Yalnızlık

İnsanın Yalın Hali

Herkes biraz yalnızdır. Aynı zamanda hiç kimse ebedi yalnızlığa dayanıklı değildir.

Hayatta bazı şeyler tanımlanamaz. Yalnızlık gibi. Ancak bilinir ki o, başlı başına korkunç bir deneyimdir. Zaten onu korkunç eden asıl unsur, bu “tanımlanamaz” oluşudur.

Toptan kaldırıp atamayız bir kenara yalnızlığı. Çünkü tanımlanamayan şeylerin bile bir şekilde ifade edilişi vardır. Yalnızlığı, tek başınalığı ve dahi çaresizliği bakın bakalım nasıl ifade etmişler:

Abdülhak Hamid, “Kaldım, yaşarım cihanda tenha.” demiş mesela.

Bir başka kalemde, başka mana bulmuş kendine yalnızlık ve şöyle ifade edilmiş: “Bilmez yalnız yaşamayanlar, nasıl korku verir sessizlik insana.”

Ahmet Muhip ise şöyle noktalar: “Ne kadar yalnızız şu akşam vakti, bir selam bile yok artık verilen.”

Yalnız olma hali, salt günümüz mevzusu değildir aslında. Yüzyıllardır farklı kültürlerde, edebiyatta, şiirde işlenir. Ancak 21. yüzyılın insanı için zirve noktasındadır yalnızlık.

Hayatın akışında yalnızlık; evin kapısını anahtarla açmaktır. Kendi sorduğunuz soruya yine zihnen kendi cevabınızı bulmanızdır. Çayı, kahveyi yalnız içmek, yalnız başına yürümektir. Bir telefon çalması ile önce irkilmek, akabinde ise “yanlış numara” diyerek tekrar yalnızlığa dönmektir.

Bazen insan, fizikî olarak yalnız olmasa da yalnızlık hissini derinden yaşayabilir. Tanıdıklar içinde yabancılaşmak gibi mesela. Uygunsuzlarla bir arada olmanın dayanılmaz ağırlığında ezilebilir. İşte bu, çok vahim bir andır. Hareket etmek ister, edemez. Kalkıp gitmeyi düşünür, yapamaz. Her şeyi olduğu haliyle bırakıp sessizce kapıdan süzülmek ister, bunu da gerçekleştiremez. En son, bir hayal kurar. Çevresindeki insanları birer sanal karakter gibi tahayyül edip bir an oyunu durdurarak dışarı çıkmak ve sonrasında da oyunun içindekileri tekrar kendi dünyalarında baş başa bırakmak ister. Fakat bunun da gerçekleşemeyecek bir şey olduğunu anladığı o noktada, yalnızlığı ona kocaman bir “merhaba” der.

İnsan için yalnızlık, eğer tercih edilen bir seçenek değilse, tedirginlik verir. Çünkü toplum içinde yaşaya yaşaya artık kanıksanmış bir toplum malzemesi haline gelen insan, bundan gayrı düştüğünde istemsizce sendeler. Ürkek bir ceylanın kalbi gibi çarpar yüreği. Çünkü insanın bu ayrı düşüşlerdeki yaşadığı tedirginlik ne yenidir ne de unutulabilirdir.

Dolayısıyla bu dünyaya gelirken annesinden ayrılan insan, bir başınalığı ilk defa hisseder. Ve bütün yalnızlıklar, bir bakıma bu yalnızlığın bir süreği, devamlılığı haline gelir.

Belki de bu sebeple her ayrılık ve yalnızlık, o ilk ayrılışa ve ilk yalnızlığa atıfla derin yaralar oluşturur insanın içinde. Bu yaralar zamanla hafifler, azalır fakat asla yok olmaz. Yalnızlık duygusunun şiddetlendiği o son noktada insan, âdeta boğulduğunu düşünür. Koskoca cihanda tek başınadır. Bu, o kadar ağır bir histir ki belki de bir insanın hayatının kararmasına sebep olabilir. Bu yüzden insanlık, asırlarca yalnızlığa meydan okuyup, onu aşmaya çalışmış, topluluklar halinde yaşayıp kalabalıklara karışmıştır. Buna mukabil, kalabalıkların arasında da insan, yalnız olamaz mı? Elbette olabilir. Nasıl ki gözü açık olan herkes uyanık değilse, nasıl ki her bakan göremiyorsa, nasıl ki her duyan dinlemiyorsa, nasıl ki her okuyan öğrenmiyorsa, nasıl ki her bilen bildiğiyle hareket etmiyorsa, kalabalıkta yaşadığını zanneden insan da esasında kimsesiz ve yalnız olabilir.

  1. yüzyılda insan, medyanın tesiriyle haddinden fazla şişirilen “özgürlük, bireysellik” gibi kavramlarla, geçmiş asır insanlarına kıyasla daha çok yalnızlaştırılıyor. Öyle ki bu yalnızlık, zaman içerisinde ailevî değerleri bile çökerterek, “bireysel toplum” meydana getiriyor.

Gerek aile gerekse cemiyet hayatı sanki bireyin varlığına karşı çekilmiş bir set gibi lanse ediliyor. Hâlbuki birey; ailesiyle, içinde yaşadığı toplum/cemiyet ile bireydir. Ve bunlar, onu engelleyen değil, aksine destekleyen ve güçlendiren unsurlardır.

Muhabbetin tam olarak yerleşmediği, sosyalleşmenin istenilen düzeyde sağlanmadığı ve aileleri parçalanan bireylerin yalnızlık ile daha içli dışlı olmaları tuhaf değildir.

Yalnızlık, günümüz toplumunun bir şekilde parçası olmayı başarmıştır. Fakat unutmamak gerekir, bu yıpratıcı duyguya esir olunmamalıdır. Çünkü vahdeti, kesrette aramak şiar edinilmiştir. İnsan, cemiyet ile değerlidir. Dolayısıyla insan yalnızlığı bilecek, onun bir köşede varlığını sürdürdüğünü unutmayacak ama ona da teslim olmayacak. Yalnızlık onun bütün anını kuşatsa bile Hazreti Allah’a sığınarak yalnız olmadığını hissedecek.

Aile Kazanmak

Bir Yalnızın Serzenişi

Toplu taşımada yolculuk ederken, inmek için butona basmıştım. Sonra ardımdan biri seslendi: “Düğmeye basar mısınız?” Hiç sesimi çıkarmadan derhal denileni yaptım. Dönüp şunu söyleyebilirdim: “Düğmeye basmıştım.” Fakat yalnızlık, içimi öylesine bir kütle gibi kaplamıştı ki kimseye tek kelime edecek takatim yoktu. Bazen böyle olur. İnsan her şeyden ve herkesten soyutlanmak ister. Böyle durumlarda insanın fazla üstüne gidilmemelidir. Şairin dediği uygulanmalıdır: “Susanlara hiçbir şey sormayınız.”

Exit mobile version