Şiir Bağımızın Sesi Bülbül

 

Hayvanlar üzerine düşünüp, onlar hakkında bilgi dereceğimiz bu sayfaya bülbül ile başlamak yerinde olacaktı. Zira bülbül şanlı tarihimizin nadide remzlerindendi. Muhabbeti, inancı, yanan bir kalple anmayı, anlamayı, anlatmayı temsil ediyordu. Hayvanlar üzerine bir bahse yelteneceksek ilkin bülbülden dem vurmalıydık.

Bülbül, 15-16 cm boyunda, ortalama 20 gr ağırlığında küçük bir kuş. Küçük bedeni, Ahmet Haşim’in teşbihi “Şiirde mana aramak, bülbülü eti için kesmek gibidir.” cümlesiyle tarif edilebilir.  Pastel ve karışık renklerle müzeyyen. Onu çokça farklı kılan bir görünüşü yok aslında; lakin ötüşü cümle kuşlardan farklı bir yere koyuyor.

Rivayet odur ki Nemrut, Hazret-i İbrahim (a.s) için yaktırdığı o devasa ateşi harlattığında bülbül muhabbet meydanına atılır ve o ateşte Hazret-i İbrahim (a.s) ile beraber olmak için kanat çırpar. Ateşe düştüğünde ol ateş ona serin ve selametlik olur.  Hazreti Allah onun bu hareketinden hoşnut olur ve ona Esma-i Hüsna’sının zikrini nasip eder.

Bülbülün o muhteşem sedası, bu zikrin endamıdır aslında. Bâkî şöyle der:

Uyandır çeşm-i cânı hâb-ı gafletten seher hîz ol

Çemen bülbülleriyle subh-dem zikreyle Mevlayı

Can gözünü gaflet uykusundan uyandır, seher ehlinden ol. Çemen bülbülleriyle birlikte Allah’ı zikret.

Edebiyatta bülbüle olan rağbetin belki yegâne sebebi bu güzel inanıştır. Hazret-i İbrahim’in(a.s) gül bahçesine kanat çırpan bülbülün gül ile olan münasebeti de ihtimaldir ki bu kıssaya dayanır.

Güle duyulan muhabbet

Bülbülün güle olan muhabbeti alegorik bir anlatımdır. Gülü Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) remzeden Osmanlı irfanı, elbette o gülün meftununu da ortaya koymalıydı. Bu sebeple gül ile bülbülün hikâyesini, vuslatını yahut muhabbetini mevzu edinen şairler bir manada kişinin kendi tekâmül sürecini konu edinmekteydiler. Bu meyanda ortaya koyulan Bülbüliye ve Bülbülname’ler veya Gül ü Bülbül mesnevileri, klasik şiirimizin önemli değerleri arasına girdiler.

Böylece bülbül, klasik şiirimizin ve hatta halk şiirimizin en fazla işlenen kuşu oldu. İlahiler, kasideler, naatler ve münacatlarda sıklıkla kullanıldı.

Burada Yunus Emre’nin

İsmi Sübhan virdin mi var

Bahçelerde yurdun mu var

Bencileyin derdin mi var

Garip garip ötme bülbül

diye başlayan ve halk arasında “Ötme Bülbül” diye bilinen ilahisini zikretmek gerekir.

İnanış bülbülün daima gül bahçesinde yaşadığı yönündeyse de o dünyanın hemen her yerinde yaşayan göçmen bir kuştur. Ilıman ve sıcak iklimlerde, küçük fidanlıklarda ve sulu bölgelerde yaşar. Ufak böceklerle, larvalarla ve küçük meyvelerle beslenir. Yaşadığı bölgeye hemen hiçbir zararı olmayan bülbülün özellikle geceleri ve seher vakitlerinde ötmesi onun halk tarafından da çok sevilmesine sebep olur.

Ötüşü kadar farklı isimler

Bülbül kelimesi köken olarak Farsça’dır. Bülbülü eski Türkler böberdek, keleçek, ötlügen, sandavaç gibi isimlerle, Araplar ise “andelib” ismiyle anarlardı. Fakat bülbül kelimesi sonradan bu iki dile de girdi. Bunda belki de en önemli pay ilk Bülbülname’yi kaleme alan Feridüddin Attar’ındır. Yine bülbül ve gül münasebetini en güzel işleyen şair de Hafız-ı Şirazi’dir.

Hezâr, âvâ, şârek, şebhân… vb. pek çok farklı ismi de olan bülbül, farklı olarak en yaygın şekilde “hezâr-destân” diye zikredilir. Bu isimlerin tamamı onun Hazret-i Allah’ın güzel isimlerini zikrettiğine olan inançla bağlantılıdır.

Şimdilerde bülbülün sesi dağlarımızda duyulmaz oldu. Bülbül gülşenimize uğramıyor artık. Şiirimizde ve halk arasındaki muhabbet meclislerinde bülbülü anmaz, zikrinden söz etmez olduk. Çocuklarımız bülbülü bilmiyor.  İçimizde hissetmemiz gereken bir eksiklik. Adıyla değil hikâyesiyle, görünüşüyle ve sesiyle bilelim onu. Bahçemizde gül yoksa seherde uyanmamışsak bülbülün sesini duymak mümkün müdür?

Exit mobile version