Site icon İnsan ve Hayat Dergisi

İstanbul’da Bir Bardak Boza

Soğuk, karlı bir İstanbul akşamıydı. Soğuktan titreyen ellerim, ıslak burnum ve nemli saçlarımla, nedir ne değildir bilmeden, dost tavsiyesine uyup almıştım bir bardak. Karton bardakta, sarı renkli, hafif akışkan, bebek maması kıvamında bir şeydi. Kokladım, bilindik; ağzıma götürdüm, hafif mayhoşlukla beraber hafif tatlılık. Hemen müdahale geldi; “Dur, leblebi olmadan olmaz.” Tamam, alalım, üstüne atalım, afiyetle yiyelim, der demez içimi bir sıcaklık kapladı. Meğer bu mübarek, insanın içini ısıtırmış.

Boza kelimesinin aslı, Farsça darı manasına gelen “buze” kelimesidir. Genelde darıdan yapıldığı için bu isim verilmiştir. Bozanın tarihi, çok eskilere dayanır. İlk olarak Orta Asya’da ortaya çıktığı ve dünyanın birçok yerine yayıldığı söylenir.

Tarih boyunca varlığını sürdüren boza, Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde de vardır. İnsan sağlığı için faydalı mikroorganizmalar ihtiva eden boza, başta darı olmak üzere buğday, yulaf, mısır, pirinç gibi ürünlerden imal edilen tahıl bazlı şifalı bir içecektir. Tahıllar öğütülür, su ilave edilerek pişirilir.  Daha sonra şeker eklenir, maya ilave edilir, laktik asit fermantasyonu ile üretilir. Zamanında darının pahalı olduğu günlerde, ucuz olan mısır, pirinç gibi ürünlerden de yapılmıştır. Ancak bozanın asıl maddesi darıdır; diğerlerinden aynı lezzetli boza maddesi elde edilemez.

Boza, açık sarı renkli koyu kıvamlı, köpüklü, şekerli bir içecektir. Tatlı ve ekşi tadın karışımı bir lezzete sahiptir. Ferahlatıcı bir özelliğe vardır. Soğuk olarak içilmesi yaygındır.

Boza, daha çok kış aylarında tercih edilir. Yaz aylarında havanın sıcak olmasıyla bozadaki mikroorganizmaların üremesi çoğalır ve çabuk ekşir.

Ecdad bozaya öylesine kıymet vermiş ki sözlerine ve deyimlerine konu olmuş; sıkıştırıp tedirgin etmeyi ifade eden “Ensesinde boza pişirmek”, aynı işi yapan kişilerin birbirini koruduğunu anlatan “Bozacının şahidi şıracı” tabirleri gibi.

Araştırmalar, bozanın sağlık açısından birçok faydasının olduğunu gösteriyor. Fermente probiyotik gıdaların, canlı mikroorganizmalar içermesi nedeniyle bağırsak mikrobiyotası ve genel sağlık üzerinde yararlı etkileri vardır. Boza yüksek laktik asit içeriği sebebiyle bağırsak florasını düzenler ve korur. Cilt ve saç sağlığı için faydalıdır. Çocukların gelişimini ve kemik sağlını destekler. Depresyonu önler. Sinir sistemini korur. Boza, demir, fosfor, sodyum, A, B1, B2 ve E vitaminleri açısından da zengindir. Anne sütünü artırır. İçerisinde yer alan güçlü antioksidan özelliği ile bağışıklık sistemini güçlendirir. Soğuk algınlığı ve enfeksiyonlara karşı korur.

Bozanın raf ömrü on beş gün kadardır. Açıldıktan sonra buzdolabında +4 derecede muhafaza edilmesi, fazla bekletilmeden tüketilmesi tavsiye edilir. Fazla beklediğinde helâllik açısından problemli hâle gelebilir.

Eskiden Ramazân-ı şerîf ayının kışa denk geldiği zamanlarda akşamları boza satılırmış. Geceleri ve sahurda içilirmiş. Bozanın doyurucu, tok tutucu, kuvvet verici özelliğinden istifade edilirmiş.

Boza, genelde leblebi ve tarçın ile beraber içilir. Tarçının, kan şekerini düşürücü özelliği ve anti-diyabetik etkiye sahip olmasından dolayı şekerli olan bozanın yanında olması, doğru ve sağlıklı bir tercihtir. Leblebinin bozayla içilmesi ayrı bir lezzet verir. Leblebi, mide asidini alır, hazmı kolaylaştırır.  Bu sebeple tarçın ve leblebi sadece boza ile değil, diğer zamanlarda da istifade edilmesi gereken faydalı gıdalardır.

“Gerçek bir dostun varsa, başka hiçbir şeye ihtiyacın yoktur.” demiş birisi. Benim için de öyle oldu. Soğuk, karlı İstanbul akşamında, içim bozayla, gönlüm dost muhabbetiyle ısındı. Nicelerinize nasip olsun.

Exit mobile version