Şu incir ağacı kadar olamadık.” dedi. “Babamı, beni ve kızımı büyüten şu incir ağacı kadar olamadık.” İki eski dost balkonun ikindi serinliğinde oturuyorlardı. İncir ağacını işaret eden, konuşmaya devam etti. “Dedem kendi elleriyle dikmiş bu ağacı. Tabi o zamanlar burası hep tarlaymış. İşte şu marketin yerinde büyükbaş hayvanlar otlarmış. Şimdi park olan şu arsada ise büyük bir mandıra varmış.”
Dinleyen, ‘incir ağacı kadar olamadık’ sözünün sebebini soracak oldu; ama anlatan neredeyse soluk bile almıyordu. “İnciri bilirsin zeytin gibi dayanıklıdır, çok fazla bakım istemez. Kimse dönüp bakmasa bile kendi kendine tutunur hayata, Allah’ın hikmeti işte. Rahmetlinin diktiği incir de yalnız başına sürdürmüş hayatını. Ne amcamlar, ne halam ne de babam ilgilenmiş. Gerçi bizim ailedeki herkes incir ağacının her bir dalı gibi başka taraflara savruldu gitti. Gelinlerin kendi aralarındaki rutin çekişme, dedemden kalacak dairelerin hesapları, amcamların sessiz kalmaları ailenin dağılmasına sebep oldu. Her bir dal ben artık kendi başıma bir ağacım der gibiydi.”
Anlatan ev sahibiydi. Kalktı. Dinleyen ise bu aralığı fırsat bildi. “Neden?” dedi. “Şu incir ağacı kadar olamadın?” Çayı demledi, geri geldi. “Geçen hafta incir ağacını keseceklerdi.” Uzun bir sessizlik oldu bu cümleden sonra. Sanki hiç konuşulmamış kadar taze bir sessizlik. Yahut okuduğun bir kitabı uzun zaman sonra tekrar hatırlamışsın gibi bir sessizlik… “İncir ağacı karşı kaldırımın köşesinde. Sırtını yasladığı ev eski. Eski dediysem gecekondu da değil yani. Para oldukça üstüne kat atılan, sıvası yarım yamalak, çatısı ona göre bir ev bu. Üç katlı. İncirin boyundan iki apartman katı daha uzun. Bu binayı müteahhit almış.
Bir an evvel yıkmak istiyor. Yerine çok daireli az komşulu bir apartman dikecek. İki tanesini eski binanın sahibine verecek, gerisini şimdikinin üç, dört katı fiyatına satacak. Bina boşaldı. Cam çerçeve söküldü.
Devasa bir greyder boş duvarlara iri pençelerini saplamaya başladı. Sokak hafriyat kamyonu dolu. Yanaşayım, doldurayım derken bizim incir ayak bağı oldu bunlara. Müteahhit kesin demiş ağacı. Öyle duyduk. Baktık işçilerden biri elinde balta ile işe koyulmak üzere. Önce bizim üst kat ile kavgalı olan yan komşu itiraz etti sonra sokağın başındaki Hacı Amca. Onların ardından da ben.”
Yine kalktı anlatan, çay doldurmaya. Mutfaktan bile anlatmaya devam ediyordu. “incir ağacının hayatımdaki yerini fark etmediğimi o gün anladım.” dedi. “Keserdin, kesemezdin derken kalabalık arttı. Kalabalık arttıkça incirin etrafına toplanan halkadan gölgeye doğru uzaklaştım. Uzaklaştıkça da sanki gölgeye değil kendime yakınlaşıyordum. O an bana öyle geldi ki bu ağaç kesilirse ailemiz bir daha hiç bir araya gelemeyecek; incir hayatına devam ederse bir gün ailemizin tekrar bir araya gelme umudu uzakta da olsa hep var olacak. Greyder durdu, şoförler olan bitene seyirci.”
Çaylar geldi. Şekerleri çın çın karıştırıldı.
Birer yudum alındı. “işte o anda incirin yanı başında misket oynadığımız günler aklıma geldi. Mahallemizin o zamanki halini düşündüm. Herkesin kapısının önünü süpürdüğü günleri. Ailemizin bir arada olduğu günleri. Bir Kasım Amca vardı mesela. Bahçesinde ayva ağaçları olan. Ne zaman topumuz bahçesine kaçsa bizi azarlardı. Ama ayvalar olunca ilk bize ikram ederdi. Sonra, Nebahat Teyze vardı. Eşiyle bir başlarına yaşarlardı. Çocukları yoktu. Hepiniz benim evladım sayılırsınız derdi. Bir senesinde bu ağaç çok meyve verdi. Bütün mahalleyi incire doyurdu mübarek. O günlerde kendi kendime incirin meyvesini olgunlaştırmasını bir annenin bebeğini emzirmesine benzettiğimi hatırlıyorum. Hani incirin herhangi bir yaprağını veya meyvesini koparırsın da içinden beyaz bir sıvı akar ya, hani eline bulaştı mı yapış yapış eder, zor çıkar elinden. işte ağacın o süte benzeyen sıvıyla meyvesini emzirdiğini, böylelikle olgunlaştırdığını annenin bebeği emzirişine benzetmiştim. Sokak çocukları neslinin son halkasıyız biz. Hayatı sokakta öğrenen son nesil. Bir keresinde yaralı bir kuş bulmuş, ona çocuk aklımızla kartondan bir yuva yapmıştık.
Tabi yaşamadı. Cenazesinde mahalledeki bütün çocukların hazır bulunduğunu hatırlıyorum. incirin dibine gömmüştük.”
Çaylar tazelenirken dinleyen atıldı. “Eee… Greyder durdu, kamyon şoförleri izliyor. Sonra
ne oldu?” Anlatan, bardakları masaya bıraktı. “O sırada Hayriye Abla öne atıldı. “Ben buradayken kimse kesemez bu inciri.” dedi. “Ben bu mahalleye taşındığımda incir ağacı buradaydı, hala burada. Artık mahallenin demirbaşlarından sayılır. Sokakların bir taraflarına hatta kaldırımlara park ettiğimiz araçlarımız ne kadar bu mahalleliyse bu incir onlardan daha fazla bu mahallelidir.
Bütün yeşilliklere beton döktünüz, ama buna dokunamayacaksınız. Yakın gelecekte ağaçların isimlerini bilmeyen nesiller yetişirken bari bizim çocuklarımız en azından inciri bilecekler. Bunu onlara çok göremeyeceksiniz.” Hayriye Abla’nın altın gününden birkaç arkadaşı da yanına geçmez mi? Aslında müteahhit, onu belediyeye şikayet ettiğimizde değil işte tam da Nebahat Teyze ve arkadaşlarının bu çıkışında pes etti. Bütün mahalle hafriyat başında. Kolkola girdik. Zabıta gelene kadar. Hatta kavgalı komşular ile birbirine çocuklar yüzünden küsen iki anne bile omuz omuza görüldü. Belediyeden ekipler geldi. Yıkımı durdurdular. Bir hafta sonra müteahhit incire dokunmama sözü vererek yıkımı tekrar başlattı.
Anlatanın gözleri incirin yaprakları arasına daldı. “insanoğlu ne yapıyorsa kendine yapıyor.” dedi. “En mükemmel şekilde yaratıldığını unutup yeryüzünün altını üstüne getirmekten geri kalmıyor. Kendi içinde kavgalara boğuluyor. Tabiatı da kendini de ailesini de tahrip ederek kendini aşağıların da aşağısına indiriyor.” Gözlerini dalgınlıktan kurtardı, dinleyenin gözlerinin içine bakarak “Şu incir ağacının mahalleyi bir araya getirdiği gibi ailemizi bir araya getiremedik; hâlbuki ne komşuluk ilişkilerimiz kalmıştı ne de insani münasebetlerimiz, ona rağmen mahalleyi birleştirmeyi başaran bir incir ağacı kadar bile olamadık.”
Dinleyen, bir mantar gibi büyüyen binaya baktı, bir de dibinde boynu bükük duran incire. içinden helal olsun der gibi derin bir nefes aldı. Akşam olmak üzereydi. Anlatandan müsaade istedi. Çay için teşekkür etti. Dinleyen giderken, anlatan balkona çıktı, ardından baktı. O sırada incirin dalına konan beyaz bir güvercin havalanarak şehrin sırtını dayadığı dağa doğru kanat çırptı.