Serçeler, sanki aileden biri gibidirler. Onlar çatılara, bacalara ve duvar kovuklarına yuva kurar, balkondaki ekmek kırıklarını ince küçük ayaklarıyla gezerek toplarlar. Ferahlatan cik cik seslerinin yanında, insanların döktüğü, ya da bir şekilde unuttuğu ekmek kırıntılarını, koni biçiminde küçük kısa gagalarıyla toplamaları onların en mahir ve ibretlik yönlerinden biridir.
İnsan onlara baktıkça, ekmek kırıklarına olan hürmeti bir kat daha artar. Ancak içinden de “Bu kadarcık bir kuş, doymak bilmeden nasıl olur da, sürekli ekmek kırıklarını toplar.” diye geçirir. Bu doğru bir tespittir. Çünkü kuşlar uçabilmeleri için neredeyse kendi ağırlıklarınca gıda almalıdırlar. Havada seyahat etmek için bir uçağın yerdeki araçlara göre daha fazla yakıta ihtiyaç duymaları gibi, kuşlar da kendi boylarındaki diğer hayvanlara göre, daha fazla yemeğe ihtiyaç duyarlar.
Serçeler nasıl uçar?
Serçeler de diğer kuşlar gibi Hazret-i Allah’ın kendilerine bahşettiği ilahi kudretin gücüyle uçarlar. Bu ilahi kudretin minik tecellisi olan serçelerin motoru, kalpleridir. Diğer en önemli uçuş takımları da göğüs kaslarıdır. Göğüs kaslarının en büyüğü, kanatları aşağı çeker. Göğüs kafesi içindeki havaya karşı çekilen bu kanatlar sayesinde kuş, yukarı ve ileri doğru itilir. Bu kuşun, göğüs kaslarından bir kısmı, palanga gibi çalışır. Uçarken aşağıya inen kanatlar, bu kaslar sayesinde bir kiriş yardımıyla çekilerek, tekrar yukarıya kaldırılırlar.
Uçuşta dengeyi ise serçenin boynu sağlar. Serçenin boynundaki omurga yapısı uçabilecek şekilde yaratılmıştır. Gayet uzun olan serçenin boyun omurgası, gagası ile vücudunun tamamına ulaşabilir. Boynu en uzun hayvan zürafadır.
Ancak zürafanın boynundaki omurga sayısı kadar serçenin de boynunda omurga olması, ilahi bir karardır. Sokaklarda, kaldırımlarda kusursuz bir uçuş sergileyen bu canlılar, yanlarında sönük kalan uçakların pistlerine ve hacimlerinin büyüklüğüne karşı, insanların kulaklarına ilahi kudreti fısıldarlar.
Nasıl olur da üşümezler?
Soğuk günlerde, komşumuz olan minik serçeleri gördükçe hallerine acır ve onlara kapımızı açmak isteriz. Ancak onlar da “sofradan düşen kırıntıları yiyen fakirleşmez” hadis-i şerifinin tecellisi olacak ki, kendilerine göre bizi fakir görüp davetimize cevap vermezler. Biz, muhkem evlerimizde kalın paltolarımızla soğuktan ancak korunabilirken, Mevla (c.c) onlara buz gibi suyun içinde bile, üşümeyecek bir vücut vermiştir. Serçelerin tüyleri arasındaki yağ tabakası, su geçirmez. Onlar bu yağ tabakası sayesinde ıslanmaktan ve üşümekten korunmuşlardır.
Ancak her yanı kar kaplayan günlerde, bütün beslenme kanalları kapanabileceği için, bizim yardımlarımıza ihtiyaç duyabilirler. Onların zenginliklerinden istifade etmek için, bir miktar yiyebilecekleri gıdayı onlara ikram etmek güzel olacaktır.