Korku Üzerine Kurulan İmparatorluk İlaç Pazarı

“Tıp ahlâkı diye bir şey kalmadı” tespitini yapan Prof. Ahmet Rasim Küçükusta, bunun gerekçesini şöyle açıklıyor: “Çünkü tıp, ilaç firmalarının denetimi altında. Bütün çalışmalar onlar tarafından sponsorlukla destekleniyor. Tıp  dergileri onların yardımıyla çıkıyor. Kongreler onların sponsorluğunda düzenleniyor. Yani tıbbı gerçek bilgiler değil, ilaç firmalarının arzu ve istekleri yönlendiriyor. MR ve tomografi gibi şeyler de insanlara gereksiz yapılıyor.”

Cerrahpaşa’da binlerce doktora hocalık yaptı. Bu süre zarfında ilaç şirketlerinin bin bir türlü manipülasyonuna (hileli yönlendirme) şahit oldu. “Tıp ahlâkı diye bir şey kalmadı” diyerek yıllardır bu konuda uyarıcı olmaya çalıştı. Domuz gribinde yaşananlar Küçükusta’yı doğruluyor. Son kitabı ‘Bu işte bir domuzluk var’la ilaç firmalarının korkutmayı nasıl bir pazarlama tekniği olarak kullandığına dikkat çeken Küçükusta, eğer önlem alınmazsa ilaca ödenen faturanın 30 milyar TL’ye çıkacağı uyarısında bulunuyor. Buna göre insanların hem sağlığı hem de parası elden gidiyor. Elbette bu kapsamda olmayanlar da var. Önemli olan onları bulmak ve bilmek… Prof. Küçükusta ile insan kıymetini hiçe sayan hayati konuları konuştuk:

Korkutarak kazanıyorlar

İlaç şirketleri neden ve nasıl korkutuyor?

Korkutma, ilaç pazarlama taktiklerinden biri. Çünkü doğrudan doğruya ilaç reklamı yapılması, birkaç ülke dışında dünyada yasak. Yasak olmayanlarda da belli başlı, ‘Tezgahüstü’ denilenlerin reklamı yapılabiliyor. İlaç firmaları da, satışları artırmak için gizli reklam veya başka türlü yollara sapıyor. Bunlardan birisi de korkutma. Bunun da değişik şekilleri var. Domuz gribi bunun son örneği. ‘Aşı olmayanlar ölecek’ gibi bir korkutma kampanyası yürütüldü. Oysa bu gripten çok insan hastalansa bile çok azının öleceği ilk bir-iki ayda biliniyordu, benim de 7-8 ay öncesinden yazdığım yazılar var.  2009 Haziran ayında bunun bir korkutma stratejisi olduğunu yazmıştım. Bir de zaman zaman bir hastalık moda edilerek insanlar korkutuluyor. Reflü, kolesterol ve kemik erimesi gibi. Bunlar öyle bir anlatılıyor ki, sanki her reflüsü olan kansere yakalanacakmış gibi gündem oluşturuluyor. Amaç, insanların ilaçları daha uzun süre kullanmasını sağlamak.

Moda merkezi gibi bir yapı mı?

Evet. Bu modaların oluşturulmasında elemanlar var: Bunlardan birisi doktorlar, diğeri de medya. Bazı haberlerde ilacın ismi hiç yer almaz, ancak hastalığın geçmesi yeterli oluyor. Hastalık reklamının yapılması, dolaylı olarak ilaç reklamı yerine geçiyor. Astım, hipertansiyon gibi birçok hastalıkla ilgili dernekler var. Bunların hepsi, ilaç firmalarının bir çeşit pazarlama kuruluşu.

Derneklerle pazarlama

Bu dernekleri ilaç firmaları mı kurdurur?

Tabii. Mali destek tamamen ilaç firmalarından gelir. Onların geliri, ilaç firmalarının reklamlarından ve kongrelerden kalan paralardan sağlanır. Dernekler de meşhur kişileri hastalık reklamında kullanarak gündem oluştururlar. Bu dernekler, ‘Biz insanları bilgilendiriyoruz, farkındalık oluşturuyoruz’ diyorlar. Ancak bu farkındalık oluşturmanın amacı başka. Zaman zaman şeker taraması ve tansiyon taraması gibi bedava kampanyalar düzenlerler. Burada da maksat ilaç tüketimini artırmaktır. Çünkü bu taramalarda, ‘Bak senin tansiyonun var. İlaç kullanmalısın’ mesajı verilir.

Plajda kongre olur mu?

Yenilikleri nasıl izliyorsunuz?

Bunun için kongrelere gitmeye gerek yok. Dikkat ederseniz kongrelerin yüzde 90’ı Kuşadası, Marmaris ve Belek gibi sahil yerleşimlerinde yapılıyor. Plajda kongre mi olur? Kongreler 30-40 sene öncesinden kalma uygulama. Ulaşım ve iletişimin olmadığı bir dönemin yöntemi. Şimdi internet var. O kongrede olan her şeyi daha önceden istersen gece saat 03:00’de bile görebilirsiniz. Yazının bulunması nasıl her şeyi değiştirdiyse internet de kongreleri sıfırladı. 20 senedir hiçbir kongreye gitmiyorum ve hiçbir derneğe de üye değilim. Her şeyi de takip edebiliyorum. 3 ayda 4 tane kitap çıkardım ben.

Siz reçete yazarken neye dikkat ediyorsunuz?

Ben ilaçların daima en ucuzunu yazmaya çalışıyorum. İlk firmanın çıkardığı orijinal ilaç var, bir de bu ilacın patent süresi dolduktan sonra başka firmaların aynı içerikte çok daha ucuza ürettiği jenerik ilaç diye bir şey var. Ben daima onlardan yazarım. Çünkü bunlar 10 misline kadar ucuzdur. Olabildiğince gereksiz ilaç yazmıyorum.

Tıp ahlakı diye bir kavram kalmadı

‘Adamın biri doktora gitmiş… Gidiş o gidiş!’ isimli kitabınızda meslektaşlarınıza da bir sitemde bulunuyorsunuz…

Tıp ahlâkı diye bir şey kalmadı. Çünkü tıp, ilaç firmalarının denetimi altında. Bütün çalışmalar onlar tarafından sponsorlukla destekleniyor. Tıp dergileri onların yardımıyla çıkıyor. Kongreler onların sponsorluğunda düzenleniyor. Yani tıbbı gerçek bilgiler değil, ilaç firmalarının arzu ve istekleri yönlendiriyor. MR ve tomografi gibi şeyler de insanlara gereksiz yapılıyor.

Yeni bir paradigmaya (sağlık sistemine) ihtiyaç var mı?

Kesinlikle… Modern tıbbın eksiklerinden, hata ve günahlarından mutlaka arınması lazım. Yoksa bunun oluşturduğu boşluğu, otçular ve çöpçüler dolduruyor. TV’lerde tıpla hiç alakası olmayanlar bile insanlara otları-çöpleri yedirebiliyorlar.

İlaç firmalarının başka ne tür pazarlama tuzakları var?

En önemli taktiklerinden birisi de, sağlam insana bile ilaç satmaktır. Adamın bir şeyi yoktur. Ancak buna rağmen ona vitamin, beslenme destek ürünü, mineral ve antioksidan gibi bür sürü şeyi aldırıyorlar.

Bu ürünler faydalı değil mi?

Son senelerde adeta bir ‘vitamin çılgınlığı’ yaşanıyor. İnsanlar elmayı, portakalı, mandalinayı bıraktı vitamin hapı içiyor; çocuklarına balık yedirmiyor omega 3 yutturuyor. İnsanlar, açık ve gizli reklâmlarla yaşlanmayı ve hastalıkları önlediği iddia edilen bu maddeleri kullanmaya âdeta mecbur bırakılıyor. Öyle ki, artık nerdeyse herkesin kendine özel bir vitamini, doğal besin desteği olmaya başladı.

Vitamin almayalım mı?

Almayın tabii ki. Vitaminler de aslında birer kimyasal maddedir. Vitamin hapı yutacağınıza sebze ve meyve; balıkyağı hapı içeceğinize balık yiyin.

İlaçların yüzde 40’ı gereksiz

İnsanlar bu konuda bilinçsiz… Hatta ‘Çok ilaç yazan, pahalı ilaç yazan iyi doktordur’ diye düşünenler vardır. Bunlar benim için geçerli değil. Ben birçok hastaya ilaç bile yazmam. Bugün herhangi bir polikliniğe giderseniz kapıdan çıkanların hepsinin elinde ilaç poşeti olduğunu görürsünüz. Her poşette de en az 5 kalem ilaç vardır. Bu olacak bir şey değil. Genel bir polikliniğe gelen insanın yüzde 30-40’ına hiç ilaç bile yazmaya gerek yoktur. ‘Sen şunu yemelisin, şöyle dinlenmelisin veya şu şekilde spor yapmalısın’ denilecek hastaya bile ilaç yazıyorlar. 100 hastanın hepsine de ilaç yazıyorsan bu işte bir sakatlık var demektir. Bu nedenledir ki Türkiye’deki ilaç harcaması 5 milyar TL’den 19 milyar TL’ye çıktı. Bunu 15 milyar civarında tutmak hedef, fakat bu gidişle 10 yıl içinde 30 milyar TL’ye çıkacağı öngörülüyor. Ancak bu dünyanın meselesi. Bütün dünyayı ilaç firmaları yönetiyor. Bu artık ekonomik ve politik bir hadise oldu.

 

Exit mobile version