Bizlere yüzyıllar ötesinden mütebessim bir çehreyle seslenen Nasreddin Hoca’yı ve latifelerini bilmeyenimiz yoktur. O, latifeleriyle sadece Anadolu’yu değil, neredeyse tüm dünyayı güldürmeyi başarmış bir şahsiyettir. Güldürürken alay etmek, küçümsemek yerine ders vermeye, alçakgönüllülüğe, dayanışmaya, dürüstlüğe dayanan bir mizah anlayışının sahibi olmuş, Anadolu’nun irfanı onun mizahına kaynaklık etmiştir. O, latifeleriyle “Zâhiri, hande-fezâ; bâtını, hikmetnümâ (Dışı güldüren, içi düşündüren)” bir karaktere sahiptir.
Peki, kültür tarihimizin böylesine mümtaz bir şahsiyetini ne kadar tanıyoruz? Fıkralarının derinliği hakkında ne biliyoruz?
Nasreddin Hoca’nın hayatı hakkında birbirinden çok farklı görüşler ortaya atılmış olsa da araştırmacıların pek çoğu Hoca’mızın 1208’de Eskişehir’in Sivrihisar ilçesine bağlı Hortu köyünde dünyaya geldiğini kabul etmektedir. İlk tahsilini köyün imamı olan babası Abdullah Efendi’den alan Nasreddin Hoca, daha sonra Sivrihisar ve Konya medreselerinde ilim tahsil etmiştir. Tahsili sırasında Kur’an-ı Kerim’i hıfzetmiş, Arapça ve Farsçayı öğrenmiş, kelam ve fıkıh gibi ilimleri okuduktan sonra tahsilini tamamlamıştır. Babası vefat edince onun yerine köyün imamlığını yapmaya başlamış ancak kaynaklara göre Hoca’nın mürşidi kabul edilen Yesevi dervişlerinden Seyyid Mahmud Hayranî’nin Akşehir’e yerleşmesi üzerine Akşehir’e taşınmıştır. Kimi araştırmacılar onun Ahmet Fakih veya Seyyid Hacı İbrahim’den ders aldığını aktarsa da kaynakların pek çoğu Hoca’yı Seyyid Mahmud Hayranî ile ilişkilendirmektedir. Buna rağmen Nasreddin Hoca’nın tasavvuf yoluna nasıl sülük ettiği konusunda kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır.
Güldüren Evliya
Nasreddin Hoca çeşitli yazılı kaynaklarda veliler arasında gösterilmiş, halk da onun bir Allah dostu olduğuna kalpten inanarak onu “Güldüren evliya” olarak tavsif etmiştir. Mesela; Nasreddin Hoca’yla ilgili elimizdeki ilk yazılı belge olan Saltukname’de (1480) Sarı Saltuk’un Nasreddin Hoca için “Bu kişi için ermiştir, derler” sözü Hoca’mızın veliler arasında değerlendirildiğini göstermektedir. Bayburtlu Osman isimli bir müellif kaleme aldığı Kitâb-ı Mir’ât-ı Cihân (1581) adlı eserde “… Evliyaların esamesi budur ki zikrolundu.” dedikten sonra saydığı 784 velinin arasında Nasreddin Hoca’nın ismine de yer vermektedir. Evliya Çelebi de Hoca’yı veliler arasında zikredenlerdendir. Seyahatname’de Hoca’mız hakkında “fazîlet-i bâhire sahibi olup hâzır-cevâb keşfü kerâmet sahibi ulu sultan idi…” şeklinde bahsetmektedir. Tüm bu eserlerin yanında çeşitli letâif kitaplarında ve menakıbnamelerde Nasreddin Hoca’yla ilgili bilgilere ve Hoca’nın latifelerine yer verilmiştir.
Hoca’mızın her yanı açık, üstü kapalı bir şadırvana benzeyen fakat kapısında koca bir kilit asılı duran türbesine bakıp gülmeyenin başına bir hal geleceğine, dünyada Hoca’nın isminin anılmadığı tek bir saniye bile olmadığına da inanılmaktadır.
Akşehir’de bir düğün yapılacağı zaman, hayırlı olması için, düğün sahibinin mutlaka Hoca’nın türbesine gidip Hoca’yı, “Hocam filân gün düğünümüz var, kepçeni küreğini al da düğüne buyur, mollalarını da al, gel” diye çağırması âdet kabilinden kabul edilirdi. Düğün günü ise damadın Hoca’nın türbesine giderek Fatiha okuduktan sonra “Aziz Hocam yuva kuruyorum. Yuvam daim olsun, hayırlı çocuklar yetiştireyim. Allah indinde bana şefaat et. Kuvvet ve cesaret ver” diye dua etmesi adettendi. Diğer taraftan, çocuğu olan ailelerin çocuklarının göbek bağını Hoca’nın türbesine gömerek çocuklarının Hoca gibi olmalarını niyaz etmeleri de sık görülen bir davranıştı. Yine, bir kişi Akşehir’den uzunca bir süre ayrı kalacaksa Hoca’nın türbesini mutlaka ziyaret edip, Fatiha okuduktan sonra “Hocam Akşehir’den ayrılıyorum. Gideceğim yere sağ salim varıp dönmem için Allah indinde benden yardımını esirgeme.” diye dua ederdi. Akşehirliler kuraklık yıllarında Hoca’nın türbesi önünde yağmur duasına çıkarlar, başı daralanlar onun yüzü suyu hürmetine Allah’tan yardım isterlerdi.
Nasreddin Hoca Fıkralarında Hikmetler Vardır
Nasreddin Hoca’nın meşhur fıkralarında gizli hikmetlerin bulunduğu; Hoca’nın mizahı, irşad metodu olarak kullandığı kaynaklarda geçmektedir. Osmanlı döneminden iki eser, Hoca’nın bu yönünü açıkça ortaya koyar. Bunlardan ilki Salâhî’nin Nasreddin Hoca’ya ait olduğu varsayılan bir beytin şerhini yaptığı Şerh-i Nutk-ı Nasreddin Efendi adlı risalesi ikincisi ise Mevlevî Seyyid Burhaneddin tarafından kaleme alınan Burhaniye Tercümesi isimli eserdir. Özellikle Burhaniye Tercümesi’nde Nasreddin Hoca’ya dair anlatılan 121 latifenin tasavvûfî şerhleri yapılmıştır. Mesela çok bilinen bir latifesi ve şerhi şu şekildedir:
Bir gece hocaya dokuz akçe vermişler. Hoca “Hele on akçe olsun” derken uyanıp baktı ki elinde bir şey yok. Gözlerini kapayıp elini uzatıp “Getir bari dokuz akçe olsun” demiş. Yani; bu fani dünyada ellerimizde bulunan akçe ve masivâ aynı rüya gibidir. Kavga dövüş, daha fazla toplamak için uğraşmayıp, akçe rüya misali elinizde iken, mahalline sadaka ve ihsan ve hayrat-hasenata harcayın. Yarın uyandığınız vakit eliniz boşa çıkmasın…
Nasreddin Hoca’nın latiflerini şerh geleneği zaman itibariyle Osmanlı Dönemi ve mekân itibariyle Anadolu ile sınırlı kalmamıştır. Günümüzde de farklı coğrafyalarda Hoca’nın latifelerinin şerh edilmesi ve talebe eğitiminde kullanılması geleneği sürdürülmektedir.
Bunları Biliyor musunuz?
Saltukname’ye göre, Nasreddin Hoca ve Sarı Saltuk’un pirdaş olduğunu
Nasreddin Hoca’nın her ilim ve fende yetkin olduğunu ancak Kudûrî kitabını okutmayı çok sevdiğini
Nasreddin Hoca’nın hafız olduğunu ve kadılık, müderrislik gibi meslekler icra ettiğini
1816 yılında Alman bilim adamı von Diez’in Nasreddin Hoca’ya ait beş fıkrayı Almanca’ya çevirerek Goethe’ye gönderdiğini ve Goethe’nin bu fıkraları çok severek büyük bir fıkra koleksiyonunun Almanca’ya çevrilmesini istediğini
Amerika’nın 28. başkanı Woodrow Wilson’ın sık sık Nasreddin Hoca’ya ait olan “kuyudaki ay” fıkrasını anlattığını
Evliya Çelebi anlatıyor:
Nasreddin Hoca, Akşehir dışında, üzerinde bir kubbe bulunan, dört tarafı parmaklıklı türbesinde medfundur. Gece yarısı göç boruları çalınıp bütün ağırlıklar giderken hakîr de hizmetçilerimi gönderdim. Bir kölemle gece yarısı şehirden dışarı çıktım.
“Her kim Hoca Nasreddin’i ziyaret ederse latifelerinden bazı şeyleri hatıra gelip elbette güler.” diye hatırıma geldi.
“Ayâ gerçek mi?” diye anayolun sol tarafında mezarlığa sapıp doğru mübarek kabrine at ile varınca bir kere:
– Esselâmü aleyküm ey kabir ehli! dedim. Hemen Hoca Nasreddin Türbesi içinden:
– Ve aleykümselam ey himmetli can, diye ses geldi.
Altımdan atım “foh” diye ürktü, iki ayak üzere kalkıp fırlayarak mezarlık içinde şahlandı. Güç ile zaptederken onun bir ayağı bir kabre girdi. Hakîr az kalıp kabir azabı çeke yazdım. Hemen yine Hoca Türbesi’nden:
– Ağa sadakanızı verin de güle güle gidin, beri gelin beri! diye haykırdı.
Meğer türbedar imiş.
– Bre herif ben kabir ehline selâm verdim. Sen dünya ehli iken niçin selâm aldın, diye birkaç akçe sadaka verip:
– Var yardımcın Allah ola, diye dua etti.
Bazen bunu hatırlar da gülerim.