hayatınıza nasıl tatbik edebilirsiniz, düşünün? Belki putlar yok önünüzde; ancak gece karanlığı gibi fitnelerin ve bidatlerin çokluğu, insana sığınacak yerler aratıyor. “Kişi o fitnelerde mümin olarak sabaha erer, akşama kâfir olur; mümin olarak akşama erer, sabaha kâfir çıkar.” Hadîs-i şerîfi tüyleri ürpertiyor, insanın içini titretiyor. Zaman, mekan ve şahısları ortadan kaldırırsanız; bu kıssa bütün mekana, zamana ve şahsa teşmil edilebilir. Kimden, nereye sığınıyorsunuz? İnkar diyarına uzanan köprülerden, bidat ehlinden uzak kalabiliyor musunuz? İnsanın mağarası kalbidir; kalbinizde kimi taşıyor, kiminle yaşıyorsanız; onunla uyuyor, uyanıyorsunuz. Her akşam imanla uyumanın ve her sabah imanla uyanmanın lezzetini alabiliyor muyuz? Cenab-ı Hak, hak ve hakikatte daim eylesin. Gerçekten, hakikate uyanabildik mi, yoksa “uyanık” mı geçiniyoruz? Cevap, içinizde.
İstifade Edilen Kaynaklar
1-Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Fazilet Neşriyat; 2- Şükrü Bey, Numune-i kudret-i ilahiye fi beyan-ı kıssa-i mükemmele-i Ashab-ı Kehf, Şark Matbaası, İstanbul 1875; 3- İsmail Ferruh Efendi, Mevakib Tefsiri 4- Ahdi, Hâzâ Kıssa-i Ashabü’l-Kehf; 5- İslamî, Ashab-ı Kehf Mesnevisi; 6-Mektubât-ı İmâm-ı Rabbânî, C.1/m.44; 7- Mithra’nın Anadolu ile Etkileşimi, Arş. Gör. Fatih İNAN, I. Uluslararası Türklerin Dünyası Sempozyumu, 2017; 7- Hint ve İran Mitolojilerine Göre “Mitra”, Yrd. Doç. Dr. Hayreddin KIZIL, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, Sayı:X Kasım 2013