Saadetin Tendeki Mührü; Kına
Biraz yosunu andırır kına, biraz ceviz yapraklarını. Biraz duvağa dokunur ucundan, biraz asker beresine çalar yeşili. Düğün arefesinin hüzünle karışık heyecanı, cephe yolunun gururla yoğrulan özlemidir kına. Bayramlarda hakka giden kurbanlık koyunların, kıvırcık al kâkülüdür yahut.
Kâh anaların ellerinde, kâh baharatçıların tezgâhındadır kına. İlk hali çimen yeşili, ahiri kızıl gelinciktir. Bir âdetin, kültürün icrası, pek çok derdin devasıdır. Onda hep bizden bir şeyler vardır. Düğünlerin, vedaların, mübarek beldelerden dönüşlerin, daha nice hatıraların tende mühürlenmiş alametidir. Onda, seferlere gitmeler, kızını gelin etmeler vardır.
Gelin ellerinde al goncalar
Kına, Anadolu insanının en kıymet verdiği şeylerde adanmışlık sembolüdür. Memleket, insanlar için; yuvaysa aile için kıymetlidir.
Kına gecelerinde o ‘saadet hamuru’ dualarla karılırken, hüzünle karışık mutluluk hisleri de yoğrulur. Hamur topağının üzerine çiçekler dizilir. Kına topları, tepsilerle elden ele gezdirilir. ‘Çağırın kızın annesini’ nidalarıyla kına, gelinin ellerine yakılır. Avuçlarında, istikbale meserret (mutluluk) duaları ekilir. O anın heyecan ve hatırası, adeta kınayla mühürlenir.
Güzel yarınlar için sanki ellere birer gül fidesi dikilmiştir. Rengini alması için, avuçlara sabrı da katıp bir miktar beklenir. El ayasındaki yeşil fidenin rengi, bir zaman sonra olgunlaşır. Ellerde al goncalar olup açar; etrafa mis kokusunu saçar.
Cephe yolunda kınalı Mehmetçikler
Osmanlı askeri gazaya giderken, önce bindiği hayvana sonra da kendisine kına yakardı. Atların alınları, ayakları, yele ve kuyruğu kınalanırdı.
İman kuvveti, memleket muhabbeti, sanki kına harcında yoğrulmuştur. Bu ulvî vazife için, bir nevi ahitte bulunurlar. Asker, kınasını gördükçe ahdini hatırlar ve gayreti perçinlenir. Çanakkale şehidi Kınalı Ali misali, şevk ve azmini artırır.
Tarihin muhtelif dokularında kına izleri
Kınanın hammadesi, lawsonia inermis bitkisi ve bu bitkinin reçineli bileşikleri, boyar madde ihtiva eder. Yapraklarının toz haline getirilmesiyle kına elde edilir. Güzel kokulu beyaz çiçekleri, desteler halinde dallarından uzanır. Arapça “hınnâ”dan lisanımıza geçmiştir. Afrika, Mısır, Suriye gibi sıcak iklimlerde yetişir.
Kına, tezyinatın ötesinde bir gelenektir. İyi bir böcek kovucudur. Saçtaki ‘kehleyi’ (biti) öldürür. Eskiden çocuklar, bu sebeple kınalanırdı.
Anadolu’da sünnet olacak çocuğun avucuna, büyüyünce cephede tutacağı silaha işareten kına yakılırdı. Bu çocuklar, yine kınalı atlarda gezdirilirdi. Şehzadelerin sünnet törenlerinde, ziyafetli kına merasimleri yapılırdı.
Evliya Çelebi, Seyahatnâme’sinde, mukaddes topraklara girecek olan surre alaylarından bahseder. Bu emanetler, onları taşıyan develerin bile kınalandığı, büyük bir ihtimamla hazırlanır. Birer gelin duvağı gibi tellerle süslenen develerin başları, gümüş zincirli yularlar, türlü çiçeklerle donatılır. Bu kınalı bineklerin mahmili içinde bir talebe, segâh makamıyla Fetih Suresini okur. Mahmilin etrafıysa çâr yâr-ı güzîn ve sahabenin kılıçlarıyla süslenir.
Basra’da Sultan Kalesi’nin eski adı Muhannâ Kalesidir. Elleri ‘hınnâlı’ (kınalı) hanımlara nispetle bu isim verilmiştir. Osmanlı hanımlarının, hamam bohçalarının içine kına koydukları da kayıtlarda mevcuttur.
Arafat Dağı’nda zamanın âlimleri, beyaz develerini kınalayıp minber yerine, o develer üzerinden hutbe okurlardı. Bitlis’te Osmanlı askerlerinin kınalı sakallarından, yine başka şehirlerdeki kınalı binitlerden bahseder Evliya Çelebi. Ona göre hayvan sırtları, kimyasal boyalar yerine kınayla işaretlenir, yaraları yine kınayla tedavi edilir.
Bayramların kınalı keklikleri
Hazreti İbrahim (a.s.), oğlu Hazreti İsmail’i (a.s.), Allah için giydirip kuşatır. Kurban etmeye niyetlendiği sırada rabbi canibinden, bir kınalı koç gelir. Bu gelenek asırlar boyu sürer. Kurbanlıkların süslenip kınalanması âdet haline gelir.
Hacı karşılama, bayramlar, sünnet ve nikah törenlerinde evde kına bulundurulur. O özel günleri anımsatacak birer hatıra, o hatıraların suyla karılacağı birer nişane tozudur. Mukaddes belde dönüşü yolcular misafirlerine, misvak ve tespihlerle birer tutam kına paketi de hediye eder.
Daha eski dönemlerde bayram sevinciyle, arefe gününde çoluk çocuğa kına yakılırdı. Çocuklar, neşe içinde ellere geçirilen çorap ya da pamuklu tülbentlerle, bayram sabahına uyanmak üzere yatırılırdı. Ortaya çıkacak renk bilinmesine rağmen, uyanır uyanmaz heyecanla kına yıkamaya koşmak, merakın bir başka haliydi. Bayram günleri, lale bahçelerinin kırmızıları gibi, ellerde kınalar görülürdü. Bunlar da evlerin bayramlık giymiş ‘kınalı kuzularıydı.’
Tezyinat olarak kına
Saçlara düşen aklar, tükenmeye durmuş ömür hikayesinin habercisidir. Başların ak tacı, tecrübelerin değişmez alametidir. Öyle de olsa kimileri bu güzelliğe, ziyade bir renk vermek ister. Kahverengi ve kızılın muhtelif tonlarını tercih eder. Türlü kanserojen ve kimyasallar barındıran saç boyalarına tamah etmez. Çünkü boya, bizden, bedenden ya da topraktan değildir. O yüzden direkt deriye nüfuz eden kimyasal zararlılardan sakınırlar.
Hazır boyaya nispetle kına, tabiî ve katkısızdır. Saçı yıpratmaz, bilakis besler. Cilde, saç ve tırnaklara kuvvet verir. Saç dökülme, kuruma ve kırılmalarını önler. Hardal yağıyla karıldığında saçları çabuk uzatır, ipeksi bir görünüş verir.
Koyu kahve bir renk elde etmek için çay, karanfil, cevizin yeşil kabuğu, defne yaprağı demlenir. Toz kınaya kına taşı koyulur. Demlenen bu çay, kına tozuyla karıştırılarak macun kıvamına getirilir. Saça iyi gelen herhangi bir bitkisel yağ eklenebilir. Renk otursun diye sekiz saat kadar bekletilir.
Kızıl isteyenler, kına suyuna kırmızı pancar suyu ve soğan kabuğu suyu koyabilirler. Kına taşı ise az konmalıdır. Daha açık bir renk isteyenler portakal, limon suyu, elma sirkesi ekleyebilir. Kınayı çivit, toz karanfil, nar kabuğu, taze cevizin yeşil kabuğuyla deneyerek, istenilen renkleri elde etmek mümkündür.
Saç dökülmeleri için kına harcına herhangi bir acı kırmızı biber tozu karıştırılır. Cilt bakımı için kuru Türk kahvesi karıştırılır. Bir miktar kaynatılarak süzülür. Kına tozu bu suyla karılır. Saç köklerine masaj yaparak saça uygulanır. Beş altı saat bekledikten sonra duru suyla yıkanır.
Bir şifa olarak kına
Kına yakmakta maksat, bir sünneti seniyyeyi yerine getirmenin yanı sıra, kişisel bakım ve sağlıktır. Bilinen en eski kaynaklarda kına, “ilaç” şeklinde geçer.
Kınanın sirkeyle yahut dövülmüş rezene tohumlarıyla karılması, baş ağrısına şifadır. Sinirler üzerindeki olumlu etkisi, stresi azaltır, ruhu rahatlatır.
Kına, vücuttaki harareti alır, serinletir. Bu minvalde çölde yaşayanlar, eskiden sıcağın tesirinden korunmak için, çamurla kardıkları kınayı, el ve ayaklarına uygularlardı. Kına, sıcağın yakıcı etkisini hafifletirken, vücudun ağrısını da alırdı.
Hekimler, kınanın yakı gibi yakılmasının ateşli hastalıklara, ayak tabanına sürülmesinin ise çiçek hastalığına iyi geldiğini söyler. Eski Türkler de buna dayanarak vebadan korunmak için kına yakmıştır.
Kına yakmakta maksat, bir sünneti seniyyeyi yerine getirmenin yanı sıra, kişisel bakım ve sağlıktır. Bilinen en eski kaynaklarda kına, “ilaç” şeklinde geçer.
Ayağa sürülen kına, mantarlara, topuk çatlaklarına iyi gelir. Ayaktaki kına, baş ağrısını da hafifletir. Bu nasıl mümkün olur? Çünkü ayağın, tüm bedenle irtibatı vardır.
İyi bir kına, antidepresan etkisiyle sinirleri gevşetir, stresi azaltır.Dinlendirici ve rahatlatıcıdır. Kokusu ağır kınalar, genelde bayattır. Yahut kumla karıştırılmış, başka kimyasallarla seyreltilmiştir.
Anti bakteriyel özelliğiyle, enfeksiyon hastalıklarına, mantar, sivilce ve egzama gibi muhtelif dermatolojik rahatsızlıklara iyi gelir. Tıbbı nebevi kaynakları, kınanın mikrop kırıcılığından, alerjik reaksiyonları ve yarayı kurutma özelliklerinden bahseder. Velhasıl kına, deri hastalıkları için biçilmiş bir “kızıl” kaftandır.