İbn-i Fazlan seyahatnamesinde farkı kendi ifadesiyle şöyle izah ediyor: “Dini yaymak, İslamiyet’in öğretilmesi konusunda verilen vazifeyi yerine getirmek üzere bu maceralı yolculuğa başladık.” Yakın dönem seyahatnamelerinin büyük kısmı, Avrupalıların yeni ülkeleri sömürge haline getirmek üzere çıktıkları maceraları anlatan yazılarından oluşmaktadır. Burada nihaî hedef daha fazla altın bulmak, daha çok ticari metaya sahip olmaktır. Ancak Müslüman seyyahların niyetleri çok farklıydı.
Ahmed ibn-i Fazlan, Bağdat’ta bulunan Abbasi Halifesi el-Muktedir tarafından, 920 yılında Müslümanlığı kabul etmiş olan, idil-Bulgar (Volga) Türklerinin hükümdarı Almış Han’a, islam dinini öğretecek din âlimleri ve fakihler talebini yerine getirmek üzere gönderilen heyette yer almıştır. İbn-i Fazlan 921 yılında gerçekleşen yolculuk boyunca, gördüğü birçok şeyi kaleme alarak eserini oluşturmuştur. Bağdat’tan Volga’ya gidiş güzergâhındaki ülkelerle, Almış Han’ın yanında ikâmet esnasında görülenler eserde anlatıldığı halde, heyetin dönüşü hakkında bilgi verilmemiştir. Bu heyette din adamları yanında cami ve kale inşa edecek mimarlar da bulunmaktadır. ibn-i Fazlan’ın gönderilen hediyeleri Almış Han’a bizzat takdim eden kişi olduğu da eserde anlatılmaktadır.
Yıl 921, Seyahat sebebi: dini yaymak
Halife tarafından planlanan bu uzun ve zahmetli yolculuğun sebebi, Müslüman olsalar da islamiyet’i yeteri kadar bilmeyen halklara, dini öğretecek âlimleri, fakihleri göndermek ve bunları denetlemekti. Heyete Bağdat’tan itibaren Sevsen el-Rassi isimli zât başkanlık ettiği halde ilmi, fıkhı ve diplomatik hususlarda ibn-i Fazlan’ın yetkili olduğu dikkat çekmektedir. Böylece Bağdat’taki halifenin böyle bir yolculuk ve diğer görevler konusundaki yetkilendirme ile ilgili liyakat, sadakat ve marifet gibi unsurları dikkatlice ve gerçekçi idare mantığıyla değerlendirdiğini de görmekteyiz.
ibn-i Fazlan eserinde kendisini “i’lâ-yı kelimetullah”, yani Allah’ın dinini yüceltme, yayma yolunda hizmete adadığına işaret etmektedir. Yazdıkları dikkatle incelendiğinde, İbn-i Fazlan’ın fasih ve anlaşılır dil bilgisi ve meramı ifade konusundaki üstün kabiliyeti yanında ahlak, itaat, ibadet ve ihlas bakımından da islam’ı temsil etme görevine layık olduğu anlaşılmaktadır.
Seyahat güzergahı
Heyet Bağdat’tan itibaren Rey, Nişabur, Merv, Buhara, Harezm yoluyla Volga boyunda bulunan Almış Han’ın karargâhına ulaşmıştır. Yol boyunca görülen Oğuzlar, Kıpçaklar, Peçenekler, Başkırtlar, Hazarlar gibi birçok Türk boylarının idare şekli, hukuk uygulamaları, inançları, örf ve adetleri ile ilgili yazılanlar, atalarımızın islamiyet’ten önceki hayat tarzı konusunda dikkat çeken bilgiler vermektedir.
Belirtmek gerekir ki seyahatin son durağı kabul edilen Bulgar Hanlığı’nın bugünkü Bulgaristan ile alakası yoktur. Yolculuk, bir Türk boyu olan Volgarların/Bulgarların o dönemde hakim olduğu bölgeye yapılmıştır. Bununla beraber Vulgar/Bulgar Hanlığından göç ederek bugünkü Bulgaristan’a giden pek zorlanmadan yönetimi altına alan, aynı boya mensup Türklerin kurduğu devletin adı da Bulgaristan olarak kalmıştır. Henüz Müslüman olmadan önce Bugünkü Bulgaristan’a gelerek yeni bir hanlık kuran Türkler, burada daha önce yaşayan ibtidaî kavimler içerisinde yok olmuş, dillerinden, o dönemdeki inançlarından ve adetlerinden pek eser kalmamış, sadece isimleri günümüze gelmiştir.
Seyahatte dikkat çekici bir anekdot
Seyahatnamede birçok Türk boylarının örf ve adetleri, yeme-içme alışkanlıkları, hayat tarzları, çeşitli suçlar ve cezalarıyla ilgili verilen bilgiler dikkatimizi çekmektedir. Verilen bilgiler birçok tartışmalara da konu olmuştur. İbn-i Fazlan’ın seyahatnamesinde benim dikkatimi çeken bir hususu siz kıymetli okuyucularımla paylaşmak istiyorum.
Atalarımızın bilinen tarihi iki bin yıldan fazla olup birçok devletler kurma başarısını göstermişlerdir. Bilindiği gibi Türk boyları islam ile müşerref olduktan sonra bu dine büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Bu durum benim hep dikkatimi çekmiş, sebepleri konusunda merakımı uyandırmıştır. Çünkü bugünkü mesela Avrupa devletlerinin çoğunun adı ve millet hüviyeti bin sene öncesinde dahi bilinmemektedir. O dönemde adı bilinen hatta devlet kuran nice halklar bugün yok olmuştur. Bunda atalarımızın nikah müessesesine verdikleri değerin, sahih nesep bilincinin büyük payı olduğu kanaatindeyim. Fahr-i Kâinat (s.a.v.) efendimizin bütün atalarının nikahlı yollardan geldiği, ecdadında zinadan doğan olmadığını haber veren hadis-i şerif, bu kanaatimi daha da pekişmiştir.
İbn-i Fazlan zinasız ve sahih nesep konusuyla ilgili olarak Türklerin nehirde yıkanmalarına rağmen, zina diye bir şey bilmediklerini taaccüp ederek haber vermektedir. Bununla beraber seyahatnameden zina suçu işlendiğinde hemen bütün Türk boylarında çok ağır cezalar verildiğini öğrenmekteyiz. Mesela, bir yerde zina işleyenlerin iki parçaya bölünerek öldürüldüğü bildirilmektedir. Başka bir Türk boyunda ise bu suçu işleyenlerin ellerinden ve ayaklarından aksi istikametteki develere bağlanıp, bu şekilde cezalandırdıkları yazılmaktadır. Bir başka yerdeki tatbikatta ise iki ağacın dalları yaklaştırılarak zina edenlerin ellerinden ve kollarından bağlandıkları ve bu dalların bırakılmasıyla öldükleri bildirilir. Öte yandan Türk boylarındaki farklı cezalara karşın, aynı cezanın kadına ve erkeğe verildiği de dikkat çekmektedir.
Ünlü seyyah Türklerin, önce zina bilmediklerini, buna karşın az da olsa bu suçu işleyenlerin hayat hakkı olmadığını haber vermekte, dolayısıyla gayr-i meşru bir neslin ortaya çıkmadığına işaret etmektedir. Bu gerçekleri gördükten sonra ülkemizde aile ve nikâh müessesesine karşı ilan edilmemiş savaşın altındaki sebepleri daha iyi anlamaktayız.